Kültürün Bunalımından Bunalım Kültürüne, Düşünce, Misafir Köşesi

Kültürün Bunalımından Bunalım Kültürüne yazısını ve Misafir Köşesi yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Kültürün Bunalımından Bunalım Kültürüne

28.11.2022 09:00 - Misafir Köşesi
Kültürün Bunalımından Bunalım Kültürüne

Postmodern Kaos Ve Sinema

Banu ÖZBEK yazdı...

Postmodernite, kendisini üzerine inşa ettiği temel ilkelerinin çökmesiyle bunalıma giren modernizmin oluşturduğu belirsizliğin kaosu olarak ortaya çıkan durum. Sinemanın icadı da bu kaotik döneme denk gelir. Dil ve resim üzerinden oluşmuş gerçeklik algısı resimlerin hareketlenmesiyle (hareketin zamansallığı) değişir, dönüşür. Sinemayı diğer sanat dallarından ayıran diğer özelliği de teknoloji ile göbekten ilişikliği. Sinema aparatlarındaki yenilikler, diğer teknolojik gelişmeler bu kaçınılmaz ilişikliği pekiştiriyor. Sinema ve teknoloji birlikte gelişiyor, dönüşüyor ve insanı (seyirciyi) da bu değişim, dönüşümün ortağı kılıyor.

Teknoloji, insan icadı olsa da iradesi üzerindeki etkisiyle insandan bağımsız, insanı aşan ve insana rağmen müstakil bir güç olarak her geçen gün daha fazla hayatlarımıza giriyor. Modern çöküşten postmodern kaosa savrulan insan, artık belirleyici, ideal özne/tanrı olarak vücut bulan teknolojinin iradesi üzerindeki etkisinin telmihlerine ayamayacak kadar da bıkkın ve zeminsiz. Postmodern kaosla ortaya çıkan yeni gerçekliğin her alanda ürettiği bunalımın entelektüeller için muazzam veriler sunduğu muhakkak. Lâkin bu verilerin tezahürleri de bir o kadar bunalımı derinleştiriyor.

Prof. Dr. Rıdvan Şentürk'ün sinema ve tarihiyle ilgilenenler için kaynak niteliğindeki "Postmodern Kaos ve Sinema" kitabı, modernliğin etik-estetik, psikolojik, söylemsel-entelektüel evreninin postmodern dönüşüm süreçlerini ilgili filmler üzerinden derinlemesine analiz ederek pekiştirirken, postmodern figüratif estetiğin açmazlarını da ortaya koyar. İlahiyat, felsefe, tiyatro, müzik, şiir, sinema alanında eserler veren Rıdvan Şentürk'ün, "Postmodern Kaos ve Sinema" adlı eseri ilk 2007'de Almanya, 2011'de de ülkemizde yayınlanır. Yazarın düşünce evrenini anlamak için şu bir kaç başlığı vurgulamak doğru olur: Postmodernitenin modernizmin devamı, karşıtı ve çöküşünün müsebbibi olarak ortaya çıkmadığını, teorik bir yapısı olmadığından "izm" olarak adlandırılamayacağını, postmodernitenin, sanat teorisyenlerinin, sanatçıların ve filozofların icadı değil, yaşadığımız dünyanın ve gerçekliğin bir durumu olduğunu, sinemanın sürekli değiştiği için bir kimlik ve gelenekselliği olmadığını ve ancak teknolojik gelişmelere bağlı olarak geleceği hakkında tahminlerde bulunulabileceğini söyler.

Esere Dair Çözümlemeler

Kitapta; klasik-gerçekçi, söylemsel sinemanın sürdürülemez olan yaklaşımının yarattığı bunalımı, postmodern figüratif estetiğin imkânlarını, bu imkânların berhava oluşunun izlerini süren yazar, postmodern anlayışın ruhuna uygun düşecek şekilde nasıl olmalı'ya dair filmler üzerinden (en azından bu kitapta) örneklendirmelerde bulunmaz.

Kitap evvela modernizmi mercek altına alır. Modernizm projesinin üzerine kurulduğu ilkelerin nasıl kendi içine doğru çökerek bir bunalıma evrildiğini, öznenin modern söyleminin, özneyi önce bölünmeye, sonra tamamen ortadan kaldırmaya, postmodernitenin ise bu durumu olgu olarak kabul edip, kendi estetiğine temel dayanak yapmasını oldukça detaylı anlatır (Şentürk, 2011, s. 25).

