Kuşların Felsefesi

İnsanların da ördekler gibi eklips (tutulma) dönemleri olabilir. Ayaklarımızın yürüme kapasitesi düşer, kollarımızı istediğimiz gibi açamayız yaşamın derinliklerinde; varoluşsal bir tutulma yaşıyoruzdur. Ne kendi yüzümüzü görmek isteriz ne de başkalarının yüzünü görmeye tahammülüz vardır. Hayat tüylerimizin yeniden yeşerip renklenmesi için kendi içimize dönmemiz, içeride kendimizi iyileştirmemiz gerekir. Dahası acılarımızı çeşitlendirip acılarımızdan yeni yaşam kanatları yaratmamız gerekir. Bunu ancak biz yapabiliriz. Bu iyiliği biz kendimize borçluyuz.
Dişi kumrunun zihinsel yükünü kaldırmayan erkek kumru yoktur. Dişi ve erkek kumrular yardımlaşarak yaşarlar, yavrularını birlikte büyütürler. İki ayağı da dışarıda olan kumru yoktur; dönüşümlü olarak yuvalarını beklerler kumrular. Biz erkekler ise yuvanın bütün yükünü kadınların omuzlarına yıkarak en büyük zulmü hem onlara hem de çocuklara yaparız. Bencil ve kibirli erkekler eşlerine yardımcı olmazlar, çocuklarını yetiştirmezler. Bir ayağı dışarıda olan erkek eşine ve çocuklarına sadece bela getirir. Sonra sarsılır evlilik çatısı, yıkılır yuva. Eşine sevgi ve merhametle yaklaşmayan, çocukların yetiştirilmesinde emeği bulunmayan erkek başkalarının uçurumunda gözlerini açıp hüsrana uğramaya mahkumdur.
Kuşların şiirini duyarsak doğanın kalbine yürürüz bir başımıza. Martının süzülüşünü göremeyen gözler içindeki denizlerin sesini duyamaz. Yağmur kuşlarının cıvıltısını ayırt edemeyen kulaklar gökkuşağının çıkacağı zamanı kestiremez. Kırlangıçların kanatlarına dolanmayan parmaklar dökülen gözyaşlarını hissedemez. Karatavuğun flütsü şarkısını duymayan kendi hayat şarkısının notalarını ortaya çıkaramaz. Baykuşların ötüşlerini duymayan enkazın altından çıkamaz.
İçimizdeki göçmen kuşunu teknolojinin esaretinden kurtarıp özgür bırakmak gerekir. İçimizdeki göçmen kuş bizimle doğa arasında hiçbir şeyin olmaması demektir. Yerimiz ve yönümüz yolculuğumuzun anlamını belirler. Eğer içimizdeki göçmen kuş ile yerimizi ve yönümüzü belirliyorsak o zaman anlamlı bir yolculuk yaparız. Teknolojinin yol göstericiliğine göre yolculuk yapıyorsak kendimizi bulmamak üzere yitiririz. Dijital mezarlıkta yersiz yurtsuz bir harf oluruz.
Guguk kuşu hiçbir yere ait değildir. Guguk kuşlarında aile, aitlik kavramları yoktur ama insanda vardır. İnsanı insan yapan aile kavramıdır. Eğer aile sağlam olursa, yazgısında guguk kuşu olmak yazılanlar kendince ve özgürce yaşarlar. İnsanın bir tarafı aileye aittir, bir tarafı da guguk kuşuna. İçimizdeki guguk kuşlarını yaşatmak aileyi sağlam ve güvenli tutmaya bağlıdır.
Çoğu zaman görünüşe aldanırız, güce taparız. Korkularımızı böylece gizleriz ya da gizlediğimizi sanırız. Kartal yenilir kızılgerdan kuşuna, görmeyiz, görmemezlikten geliriz; çünkü gücün kölesi, görünüşün esiri olmuşuzdur. Horozları simge olarak kullanırız ama kaza tahammül etmeyiz. Oysa kaz horozdan hem daha cesur hem de daha sadıktır. Sadece gösterişsiz kaz, horozun kabarık tüyleri altında görünmez olur gerçekte ise korkularına yenilen bizizdir. Hiçbir kartal ya da horoz kızılgerdan kuşuna ya da kaza bağlı olan güveni ve cesareti temin veremez; biliriz ama oralı olmayız.
İnsanın "ruh ikizi"ni bulması için şefkat ve samimiyetle kalbindeki kumruyu ortaya çıkarması gerekir. Bir bakmışsın bir kumru gelmiş kalbinin kapısında durmuş, ruh ikizini bekliyor. Kalbini şefkat ve samimiyet sularıyla yıkayanlar ruh ikizine kavuşmayı bekleyen kumrusuna yol verir. Şefkatten ve samimiyetten bihaber insanların kalpleri, ruh ikizlerine kavuşamayan kumruların mezarlığıdır. İnsan kurtulamaz kumrunun kaderinden. Ya kumrunun dirisiyle ruh ikizine uçar ya da kumru ölüsünün altında kalakalır.
Tavuklardan yaşama felsefesini öğrenebiliriz: Carpe diem, yani anın hakkını ver, kafan başka yerde olmasın. Şimdiyi yakalamayan geçmişin muhasebesini yapamaz, geleceğin hakkını veremez. Burada yaşayanın hem sahici geçmiş anıları olur hem de gerçekçi gelecek planları olur.
