Kültür, Medeniyet Ve Çocuk
"Bir dünya bırakın biz çocuklara"
(Adnan Çakmakçıoğlu)
İlk Hıristiyanlar Roma'yı şeytanın krallığı olarak görürlermiş ve bu düşünceleriyle de kalmayıp "arkasından kıyametin kopacağı ve korkunç mahkemenin geleceğine" (İzetbegoviç, s. 106) inanırlarmış. Anlaşılan o ki medeniyet ve çıktılarına –ki şehirler medeniyetlerin olmazsa olmazlarındandır- yönelik eleştirirler sadece günümüze ait bir şey değildir, dünden bugüne karşılaşılan bir durumdur. Aliya bu durumun "yabancılaşma etkisi yaratan şehircilik unsurları"na (İzetbegoviç, s. 106) karşı takınılan bir tavır olduğunu ifade eder. Zira şehirlerin büyüklüğü ve bununla birlikte onlara daha modern bir görünüm verme isteği arttıkça, beraberinde bu istek insanoğlunun tamahkârlığı ile birleştikçe doğanın katli ile karşı karşıya kalınmakta ve doğaya yabancılaşmış kitleler ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde davranarak insan, tabir-i caizse, kendi kuyusunu kendisi kazmaktadır; zira bu durumun sonuçları dönüp dolaşıp insanı hem maddi hem de manevi anlamda olumsuz bir şekilde etkilemektedir ve daha da artan bir oranda etkileyeceği aşikârdır. Fakat bir grup vardır ki bu doğa katliamında zerre miktar etkisi olmamakla birlikte maddi manevi en büyük hasarı onlar almaktadır. Bu kesim ise çocuklar/çocuklarımızdan başka kimse değildir. Onların oyun alanlarını betonlara boğuyor; evle okul arasında zikzak çizen çocuk biraz nefes almak istediğinde arabalara amade edilen sokaklarda kendilerine yer bulamayınca eve sığınmaktan başka çare bulamayan çocukların ellerine tutuşturduğumuz tablet ve telefonlarla körpe zihinlerini uyuşturuyoruz. Kestiğimiz her ağaçla onların geleceğinden çaldığımızın ise farkında dâhi değiliz. En acısı da bütün bunları onların daha iyi bir yaşam (!) sürmeleri için yaptığımıza inanıyor olmamız olsa gerek. Oysa bilimsel çalışmalar ortaya koymaktadır ki bu şekilde özgürlüklerine ket vurulan çocuklarda başta dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, obezite olmak üzere pek çok fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklar baş göstermektedir.
Tüm bunlar ise medeniyet ve çıktılarına yönelik eleştirilerin çok da haksız olmadığını bir kez daha kanıtlar niteliktedir, ayrıca bu eleştiriler "dün olduğu gibi bugün de din, kültür ve sanattan" (İzetbegoviç, s. 106) gelmektedir. Özgür Balpınar'ın kaleminden çıkan Yeryüzünün Kalbi, Göğü Yere İndirelim ve Düşler Atlası kitaplarından oluşan seri de medeniyet ve tezahürlerinin yarattığı yabancılaşmanın başta çocuklarımız üzerindeki etkilerine yöneltilen bir eleştiri olarak değerlendirilebilir. Zira bahsi geçen eserler medeniyet ve tezahürlerinin baskın olduğu bir ortam ile kültür hâkim bir ortamda yetişen çocuklar ve onların davranışlarındaki farklılıkları mükemmel bir kurgu dâhilinde sermektedir gözler önüne.