Yazar, modern söylemin belirleyici iki figürünün üzerinde durur: Erken modernizmin ana vasfını belirleyen tabiat ilimlerinin ayrıştırılma sürecinin aklın toplumsal, bilişsel ve kültürel nesne üzerinde güç kullanımını sembolize edişinin mimarı olan Galileo. Ve aklı, farklı bilgi ve tecrübe alanlarına bölmesiyle ayrıştırmayı derinleştirerek, bunun günümüzde tecrübe ettiğimiz öznenin bölünmesini getireceğini sezemeyen İ.Kant (Şentürk, 2011, s. 42) olduğunu söyleyerek, modern bunalımın başlangıç temeline işaret eder.

Yazar, modernizmin karakteristik yapısını oluşturan iki amentünün çöküşüne dikkat çeker: Tabiatın hâkimiyet altına alınmasını içeren tarihi ilerleme fikri ve insani evrim konsepti. Bunun, tabiat ilimlerinin ilkelerine olan inancı sarsan diğer keşiflerle birlikte gerçeğin (olguların) karakterinin değişmesinin sebep-netice ilişkisinin geçerliliğini sınırlaması, tarih şuurunu oluşturan tasarım ile gerçeklik, şuur ile eylem arasındaki interaktif ilişkinin gerçeklikle anlamlandırma arasındaki dengeyi kaybetmesiyle oluşan süreci üzerinde durur (Şentürk, 2011, s. 48).

Algı, düşünme, kavrama ve dilin teknolojik gelişmeyle erişilen hız ve taleplere yeniden uyum sağlamak zorunda kalışı ve sayısız biçimler, semboller, gösterge ve gösteren, iletişimler, haberler ve resimlerin mütemadiyen ve aynı anda bize ulaşarak, kendimizi yönlendirebileceğimiz, bir sanat eserinin farklı bakış açılarını kendisinden hareketle belirleyebileceğimiz bir nispet noktası bulmayı imkânsızlaştırmasının çıktılarına değinir (Şentürk, 2011, s. 50). Hızın, insan vücudunun ve şuurunun dayanma gücünü aşması ve zaten sınırlı olan (makinaya göre) kabiliyetleri zorlaması karşısında öznenin nesne gibi işleme tabi tutulmasının (Şentürk, 2011, s. 51) yani vücudu, ruhi veya toplumsal olanın bir mekânı olmaktan çıkarıp içerden ve dışardan gözetim altında tutulabilen, kodlanabilen ve teknik minyatürleşmiş organizmalarla nüfuslandırılabilen bir yapı haline getirilmesinin dillendirilmesini yazar şu soruyla kışkırtır: "Evrim, eğer teknoloji insan vücudunun içine girerse, ortadan kalkmıyor mu?" (Şentürk, 2011, s. 58).

Enformasyonun mekân-zaman-madde bağıntısına eklemlenmesi, tabii ve bütünlüğü olan algılarımızdan oluşan çevrenin yanına elektromanyetik verilerin çevresinin yerleştirilmesi ve bu taşınabilir olan çevrenin gerçek mekânın geleneksel perspektiflerini gerçek-zaman ve simülasyon (cyberspace) perspektifleriyle bölüp parçalaması ve virtüel mekânın gerçek mekândan ayırt edilememesini virtüel gerçekliğin bütün bakış açılarını sunan 1992 yapımlı The Lawnmower Man filmi üzerinden analiz eden yazar, filmin, modern ideallerin insanlığı nereye sürüklediğine dair sorulara sevk etmesine değinir (Şentürk, 2011, s. 61-65). Yazar, televizyon programları üzerinden de gerçek olanın nasıl hiper gerçekliğe (gerçekten daha gerçek, sanal gerçek) dönüştüğünü çözümler (Şentürk, 2011, s. 74-75).

Algıda yaşanan ve yepyeni bir dünya anlayışına yol açan dönüşümü anlamadan çağımızı anlamanın mümkün olmadığını dile getiren yazar, bakış ve algının yani gerçeğin görüntüsünün toplumsal çeşitlendirilmesinin günlük hayat düzenini, ritmini niteliksel bir biçim ve tarzda belirlemesiyle gözlemcinin kendisi sürekli daha da pasif, durgun, bakışın ise daha hareketli daha virtüel hale geldiğini söyler (Şentürk, 2011, s. 75-78).