Hepimiz cennet kuşlarıyla dünyaya geliriz ve yaşadıkça kaybettiğimiz yitik cenneti hatırlarız. İskete kuşu yeni bir dünyadan haber verir, görmeyiz. Harabeye çevirdiğimiz içimizden başımızı kaldırıp göremeyiz çardak kuşlarını, ibret almayız sığırcık kuşlarından. Çardak kuşları aşkın ve özgürlüğün sarayını inşa etmişlerdir mavinin her tonuyla, sığırcık kuşları renksiz seslerinden muhteşem şarkılar yaratmışlardır azimleriyle.
Civcivlerden ve yavru güvercinlerden özgürlük felsefesini öğrenebiliriz: Yuvayı sıcak tutmak ahenkli bir dengeye bağlıdır. Her zaman için uzaklara gitme seçeneğimiz ve sıcak yuvaya dönme imkânımız yan yana olmalıdır. İstediğimiz zaman gitme hakkımız olursa ahenkli bir dengeyle yuvayı sıcak tutabiliriz. Yani yuvayı sıcak tutmamız her zaman için gitme hakkımızın olmasına bağlıdır.
Kuşlar zürriyetlerini devam ettirmek için doğaya adapte olmakta güçlük çekmezler; çünkü kuşlar doğanın parçasıdır. Ama insanın doğaya adapte olmak gibi bir durumu yoktur. İnsanın yapması gereken doğayla birlikte yaşamaktır. Bu da fıtri bağlarını doğayla birleştirmeye bağlıdır. Bunu aklımızı kullanarak, birbirimizi severek yapabiliriz.
Kızılgerdan kuşları gibi risk almasını bilmeliyiz hem hayatta kalmak hem de merakımızı diri tutmak için. İnsan yeni şeyler öğrendikçe insan kalabilir. İnsanın insan olarak kalması hep yeni keşifler yapmasına bağlıdır. Bunun için de kızılgerdan kuşu uzaktan gözetlemek, yakından bakmak, derinlerde yaşamak gerekir.
Kuzey denizkırlangıçları gibi her daim açık denizlerin çağrısına kulak verip yola çıkmalıyız. O zaman mavi okyanusları ve beyaz kıyıları keşfederiz. Anlarız ki önümüzde iki yol vardır: Ya ışığın ardında giden ebedi seyyah oluruz ya da belli bir yere (mesela eve) saplanıp kalan yaşayan ölü oluruz. İnsan gitmek için vardır; ebabil kuşları, kırlangıçlar ve Jean Richepin'in "göğün mavisine susamışlar" şarkısı bunu söyler. Unutmayız ki gençliği şekillendiren yolculuklardır, bilhassa da bir başına çıkılan, başı sonu belli olmayan kayıtsız, izsiz, plansız ve programsız yolculuklar. İçimizdeki kuzey denizkırlangıcı bize öğretir sınırlarımızı, kapasitemizi. Şu gerçek ortaya çıkar: Dışarıda farklı denizlere yolculuk yapmasını sevenler içindeki sonsuz okyanusları keşfederler.
İspinoz gibi şen olmayız her zaman, hayatı ve insanları sevmeliyiz, kendimizi olduğu gibi kabul etmeliyiz. Ne kendi katı gerçekliğimizden kaçmalıyız ne de başkalarının pembe yalanlarına sığınmalıyız. Basit ve sade yaşamak, ispinoz kuşu gibi; budur mutluluğun sırrı.
Kuşlardan alçakgönüllü olmayı öğrenmeliyiz; çünkü kuşları kendi yaratılış gerçeklikleri üzerinde kendi göklerinde uçuran alçak gönüllülüktür. Alçakgönüllü kuş en yükseğe çıkar zekasını sonuna kadar kullanarak. Kibir ve bilgelik aynı yerde durmaz. İnsanlığın yol göstericileri hep alçakgönüllü insanlar olmuşlardır. Yere eğilmeyen insan gökteki zeka kuşunu göremez. Bilgelik alçakgönüllülük kuşunu sonsuzluğa uçurmaktır.
Kuşların tek bir amacı vardır: Hayatta kalmak neslin devamını sağlayarak. Bunun için de korkuları çeşitlenmez kuşların; ama insan öyle değildir ve insanın kaybedeceği çok şeyi vardır. İnsan bir sözdür ve sözünü sonsuzluğun kalbine bırakmak için korkularını kontrol etmesini bilmelidir; iyi ve kötü korkuları birbirinden ayırt etmelidir. Kötü korku, fırtınadan korkup uçuşunu ertelemektir; iyi korku ise fırtına rağmen dışarı çıkıp uçmaktır.
Calais ispinozu ile Marsilya ispinozunun sesini birlikte duyan insan kendini sesini bulmaya en yakın insandır. Farklı seslere kulak vermeyen kendi sesini duyamaz. Bir başkasının sesinde yol almayan kendi sesinin tınısını elde edemez. Kendi sesini keşfedenler yaşam senfonisindeki yerini alırlar.
Son olarak da ölüm vakti geldiğinde bir kenara çekilmesini bilmeliyiz kırlangıçlar gibi. Hayat çok kişiyle yaşanılır ama ölüm tek kişiliktir. Bu yüzden ölmesini bilmek gerekir. Bunun için de doğru yaşamak gerekir. Doğru yaşayan ölmesini de bilir kırlangıç saklısında.
Kuşların Felsefesi
Philippe J. Dubois & Elise Rousseau
Çev. Murat Erşen
Domingo Yayınları
159 sayfa
İstanbul, 2022
Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 07.02.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 30.01.2025 11:10