Yeryüzünün Kalbi
"Ateşin başını çevrelemiş insanlar kahkahalarla ormanı çınlatıyordu. Alevlerin içinden yükselen çıtırtılar bu mutlu insanlara birlikte yaşamalarının paha biçilmez bir duygu olduğunu hatırlatıyor ve sanki eksik bir hissi, bir boşluğu tamamlıyordu. Ağaçların hışırtısı ve yabani hayvanların uzaktan duyulan sesleri de bu birlikteliğe keyifle katılıyordu. Ilık bir rüzgâr insanların arasında gezinip duruyor, onlara uzaklardan taşıyıp getirdiği çiçeklerin ve ıslanmış otların kokusunu bir hediye misali cömertçe sunuyordu." (Balpınar, s. 11)
Bu cümleler ile karşılar serinin ilk kitabı okurlarını; yabancılaşmanın ayak seslerinin ateşin içinden yükselen çıtırtı seslerinin, şen kahkahaların, doğanın kendine has sesinin arasında kaybolup gittiği kültür hâkim bir ortamın betimlemesiyle neleri kaybettiğimizi daha ilk satırlardan gözler önüne sermek istercesine. Böyle bir ortamda yaşamaktadır öğrenci değişim programı ile Türkiye'ye yolculuk yapacak olan Bamba. Hiç ayrılmak istemez kabilesinden –Bamba Kongo'nun İturi Ormanı'nda yaşayan Mbuti Kabilesi'nin bir ferdidir- fakat kabile lideri Mobutu'nun "Başkalarıyla paylaşmadıktan sonra, öğrendiklerin ne işe yarar ki?" (Balpınar, s. 12) sözleri ve Bamba'nın öğretmen olma hayali onu düşürür yollara; ama öncesinde ihmal etmez ağaç dostu Woody'ye hoşça kal demeyi. Ve nihayetinde Türkiye'ye geldiğinde yanlarında yaşayacağı aile olan İlker ve Aslı çifti karşılar onu. Türkiye'ye gelmekte isteksiz olan Bamba betonlara gömülmüş şehre, bu şehrin caddelerinde ellerinde telefonları ile oradan oraya acele acele koşturan insanlara, korna seslerine, taşların arasına gömülmüş ağaçlara, aynı evin içinde dâhi telefona, televizyona bakmaktan birbirlerinin yüzüne bakmayan insanlara, bilgisayar başında saatlerini harcayan çocuklara şahit olunca bu insanlara acımaya başladığını fark eder. O bu hisler içinde iken tüm bunlara meydan okurcasına taşların arasından çıkan çiçek -okulda maruz kaldığı ötekileştirmeye rağmen- ona buraya gelme amacını keşfetmesine yardımcı olur. Ve yeni okulunda tanıştığı arkadaşı Yıldız ile beraber bir dönüşüme imza atarlar; Mukadder Öğretmen'in yardımlarıyla da az zamanda çok iş başarırlar. Tabii bu süreçte başlarına gelmedik macera da kalmaz; hem de ne macera ama!
Göğü Yere İndirelim
Serinin ikinci kitabında ise Aslı ve İlker'in çocukları Deniz'in Kongo'da Mbuti Kabilesi ile yaşadıkları anlatılmaktadır. Deniz, ailesinin tek çocuğudur ve her isteği yerine getirilmektedir; bu durum onun "biraz şımarık, biraz da sorumsuz ve bencil," (Balpınar, s. 12) olmasına yol açar. Fakat yaramaz olduğu kadar zekidir de; öyle ki sınıf birincisidir aynı zamanda okul futbol takımının kaptanlığını da yapmaktadır. Saygısızca davranışları bulunmamasına rağmen onun yaramazlıkları artık okulda, okul müdürü dâhil, herkesin şikâyette bulunmasına sebep olur ve bunun üzerine Aslı ile İlker bir çare aramaya girişirler; aldıkları öneriler dâhilinde Deniz'in bir öğrenci değişim programına katılmasına karar verirler. Deniz kura sonucu Afrika'da bir kabile yaşamı süren bir çocukla eşleşmiştir ki bu çocuk ilk kitaptan tanıdığımız Bamba'dan başkası değildir.
Bamba nasıl yaşadığı çevreyi elinden geldiği kadar değiştirmeye gayret gösterip, pek çok insanın kalbine dokunabilmeyi, o insanların artık hayatlarına farklı bir pencereden bakabilmelerini sağladıysa kabilesi olan Mbuti halkı da Deniz'in bireysel dönüşümüne yardımcı olabilmek adına yardımlarını esirgemezler; hatta onu kendi çocuklarından ayırt etmezler. Tabii bu süreçte Deniz'in de başından geçmedik macera kalmayacaktır. Neler midir o maceralar? Öğrenebilmnek için sizleri kitabın sayfalarını aralamaya davet etmem gerekecek. Deniz, şeylerin kölesi olmayan o insanların özgürlüğü nasıl doya doya yaşadıklarına ve bütün duyguların saf halde yaşanmasına şahit olur. Onların bir hayatı acısıyla tatlısıyla her şartta birlikte paylaşmalarından, burada yaşayan her insanın eşit olmasından, doğaya olan saygılarından, onunla bütünleşmiş bir yaşam sürmelerinden, kültürlerini koruyabilmek için sergiledikleri çabalardan o kadar etkilenir ki, programın süresinin dolması nedeniyle, oradan ayrılmak durumunda kaldığında artık eski Deniz olmadığının kendisi bile farkındadır; ailesi ve öğretmenleri de bu durumu fark etmekte gecikmeyeceklerdir. Onun bu dönüşümünde ise Bamba'nın babası Basalito'nun etkisi en büyük paydaya sahiptir; zira "Bu koca adam Deniz'e her şeyi sil baştan öğretmiş ve bugüne kadar bildiğini sandığı birçok şeyin gerçek değerini hatırlatmıştı. Yaşamın sevgiyle, doğayla, aşkla kesiştiği noktaları yakalamasını sağlamış, ona bütün bu duyguların daha yüce anlamlara bürünebileceğini hissettirmişti." (Balpınar, s. 136)
Düşler Atlası
Serinin son kitabı Düşler Atlası'nda ise ilk iki kitaptan aşina olduğumuz "Öğrenci Değişim Programı adı altında farklı ülkelerden öğrencilerin bir okul dönemi için yer değiştirdiği katılımcılar" (Balpınar, s. 21) okurlara topluca bir merhaba der gibidirler. Programın en başarılı iki öğretmeni seçilen Mukadder ve Shiwa'da çocuklara eşlik ve önderlik etmektedirler. Gezi esnasında gemilerinin bir arıza nedeniyle karaya vurmasıyla kendilerini, başlarına gelecek olaylardan habersiz, Tavşan Adası'nda bulmaları bir olur ve adanın yerlisi Ra ile yolları kesişir.