Sinematografinin doğuşu yani gerçeğin filmsel gösterimiyle, bakışın hareketliliğinin de lüzumsuzlaştığını, çünkü, göze sadece gösterileni görebilecek bir işlev yüklendiğini ve nihayetinde şuurun bir kolaj, görmenin bir montaj (Paul Virilio) haline geldiği söylemlerinin izini sürer (Şentürk, 2011, s. 80-81).

Postmodern Estetik Zemin: Freud'un Psişik (Ruhi) Topografyası

Yazar, farkında olarak ya da olmayarak modernizmin temeli olan öznenin inhilaline yol açan, modernizmin çöküşünün mimarı ve de postmodernitenin figüratif estetiğine ilham ve imkân sunan Freud'un merkezî düşünce çizgisinin izlerini özellikle sinema tarihi ve filmler üzerinden sürer. Freud, 1923 ile 1933 yılları arasında geliştirdiği Ruhi (psişik) sistemini (Üst-ben, Ben ve O/Id) eski ve yeni mekânsal tasavvuruna göre revize ederken şuur-dışı sistemini artık Ben'e yabancı ruhi bir bölge olarak tasavvur etmez. Freud öznenin merkezi konumunu yitirdiğini ve topyekûn inhilalini önlemek için ben-şuurunun güçlendirilmesi gerektiğini "Nerede O/Id varsa, Ben olmalı!" sloganıyla dillendirir. Bununla gerçeklik ilkesinin vekili Ben, azgın zevklerin temsilcisi O/Id'i bir psikanalizci edasıyla çocukluktan yaşlılığa kadar süren bir rehabilitasyona sokar.

"Özneyi müphem bir konuma yerleştiren, Ben'e, kendi içinde var olmaya izin vermeyen aksine onu güçler arası çatışmanın karşılaşma noktası, terkip edilmiş/terkibi bozulmuş ve en önemlisi artık özerkliği olmayan bir şey olarak takdim eden Freud düşüncesi, öncelikle merkezden uzaklaşmaya (Althusser), öznenin kaybolup gitmesine işaret ediyor." Yazar, Bu mekânsal-yatay sistemden daha sonraki dinamik-dikey yapıya geçiş, esasen oldukça hermenötik, hatta postmodern bir tesire sahip olabilirdi, fakat Freud'un kendisi buna oldukça uzak durmaktaydı" (Şentürk, 2011, s. 88)

İfadelerini kullanırken, postmodern estetiğe malzeme olan Freudyen söylemi bilhassa sinemada alabildiğine süflileştiren ve büsbütün özneyi değilleyen aktörlerin Freud kadar pervasız olduklarında beis yok.

Freudyen sistem doğrultusunda şekillenen klasik-gerçekçi estetiğin sürdürülemez gidişatı bir karşıtlığa evrilir. Sinemada izlerini gördüğümüz psikanalitik anlayış ile postmodern estetiğin temel tavrı arasındaki bu karşıtlık, gerçeklik ilkesini içeren tali süreç yani Ben ile şuur-dışı sistemi, zevk ilkesini içeren iptidaî süreç yani O/Id ile ilgili. Modern kültür, söylemsel olana, gerçeklik ilkesine tekabül ederken, arzunun postmodern estetiğine malzeme olan O/Id ise figüratif olana tekabül eder. Bu tekabül ya da kabul postmodern estetiğin dayanağı olurken, salt şuur-dışı çıktılarının hakim olduğu filmlerle de desteklenir.

Bu ayrıma dekonstrüktif bir biçim ve tarzda Freudyen terminolojiye dayanan postmodern düşünür L.E.Lyotard ve postmodern hassasiyeti ilk defa 60'lı yıllarda dillendiren S. Sontag tarafından katkı yapılır (Şentürk, 2011, s. 93-94). Postmodern estetiğin oluşumunda katkısı olan bu düşünürler üzerinden ilerleyen yazar, postmodernitenin, iptidaî ve tali süreçler arasındaki ilişkinin postmodern dönüşümünde tali surecin/Ben'in iptidaî süreç/O/Id tarafından kolonileştirilmesini bilhassa sanatta tercih ettiğini ve katı, hiyerarşik biçimde bölümlenmiş ruhiyatı reddettiğini, bunun yerine;

