Kuklacı Romanına Dair
Türkiyeli Ermeniler, Rumlar özelinde 40’lardan 90’lara uzanan hikâyemiz; fonda Tatavla, Beyoğlu, Şişli, Boğaziçi… Romanın başkahramanı Yeran’ın ailesine yönelik merak duygusu geçmişi canlandırıyor. Amcası Stavro’nun doğumuyla açılıyor roman. Sahne gözümüzde canlanıyor, aslında çok yakınken uzak olduğumuz bir dünyaya yavaş yavaş giriş yapıyoruz. Şimdi ve geçmiş arasında gidiş gelişler yapıyor gibi görünse de hikâyeler belli bir yerde birleşmeye başlıyor.
Yazarın ilk romanı olması açısından kurmaca sorunlarına değinerek ilerlemek istiyorum. Vaftiz töreni, Beyoğlu’nun Dünya Savaşları öncesi ve sonrası halleri, Tatavla Yangını, 6-7 Eylül Olayları, Hayat Mecmuası üzerinden Cahide Sonku’nun hayat hikâyesine bakıyoruz. Betimlemeler ve öğretici bilgiler kişilerin hikâyelerine zemin sağlıyor. Ancak her biri bir odak noktası aslında. Belli bir noktaya odaklanarak anlatmaya çalışmıyor yazar. Bu yüzden derinlikli bir anlatım ortaya çıkmıyor. 1900’lerden 2000’lee çok uzun bir zaman dilimini ele almasından da kaynaklanıyor bu durum. Çok sayıda kişi, olay, mekân, duygu metnin bağlarını gevşetiyor. Kişiler diyaloglar üzerinden anlatıyor olayları. Çok sayıda olay anlatımı metni zayıflatıyor. Bu anlatımları da Yeran’ın isteği üzerine genellikle Titina ve Koço yapıyor. Olaylar ve kişiler canlanmıyor bir türlü.
Öykünün temel derdi, sorunu nedir, ne anlatacak sorularını kendime ister istemez soruyorum. Örneğin merkeze çekilmesi gerektiğini düşündüğüm Cahide-Stavro aşkına bakalım. Aşkın ortaya çıkış süreci, birlikte olmalarının zorlukları, ayrılmalarına bağlı olarak ortaya çıkan ayrılık acısı-dini farklılık geçiştirilmeden- derinlikli bir biçimde ele alınabilirdi. Kişilerin duyguları, düşünceleri bu temanın geliştirilmesine; olup biten her şey bu temayı geliştirmeye hizmet edebilirdi. Bu açıdan 1.tekil kişi anlatıcı kullanımı bahsettiğim bu tarz sorunların çözümünü sağlayabilirdi.
Yeran’ın halası Titina ve eniştesi Koço’nun anlattıkları üzerinden aile tarihinin ayrıntılarına bakıyoruz. Sözlü tarih gibi de düşünülebilir. Ancak metnin bütününe baktığımızda ucu bucağı belirsiz diyalogların sorun yarattığını fark ediyoruz. Şöyle ki diyaloglar hem tek başına, hem de ötekilerle birlikte bir şeyler anlatmalı; hikâyeye, kişilerin gelişimine hizmet etmeli, ilişkileri ortaya çıkarmalıydı. Ünlü yazarlarımızdan Hüseyin Rahmi Gürpınar, hikâyelerinde kişilerini rahatça konuşturur. Kişiler bolca dedikodu yaparlar. O günün hikâye anlayışında bu mümkündü, bu gün artık bir şey anlatmayan diyaloglar olamaz. Diyaloglar ne anlatıyor diye daha dikkatlice baktığımızda cümlelerin tasarruflu olmadığını; günlük hayatta kullanılan ve çok şey ifade etmeyen cümleler olduğunu görüyoruz. İşlevsel değiller. Tek bir konuşma cümlesi kahramanın kişiliğini ortaya çıkarabilir çünkü.1. tekil kişi anlatıcı kullanımına bağlı olarak karşılıklı konuşmaları iç konuşmalar gibi düşünerek yazmak bir teknik olarak denenebilirdi pekala.
Kişiler anlatılmak yerine öykünün içinde yaşamalılar. Anlatıcının anlatması yerine kendileri canlanmalı. Kişiler bir şey yaşayacaksa, o öykünün hikâyesi olacaksa, kişiler yaşantılarıyla bunu ortaya çıkarmalı. O yüzden Yeran, Stavro, Cahide, Titina ve Koço başlı başına bir roman kahramanı olmayı hak ediyorlar.
Kuklacı, Talin Azar, Siyah Kitap, 1. Basım, Mart 2017, 343 sayfa, Roman.
Yazar: Serkan PARLAK - Yayın Tarihi: 19.05.2017 09:00 - Güncelleme Tarihi: 17.05.2017 15:36