Kurgu-Gerçek Ve Metinlerarasında Bir Kitap
Gerçek denen illüzyon çok defa inanmak istediğimiz yahut bizi inandırdıkları gibi kurulur. (Tuba Dere, Kahramanlarıma Mektuplar)
Bazı anlatılar bitmiyor. Okuyucu muhayyilesinde devam ediyor. Yeniden kurgulanıyor, yeniden anlatılıyor. Anlatının kahramanları yaşıyor çünkü. Çünkü hep “Sonra ne olur?” sorusu dönüp duruyor okurun zihninde. Okuduğum bazı anlatılar sonrası böyle düşünmüşümdür. Sonra sadece ben mi böyle düşünüyorum acaba, derken yazar Enes Güllü’nün bir sohbetimizde hatırlatmasıyla Terry Eagleton'ın romanı Azizler ve Âlimler yeniden gündeme geldi. Azizler ve Âlimler; İrlanda Ordusu lideri James Connolly, filozof Wittgenstein, Rus edebiyat teorisyeni Mikhail Bahtin’in kardeşi Nikolai Bahtin ve J.Joyce’un Ulysess'inin sayfalarından çıkıp gelen Leopold Bloom’u bir araya getiren ilginç bir roman. Bu roman “Sonra ne oldu?” sorusuna cevap veren, eski kahraman ve yazarın kahramanlarının yeniden bir araya getirildiği bir fantastik dünya. Bu denklem kurgunun hayattan fazla öne çıktığı, insanın doymayan “bilmek” arzusunun metafizik kaşıntıyı tetiklediği sıra dışı bir karşılaşmanın anlatımıdır. Dünyanın en özgün filozoflarından Ludwig Wittgenstein ve ünlü dilbilimci Nikolay Bahtin üniversitenin soğuk ortamından uzaklaşıp İrlanda’nın batı kıyısında bir kır evine kaçtığında, İrlanda bağımsızlık hareketi liderlerinden James Connolly’nin İngilizlerle girdiği bir çatışmadan yaralı halde kurtulup yanlarına sığınabileceği, Leopold Bloom’un bir gece Ulysses’ten fırlayıp aralarına katılacağı bir kurgu... Bu muhteşem dörtlü, hayat, devrim, şiddet, akıl, din, ulus ve kimlik üzerine hararetli bir tartışmaya tutuşur ve herkes eteğindeki taşları döker. Kalemle-silah, kurgu-gerçek savaşının komik aktarımı.
Yazar Tuba Dere’nin “Kahramanlarıma Mektuplar” eseri Hece Yayınlarından Kasım 2019 da yayınlanmış. Sonra ne oldu? Sorusuna cevap veren bizden bir eser. Anladığım kadarıyla Huzur’un kahramanı Mümtaz’a bir yarışma için mektup yazmakla başlıyor serüven.
Kitapta mektup yazılmış olan kahramanlardan bazıları şöyle: Mümtaz (Huzur- A. H. Tanpınar), Mevlut (Kafamda Bir Tuhaflık-O. Pamuk), Fuat (Gölgeler ve Hayaller Şehrinde-Murat Gülsoy), Kemal Güner (Nasipse Adayız-Ercan Kesal), Ziya (Heba-Hasan Ali Toptaş), Dede (Gül Yetiştiren Adam-Rasim Özdenören), Mürşit (Dünya Ağrısı-Ayfer Tunç), Zehra (Kapıları Açmak-Mustafa Kutlu), Mücella (Mücella-Nazan Bekiroğlu), Mahinur (Sur Kenti Hikâyeleri-Ali Ayçil).
İlginç bir yaklaşım geliştirmiş yazar. Kahramana mektup yazarken aslında o anlatıyı okura yeni baştan ve yeni bir bakışla gösteriyor. Yazar bu anlatı ile kitap tanıtımı, kitap incelemesi ve eleştirmenlik yapıyor. Kitap tanıtımı aslında dolaylı yapılan bir faaliyet. Okuyucu hem kitabın seçiminde hem de kitaba yaklaşma konusunda yazarın okuma serüvenini takip ediyor. Dolayısıyla yazar kendi okuma ve yazma mecrasında ilerlerken okur için de bir yol haritası ve okuma listesi sunuyor. Mesela Mevlut[1]’a (Kafamda Bir Tuhaflık) yazılan mektupta romanda anlatılan Mevlut adeta ete kemiğe büründürülüyor. Şöyle ki; romanda Mevlut sıradan insanlardan biri, rızkının peşinde, tutunmaya çalışıyor. Yazılan mektupta onun hayat mücadelesi ve yaşama standardı canlanarak saygı uyandıran bir ritme dönüşüyor. “Yoksa seni, Rayiha’yı, aileni, etrafındakileri tanımış olmanın ve güzel bir hayat hikâyesi dinlemenin mutluluğunu doya doya yaşayamazdım.” (S.16) “Biz kadın okurları, kalbimizi fethedeceğin konusunda koşullandırsa da ben seni evvela içtenliğin ve masumiyetin yüzünden sevdim.” (S.17). Kitap tanıtımı adına bir örnek de şu; Mürşit (Dünya Ağrısı) için yazılan mektupta “…senin hikâyeni okumadan önce, Zebercet’in hikâyesini –yıllar sonra tekrar- okumuştum. İkinizle peş peşe, Anayurt Oteli’nin ardından yine taşrada bir otelle, otel işletmecisi bir kahramanla karşılaşmak; dünyanın olağanüstü bir yer olduğuna inanmak için yeter de artardı belki.” Diyerek, Anayurt Oteli (Yusuf Atılgan) için de okuyucuyu beslemektedir. Bu neviden örnek çok kitapta.
