Küçük Bir İhtimal Kitabı Üzerine Hüseyin Kılıç Söyleşisi
Huban Seda Aras, Hüseyin Kılıç ile konuştu.
İlk kitabı Şimdi Karşıya Geçebilirsiniz adıyla Ketebe Yayınlarından çıkan ve öykülerini çeşitli matbu ve dijital dergilerde okuduğumuz Hüseyin Kılıç'ın ikinci kitabı Küçük Bir İhtimal Eylül ayında Ötüken Neşriyat etiketiyle okura ulaştı. Üretkenliğine şahit olduğumuz Hüseyin Kılıç'la ikinci kitabı ve kitaptaki öyküler hakkında konuştuk.
Hüseyin Bey öncelikle söyleşimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. İlk kitabınızda olduğu gibi bu kitabınızı da ilgiyle okudum. Okudukça metinleriniz kafamda farklı yerlere oturdu ve bu doğrultuda sorularımı hazırladım. Hazırsanız ilk soruma geçiyorum.
Merhaba! Öncelikle her iki kitabımı da okuduğunuz ve nazik söyleşi davetiniz için teşekkür ediyorum. İnşallah sorular çok zor değildir ve cevaplar okurda kitap için bir merak oluşturur.
Hazırım!
H.S.A: Kitabınızın ilk öyküsü olan Dede, ana karakterin alkol kullanımı, işkolikliği ve davranışsal bozukluklarını içeren bir metin. Üstelik bu davranışlar, karakterin genel ve sosyal ilişkilerini de etkiliyor. Metinde karakteriniz aile fotoğrafından çıkan dede figürüyle değişiyor. Bu genel manada da birçok kişinin değişim yaşayabileceği bir olay. Kurguyu oluştururken nasıl bir toplumsal gözlemde bulundunuz ve sonrasında oluşan kurgu size neler düşündürdü?
H.K: Öykünün çıkış noktası aslında okuduğum bir başka öyküdeki karakterin dedesinin fotoğrafıyla göz göze gelmesiydi. Orada ilk olarak "İnsan neden ölmüş birisinin fotoğrafıyla konuşur?" sorusunun cevaplanması gerekiyordu ve cevap basitti. "Neden mutsuz? Bu konuşma ritüeli nasıl tetiklendi?" sorularının cevabını bulunca kurgu ve hikâye daha kolay akmaya başladı.
İşkoliklik dediğimiz meselenin çalışmayı çok sevmekle ya da işine âşık olup dünyayı daha iyi bir yer hâline getirmekle alakalı olmadığını düşünüyorum. Onun sebebi yalnızlık, yalnızlığın sebebi başka bir şey. Alkol, aile, arkadaşlar, iş vs. bu zincirde yer alan diğer bileşenler. Kader diye kısaca söyleyip geçtiğimiz bu zincirleri iyi bağlayabildiyseniz ortaya fantastik olsa da gerçekçi bir resim çıkabiliyor. Umarım sağlam bir zincir olmuştur.
H.S.A: Koltuk öykünüzü ilk okuduğumda da benzer düşüncelere kapılmıştım. Metne yerleştirdiğiniz koltuk metaforu, hayatta birçok şeyin temsilcisi. Bir nevi kişinin etiketi. Bu açıdan metninize baktığımız zaman siz metninizdeki koltuğu ne ile desteklediniz?
H.K: Koltuk bir yandan metafor bir yandan dümdüz bir işaret. Belki biraz Nasreddin Hoca'nın kürkü gibi, "ye koltuğum ye" de diyebiliriz. Koltuk önemlidir tabii de o koltuğu dolduracak vücudun da Orhan Veli'nin şiirindeki gibi "Bir baş düşünürüm başımda/Bir mide düşünürüm midemde/Bir ayak düşünürüm ayağımda/Ne halt edeceğimi bilemem" dememesi için bir beyin düşünmesi gerekir beyninde. Hem koltuk sahiplerinin hem bu koltuklara tamah edenlerin düşünmesi gereken bir husus, bunu söyleyen ilk değilim kesinlikle, son da olmayacağım. Ama insan da umut etmeden yaşayamıyor. Hatta şimdi aklıma gelen bir başka hikâye fikri: Her yere koltuğuyla giden, AVM'lerde X-Ray'den koltuğuyla geçen, sinemaya, konsere hatta misafirliğe makam koltuğuyla giden birisi ile bir sebeple tekerlekli sandalyeyle yaşamak durumunda kalan iki kişinin paralel yaşam öyküsü. Neden olmasın?
H.S.A: Yine koltuk öyküsünden devam etmek istiyorum. Öykünün kurgusunda devlet erkânının Beyefendi'nin koltuğunu ele geçirme çabalarına şahit oluyoruz. Bu olayı merkeze aldığımız zaman metinde geçen iç çatışmalar, toplumdaki hangi güç dinamiklerini yansıtıyor?