"arzuyu temel olarak değil, sanatsal sunumun yüzeyinde infilak eden ve nihayet toplumsal, kültürel pratiklerin yüzeyinde her an hazır bulunan bir ruh olarak tasavvur etmektedir. Bu yüzey, öykülemeci anlamın ve temsilin diktasından veya değer kanunundan kurtulmuş olarak, muhtelif gerçeklik düzeyleri ile oynamak suretiyle meydana gelen iç patlamanın (implosion) yüzeyidir. Yani bu muhtelif gerçeklik düzeylerinin vücudun/nesnenin derisi (sinema perdesi veya ekran) üzerindeki bir yüzey-oyunudur. işte sunumun, dışavurumun, vücudun/nesnenin derisinin/yüzeyinin özdönüşümsel oluşunun gücü budur." "Bu, bir zamanlar Lumiėré'in The Arrival of the Train filminin seyirciyi şoke eden yüzey derinliğidir. Şuur-dışı yüzeyinde sanat, fantezinin kendisi belki değil ama, en azından izlerini açığa çıkarmakta ve böylece tali anlamlandırmanın uzaklaşmasıyla açık, dekonstrüktif bir mekân hizmete sunulmaktadır. Bu şuur-dışı mekânın bir merkezi olmadığı gibi, zamana ve gerçeklik ilkesinin düzen zorlamasına karşı da bir saygısı yoktur. Burada çoktan merkezî konumunu yitirmiş olan özne mevcut değildir. Burada öznenin temsilî söylemi artık oluşmamakta, sadece içinde öznenin kendisini kaybettiği ardışıllık (süksesyon) mevcuttur. Burası rabıta, konstrüksiyon ve hiyerarşinin değil, irtibatsızlık, dekonstrüksiyon ve transgresyonun geçerli olduğu bir mekândır" (Şentürk, 2011, s. 105-106)

ifadeleriyle özne-merkez ve arzunun postmodern tezahürünü irdeler.

Modernizmin ayrıştırma sürecinin tersine işleyen postmodern estetiğin, farklılıkları saydamlaştıran (gerçeği gerçek olmayandan, hakikati hakikat olmayandan, rasyonel olanı olmayandan ayırt edemeyecek kadar sınırların iç içe geçmesi) ana vasfının postmodern estetiğin diğer sınır aşımı, metinlerarasılık/dil oyunları, özdönüşümsellik, dekonstrüksiyon, gösterilemez olanın gösterimi ve iç patlama (implosion) gibi bakış açılarının temelinde bulunduğunu söyleyen yazar, bunu ilgili filmlerle detaylı örneklendirir (Şentürk, 2011, s. 106-107).

Yazar; modernite ve postmodernitenin temel vasıflarını, ana kavramlarını ortaya koyduktan sonra, bu vasıflara haiz filmler üzerinden sinema tarihindeki gelişmeleri, dönüşümleri büyük bir titizlikle analiz eder. Bu meyanda, Lumiére kardeşlerle başlayan, öyküsüz, kısa, tabii algıyı taklit eden hareketli resimlerin etkisini şöyle dile getirir: "Sinematografinin hakiki gücünün nerede olduğunu gösteriyorlardı: Kameranın (seyircinin) gözü, var formu içinde vuku bulan hadiselere şahitlik ediyordu" (Şentürk, 2011, s. 203).

Griffith (1875-1948), sinemada klasik-gerçekçi anlatımı yerleştirirken bu anlatım yapısını geliştiren, reforme eden veya buna direnen anlatım ve gösterim biçimleri ortaya çıkar. Bu akımlar Ekspresyonizm, Sürrealizm, Neorealizm, Film Noir ve Godard'la özdeşleşen, klasik-gerçekçi ve öykülemeci estetiğe ciddi muhalefet gerçekleştiren, modern şuurun bunalımını yansıtan estetik-söylemsel modern sinema. Bu akımlar, klasik temsile karşı duruşları ve gerçekliğin tek bir anlatım tarzı olamayacağı üzerinden hareket ederler.