Yazar kitap incelemesi ve eleştirmenliğini şöyle yapıyor; bir mektubu yazarken o kahraman hatta o yazar dolayında bağlantılı tüm kültürel birikimi kullanıyor. Mesela “Bir sırrı çözer gibi, Hamdi Bey’in fotoğraflarında, günlüklerinde, hikâyelerinde, Narmanlı’daki gecelerinde, Adalet Cimcoz’a Kaplan Hoca’ya mektuplarında, yarım kalan eserlerinde ve şiirlerinde../.. seni arıyorum.” (S: 14) Mesela Kapıları Açmak’ın kahramanı Zehra’ya yazdığı mektupta “Zehracığım, çünkü sadece bir okuma deneyimi değildir bu. Adeta masalcı, meddah gibi ağızdan bal damlayan bir anlatıcının dizinin dibine oturup soluksuz dinlersiniz hikâyeyi. Bazen anlatıcı aradan çekilir, olanı biteni bizzat yaşar, izler, şahitlik edersiniz.../.. Hatta Kutlu bu, olur ya bize bizi anlatabilir, hiç fark ettirmeden.” (S. 67) Bu cümleler eleştiridir. Değerlendirme, hakkını verme ameliyesi de eleştiri cümlesindendir. Yine Kutlu’nun kendine has ‘uzun hikâye’ dediği türü oluşturmasını ifade ediyor. (S. 66). Yine başka bir açıdan yazarın kitap ve yazma itiyadı anlatılıyor ki bir okur için bu mühim bilgi. “Senelerdir her eylül, yapraklar sararmaya yüz tutarken bir Mustafa Kutlu kitabıyla güze girer, Kutlu severler. Onun kitapları öyle ele alınıp okunmaz, sanki bir mihmandarın peşine düşer; sayfalar satırlar aşar, Anadolu köylerinden, kasabalarından birine ulaşır, bir kapıyı çalarsınız.” (S. 66)
Yazar mektuplarda ağırlıklı olarak yaşanan gerçeklik üzerinde hassas ruhların çilesini, reel-ideal ekseninde de ele alıyor. Mürşit (Dünya Ağrısı) için yazdığı mektupta ‘Jean Paul takma adlı Alman yazar tarafından ortaya atılan weltschmez-dünya ağrısı/sancısı kavramı’ üzerinde duruyor. Bu kavram için A. İnam (Acılar-yarımada.org) “… bu acının kaynağı ideal dünya ile gerçek dünya arasındaki çelişki…” demiş. “Her iki dünya arasında birbirini hem yok etmeye hem var etmeye dayanan paradoksal bir bağlantı var, bu durum kederi besliyor ve birey, derin bir anlam yitimi yaşıyor.” (S. 58). Çünkü Mürşit de bu durumda. ‘sessizce kendine gömülmüş’, acıları var, yabani, sevmeyi unutmuş ve ketum. Diğer örnek de Kemal Güner (Nasipse Adayız) için yazılan mektuptan olsun. “İhtirasınızı idealizmle perdeleyerek kendinizi kandırıyor olsanız bile hakikaten politikanın sığ sularında nefes alabilecek biri değildiniz.” (S.37). “Kendi olmakla siyasetin beklediği adam olmak arasında gidiş gelişlerden çok yoruldunuz. Kuralları kavramaya çalışsanız da edebiyata, şiire, düşlere meyyal yanınız sürekli sizi olayın dışına kaçmaya teşvik ediyordu.”
Mektup türü, edebiyatın en kullanışlı türlerinden biridir. En azından öyle idi. Mektup türü ile roman, hikâye, deneme, gezi yazısı vb. pek çok çeşit eser yazılmış. Bu türde yazılmış eserlerden örnek vermek gerekirse; Genç Werther'in Acıları (Goethe), İnsancıklar (Dostoyevski), Hac Yolunda, Avrupa Mektupları, Suriye Mektupları, Afak-ı Irak (Cenap Şahabettin), Handan (Halide Edip Adıvar), Piraye'ye Mektuplar (Nazım Hikmet Ran). Bir Kadın Düşmanı (Reşat Nuri Güntekin), Okuruma Mektuplar (Nurallah Ataç) Elveda Güzel Vatanım (Ahmet Ümit), Yüreğinin Götürdüğü Yere Git (Susanna Tamaro) vb. Yazar Tuba DERE mektup türünü kullanarak, deneme, öykü, kritik içeriklerle yüklü bir anlatı oluşturmuş.
Yazar, metinlerin anlamını başka metinlerle yeniden şekillendirmiş. Önce yazılmış bir metni (en azından bir bölümü ve anlamı) ödünç alarak ve dönüştürerek kullanmış. Bir metni okuyan bir okurun bir başka metne başvurması için de kullanılabilmekte olan metinlerarası bir çalışma elde etmiş. Aynı zamanda metin inceleme-eleştiri, tanıtım, okur için yol haritası da yapmış. Takdirle karşılamak kültür dünyasına kalıyor. Özellikle kuram ve metinlerarasılık çalışanlar bu kitabı incelemeli. Hatta üniversite sınavına hazırlananlar da muhakkak okumalı. Okumadıkları pek çok kitabı tanıma ve anlama imkânı sunuyor bu eser. Son cümle olarak şunu da söylemeliyim: Kahramanlarınızı, “Azizler ve Âlimler” de olduğu gibi bir araya getireceksiniz, değil mi?
Kahramanlarıma Mektuplar
Tuba Dere
Hece Yayınları
160 Sayfa
[1] Doğrudur: Mevlut’ttur. Mevlüt değildir.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 19.06.2020 09:00 - Güncelleme Tarihi: 17.11.2021 22:11