H.K: O bahçedeki herkes Beyefendi olmak istiyor. "Beyefendi kimdir, ne yapar, nasıl yapar, kolay mıdır, zor mudur, ben yapabilir miyim, başkası daha iyi yapar mı; topluma, komşulara, aileme, benden başka kişiye bir faydası olacak mı?" bunları düşünen pek yok. Düşünenler koltuktan da beyefendilikten de uzaklaşıyor ve kısır döngüye giriyor. Anlatılan hikâyede bir iç çatışmadan söz edemeyiz, onlar çoktan yapılmış ve doğru ya da yanlış bir karar verilmiş. Ama öncesinde Beyefendi olma isteğine gelen süreci anlatacak olursak orada iç çatışma daha belirgin olabilir.
H.S.A: Koku öykünüze geldiğimiz zaman karakteriniz Ragıp Hoşodör'ün kokuya olan merakı ve yeteneği üzerinden metni düşünürsek iç dünyasındaki eksiklikler ve arayışlar okura nasıl aktarılıyor?
H.K: Aslında bunu ne koku öyküsü ne de Osmanlı döneminde başlayan tarihi bir hikaye olarak tanımlarım. Bu öncelikle bir aşk, sonra da aile ilişkilerine dair bir öykü. Koku, savaşlar, ölümler, yalnızlıklar Ragıp Hoşodör'ün torununa kadar ulaşacak kurgunun biraz daha giriftleşmesi için konulması gereken dekorlar ve sahneler aslında. Öksüzlüğün, sahiplenmenin, serbest bırakmanın, kaçınmanın, çoğunlukla koşulsuz sevginin izleri sonunda bu sevginin paraya tahvili ile kırılacak gibi oluyor ama şimdilik kırılmıyor. İlerde kırılır mı? Şimdilik bilmiyorum.
Hoşodör'ün bu yeteneği olmasaydı âşık olmayacak mıydı? Muhtemelen olacaktı fakat başka birisine ve elbette olaylar farklı gelişecekti. En başta soyadı Hoşodör olmayacaktı ama sevdiği kişiyle ilgili karar vermesi gereken başka hikâyeler çıkacaktı. Başka çocuklar başka torunlar, başka torunlar başka hikâyeler anlattıracaktı bize. Belki okuduğunuz başka bir kitapta da anlatıyordur. Kim bilir?
H.S.A: Arkadaşım Azrail, kurgu açısından diğer metinlerinizden farklı bir matematiğe sahip. Bu metininizde yoğun monoloğa yer vermişsiniz. Karakter ve Azrail arasında geçen ironi içeren konuşmalar insanı farklı düşüncelere sevk ediyor. Genelde ölüm, insan için korkutucu bir bilinmezliktir. Bu yüzleşme anında gerçekleşen diyalog bana varoluş ve öbür dünya hakkında daha fazla sorular sordurdu. Siz yazarken nasıl bir felsefi ya da sosyolojik soruları bir araya getirip metni nihayete erdirdiniz?
H.K: Bu öyküde öncelikle ölümün kıyısından dönmek nasıl bir histir sorusuyla başlayan bir sorgulama var. Karakterin mahallesi ve sonrasında içine düştüğü ortam sebebiyle içinden geçeceği süreç de ona göre şekilleniyor. Mutlu bir aile tablosunda bu dönüş olsaydı karakter belki büyük bir bilim adamı olurdu. Azrail'in ya da ölümün tek bir formda düşünülmesi işimizi kolaylaştırsa da bunun da yaşam gibi sonsuz versiyonunun olabileceği de yazarken aklıma gelen başka bir husus. Bizim (öyküde patronun) delice dediğimiz şeyler akıllıca olan şeyleri sorgulamamız için bir yol açıyor aslında ama çok da düşünmemek lazım yoksa öyküdeki karaktere dönüşebiliriz.
H.S.A: Zeki Metin hepimizin yıllarca severek izlediği sanatçılar. Siz metinde bu isimleri farklı açıdan ele alıp bu isimlere farklı şekilde yer vermişsiniz. Öykünün finalinde de görüyoruz ki başkarakteriniz kendine "Zeki" ismini veriyor. Sizce bu isim, öykünüzdeki karakterin kişilik ve toplumsal algısı üzerindeki ilişkiyi nasıl dengeliyor?
H.K: Kendine Zeki ismini vermesinden ziyade o anlık bir çaresizliğin, isyanın ifadesi aslında. Zeki Metin tiplemelerinde fiziksel farklılık ve karakter olarak neredeyse zıtlık sıradan olduğu kadar dikkat çekici. Sevilmesinin sebebi bu belki de. Benim metne yerleştirdiğim ise daha önce fark etmediğim Zeki'nin ismiyle müsemma olmaması fikri. Birçok zıtlıktan ya da çatışmadan başka birisi. Sevdiğim, nahif bir öykü.