Ada halkı, dışarıdan gelen yabancıların kendilerine zarar verme eğiliminde olmalarından, onları yok sayıp para uğruna adalarını ele geçirmeye kalkışmalarından dolayı yabancı insanlara karşı hiç sıcak davranmamaktadırlar. Fakat Ra, onların bu yaklaşımlarına hak vermekle birlikte, görüşlerine tam olarak katılmamaktadır; o her insanın bir olmayacağına, dünyada iyi insanların da olduğuna kalpten inanmaktadır. Zaman ise onu haklı çıkarmakta geç kalmayacaktır. Öyle ki para uğruna kendi yaşam alanlarını çöle çevirmekte bir beis görmeyen doğaya yabancılaşmış insanların insana da yabancılaşmasıyla, sözde medeniyet getirmek adına ancak gerçekte yine para uğruna, insanların yaşamlarını, kültürlerini hiçe sayarak açtıkları savaşta ada halkı ile konukları omuz omuza savaş vereceklerdir. Bamba ve kabilesiyle tanışmadan önce yabancı gördüklerini ötekileştirip düşman olarak görme eğiliminde olan, bencilce davranan çocuklar bakmaya başladıkları farklı pencereler sayesinde bir halkın kültürünü koruyabilmesi için ellerinden gelenin en iyisini sergilemekten geri durmayacaktır.
Sonuç
Medeniyet ve getirileri elbette ki insan ve doğa yararına olduğu müddetçe kıymetlidir; ancak ne yazık ki, yazımızın başında da ifade ettiğimiz üzere, bu tezahürler insan tamahkârlığı ile birleşince çoğunluğun ve doğanın zararına olacak bir şekilde ilerlemektedir. Richard Louv Doğadaki Son Çocuk isimli kitabında bu zararlardan bahsederken 'doğa yoksunluğu sendromu' ifadesini kullanır. Bu tabir "doğaya yabancılaşmanın insana getirdiği maliyeti," (Louv, 2018) ifade etmektedir. Deniz'in bencilce davranışları, diğer çocukların Bamba'yı ilk etapta öteki olarak görüp düşman saymalarının arkasında bu yoksunluğun yansımalarını görmek mümkündür. Çünkü Bamba'nın ve kabile halkının o insanların yüreklerine dokunmalarıyla başta tüm o çocukların ve dâhi büyüklerin hayatlarının geri kalanına farklı bir pencereden bakmaya başlamaları bu durumun en önemli göstergesidir.
Nihayetinde, Basalito'nun da ifade ettiği gibi "doğaya uyum sağladığında dünyadaki en zararlı canlı türünün insan olduğunu," (Balpınar, s. 44) fark etmeye başlıyor insan. Çare ise insanın yine kendisinde! Çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya bırakabilmek için, çok geç olmadan, Bamba ve dostları gibi, biz ne yapabiliriz demeden, karanlığa bir mum yakmayı seçip emek vermeli, sabretmeli ve mücadele etmeliyiz… Bu yolda bu üç kıymetli eser umudumuzu taze tutabilmek noktasında büyük önem arz etmektedir. Çocuklardan öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki… Hakkıyla idrak edebilmek temennisiyle…
Kaynakça
Balpınar, Ö. (2022). Düşler Atlası. İstanbul: Timaş Yayınları.
Balpınar, Ö. (2022). Göğü Yere İndirelim. İstanbul: Timaş Yayınları.
Balpınar, Ö. (2021). Yeryüzünün Kalbi. İstanbul: Timaş Yayınları.
İzetbegoviç, A. (2021). Doğu Batı Arasında İslam. (E. Nurikiç, Çev.) İstanbul: Ketebe Yayınları.
Louv, R. (2018). Doğadaki Son Çocuk. (C. Temürcü, Çev.) Ankara: Tübitak Yayınları.
Kitaplar: Yeryüzünün Kalbi
Göğü Yere İndirelim
Düşler Atlası
Yazar: Özgür Balpınar
Yayınevi: Timaş Yayınları
Yazar: Şerife Saliha BOZOKLU - Yayın Tarihi: 15.08.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 13.08.2022 23:35