70'li, bilhassa 80'li yıllarda filmin, tarihinin yeni, bunalımlı fakat belirleyici bir dönemece girme sebeplerinden birinin filmin öyküleme, temsil ve algının geleneksel biçim ve yapılarını müphemleştiren yeni gösterim ve algı biçimlerini, yeni hassasiyetleri ve ifade imkânlarını sunarak gerçekliğin sınırlarının değişmesini sağlayan bilgisayar teknolojisinin gelişmesi. Diğer sebebi de resimlerin artık söylemsel iddiaları, dünyayı, nesnelerin kaotik düzenini bir ideoloji, belirli bir ahlak ve teoloji lehine değiştirmekten ve toplumla karşı karşıya gelmekten vazgeçmiş olmaları olduğunu söyleyen yazar:

"Resimler, söylemsel ilkelere değil de, sürekli olarak daha çok, arzunun ve zevk ilkesinin metamorfozlarına tabi olduklarında, politikanın, savaşın, sosyo-kültürel hadiselerin vs. seks, romans, tüketim arzusu, yemek ve içmekle eş tutulmasına yol açacak biçimde, zevk ve arzunun tabiileştirmenin kıstası haline geldiği bir dünyaya yaklaşmaktadırlar" (Şentürk, 2011, s. 366-367)

Şeklindeki ifadesiyle bilhassa figüratif-postmodern filmlerde tebarüz eden, hiç'in varlığa içkin bir öz olarak ortaya çıkışının arttığını belirtir (Şentürk, 2011, s. 377).

Tüm bu mülâhazaların son sözünde yazar, hâlihazırdaki bunalımın çıkış noktasına yani bütün bilgi alanlarının söylemleştirilerek çoğaltımının etik ve ahlaki temelden yoksunluğunun yarattığı bunalıma değinir: "hakikatin ve gerçek olanın gerçekliğinin belirlenmesinde mutlak ölçü olarak kabul edilen öznenin iflasına yol açan modern bunalımın oluşmasının en önemli sebeplerinden biri hakikate ilişkin söylemlerin izafileştirilmesidir" (Şentürk, 2011, s. 490).

Bu izafilik, bunalımın tarih-sonrasına kaos olarak yansırken, postmodern anlayış, hazır bulduğu ve olgu olarak gördüğü bu kaotik durumdan beslenmektedir. Esasen tüm bu anlatılagelenlerin, yani postmoderniteyle bunalımın kültür haline gelmesi, sinemanın postmodern estetiğinin buna katkısı, teknolojinin hem beden hem de iradesini zaptettiği, modernizmin tanrısı insanın, postmoderniteyle esfel-i sâfilîn haline dönüşünün hikâyesi. Şentürk'ün "Postmodern Kaos ve Sinema" adlı eseri sonuç olarak; geniş bir çerçevede sinemayı ana tema olarak ele alırken sinemanın anlam durumuna dair dönemsel bir yaklaşımı da göz önüne sererek ayrıntılı bir çözümleme örneği sunar.

Modernizmin etik-estetik, kültürel, psikolojik, söylemsel kalıplarının sinemadaki izdüşümlerinin, postmodern figüratif estetik tarafından dönüşümünü filmler üzerinden çözümlerken, dijitalleşmeyle ivmelenen bu karşılıklı dönüşümün sinemanın geleceğini gitgide belirsizleştiren ufkuna da dikkatleri çeker. Film sanatı ile ilişkili meselelerin, özne, nesne, varlık, zaman, mekân, gerçeklik, şuur ve şuur-dışılık veya ilim, teknoloji, tarih, etik-ahlak, estetik, kültür, tabiat vb. gibi varoluşsal problemlere ilişkin temel kavramlardan arınık tartışılmasının mümkün olamayacağının altını çizerken, insan olmanın en asli vasfı olan şuurun, varlığa müteallik bu kavramlara yabancılaş/tırıl/masının, hâlihazırdaki kaotik durumla başa çıkma gücünü insanın elinden alma tehlikesi ana mesele/ruh olarak kitap boyunca kendini hissettirir.

Kaynakça

Şentürk, R. (2011). Postmodern Kaos ve Sinema. İstanbul: Avrupa Yakası Yayınları.


Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 28.11.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 27.11.2022 22:19
875

Misafir Köşesi Hakkında

Misafir Köşesi

Kitaphaber ailesine misafir olmuş konuk yazarların yazılarını bu profilde bulabilirsiniz.

Misafir Köşesi ismine kayıtlı 1132 yazı bulunmaktadır.