H.S.A: Michael Jackson'ın Küllerinden Doğan Adam öyküsü adeta insanın para için ne kadar ileri gidebileceğini, ahlaki açıdan ne kadar çöküş yaşayabileceğinin bir yansıması. Edebiyat açısından baktığımızda ise Burhan'ın iş hayatındaki başarısı, etik olmayan yollarla kazanılmış olsa bile bir sembol olarak değerlendirilebilir. Burhan'ın başarı için kullandığı yöntemlere bir anlamda karakterin anlam arayışı diyebilir miyiz?
H.K: Ne söylediğine ya da ne istediğine dikkat et, denir. Bu hikâyede de karakter birçoğumuz gibi para ve başarı istiyor. Bunun için de yaratıcı bir çözüm buluyor ve şansının yaver gitmesiyle işler büyüdükçe büyüyor. Öbür taraftan köyde kalan aile ile de gözle görülmese de hissedilir bir çatışma ve zıtlık ortaya çıkıyor. Bir yandan ileride olabilecek bir şeyi tahmin ederken öte yandan da isteklerimiz bizi (sadece kendimiz için olsa bile) iyiye yöneltiyor mu diye merak ettiğim bir hikâye. Burhan'ın hikâyede anlatılmayan kısımda mutlu mu mutsuz mu olduğunu ara ara kendime soruyorum.
H.S.A: Daha öyküsü kitaptaki favorilerimden biri. Bu öyküyü okumaya başladıktan sonra karşılaştığım sürprizi de ayrıca beğendim. Bu öykünüzün beni etkileyen kısmı ise karakter gelişiminin bu kadar net, açıkça gördüğümüz bir hikâye olması. Bu metin de aslında bireyin otorite, eş, içsel çatışmaları arasında sıkışıp kaldığının da bir yansıması. Burada işlenen evlilikteki sorunlar ve karakterin bu sorunların çözümünü aradığı kişi olan dede, karakterin aile içindeki rolünü nasıl etkiliyor?
H.K: Hiç. Bir şeyler yapıyoruz, bir şeyler yaşıyoruz ve sonuçlarını görüyoruz. İşler iyiye gittiğinde bir süre sonra buna yardımcı olan unsurları unutuyor ve tekrar özümüz neyse ona dönüyoruz. Elimizdeki iyilikle de yetinmeyip daha fazlasını istiyoruz. Orada sorumlu gerçekten laf taşıyan dede mi zaten özünde "daha" fazlasını isteyen karakter mi onun üzerinde düşünmek lazım.
H.S.A: Son soru olarak şunu sormak istiyorum. Karakterlerinizi oluştururken ilham aldığınız belli kişiler var mı ve karakterleriniz bu insanların birebir yansıması mı? Bazen yazarken ilham aldığımız kişileri olmasını istediğimiz doğrultuda da kendimizce geliştirir, düzeltiriz. Siz böyle yazdığınız kurgularda böyle bir düzeltme yaptınız mı?
H.K: Karakterlerim kim gerçekten bilmiyorum. Zaman zaman bir hikâyede olay akışında geçen bir karaktere doğrudan tanıdığım ya da internette vs. gördüğüm birisinin özelliklerini eklediğim oluyor ama genel olarak sınıflandırmayı ve birleştirmeyi zihin kendiliğinden yapıyor gibi geliyor. Bu karakter böyle bir şey düşünmeli/söylemeli/yapmalı gerekliliğini sanırım hafızamda yer eden bütün karakterlerin bilinç dışı kombinasyonuyla oluşturuyorum. Tek tük belirli bir kişi üzerinden yazdığım hikâyeler olmuş olabilir ama genellikle gelişine ve akışa göre ne olması gerektiğini düşünüyorsam karakterler o şekilde kendi kendilerine ortaya çıkıyor ve gelişiyorlar. Daha iyi ya da daha kötü yapmaya çalışmak yerine iyi ya da kötü nasıllarsa onu doğru aktarabilmek önemli diye düşünüyorum.
H.S.A: Hüseyin Bey, sorularımı içtenlikle cevapladığınız için teşekkür ederim. Kitabınız yeni çıkmış olsa da sizin üretken bir yazar olduğunuzu biliyor ve yeni metinlerinizi heyecanla bekliyorum.
H.K: Ben de son olarak hem değer verip kitabımı aldığınız hem de vakit ayırıp okuduğunuz; üstüne bir de benimle böyle güzel bir söyleşi yaptığınız için teşekkür ediyorum.
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 25.10.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 11.10.2024 11:18