Ladri Di Biciclette

Büşra Fındık, Kitaphaber için değerlendirdi.
Ortak ahlak kuralları her zaman ve her durumda katılığını korur mu? Bunun cevabı kimilerine göre mutlak surette evet kimine göre de tam aksi olabilir. Bana kalırsa durumlar önce insan psikolojisini daha sonrada toplum psikolojisini etkilemektedir. Bunu gözlemleyebilmek için bir filmi kullanmak çok yerinde bir fikir olabilir. Suçun işlendiği anda; suçu işleyen bireyin, ailesinin, arkadaşlarının, toplumun bakışını görebilmemiz için 'Ladri di Biciclette' tam olarak bu konuya vurgu yapabilmiş bir yapım.
1930'lu yılların İtalya'sında İkinci Dünya Savaşı yaklaşırken aşırı milliyetçi görüşler dünyanın her köşesini etkisi altına aldı. Bu sırada toplum katmanlarına hakim olan; zenginlerin ve fakirlerin oluşturduğu sosyal farklılıklar, yoksulluk ve çaresizlik amansız bir hastalık gibi halkı büyük bir buhrana itti. Toplumun içinde bulunduğu bu buhran birçok sanat dalında olduğu gibi sinemada da kendini yeni bir akımla gösterdi. Bu akım bir kaçışın ifadesi olarak "Neo- realismo (Yeni Gerçekçilik)" adını aldı. Avrupa'yı etkisine almaya başlayan ekonomik çalkantı, faşist eğilimler, sinemada gerçekçiliğe olan ihtiyacı tetikledi. Böylece Neo-realismo gerçeklerin resmedilmesi için bir akıma ana fikir oluyordu. Sinemada yeniliklere yol açan bu akımı, filmlerde genel olarak profesyonel oyuncular yerine, amatör oyunculara yer vermesinden ve yenilikçi bir yalınlığa sahip olmasından tanımak mümkün. İtalyan sinemasında bu akımın en büyük temsilcisi "Ladri di Biciclette (Bisiklet Hırsızları)" filmi ile Vittorio De Sica'idi.
Dünya Savaşından yeni çıkmış Roma sokaklarında çekimleri gerçekleştirilmiş filmin yapımı 1948 yılında olmuş. Filmde anlatılan çaresizliği ve tarihin o bunalım dolu günlerini destekleyen bir unsursa bana kalırsa filmin siyah beyaz olması. Filmde serbest kamera hareketleri, sokağa taşınmış çekim teknikleri ve yeni bir akımın öncüsü olması açısından değerlendirildiğinde pek çok ilki elinde bulunduruyor. Filmin oyuncu seçimi bir hayli ilgi çekici ayrıntılara sahip. Başrol oyuncusu olan Lamberto Maggioran gerçek hayatta da bir işçi. Filmde baba karakteri olan Antonio 'yu canlandıran Lamberto Maggioran film boyunca sahip olduğu rolün gerçek karakterine bürünmüş bir profesyonelliğe sahip. Antonio'nun oğlu karakterini canlandıran Enzo Staiola, film boyunca tüm filmin tüm duygusunu yüzüne yansıtmış bir çocuk olan Bruno olarak karşımıza çıkıyor. Savaş günlerinin kadın profilinin yansımasını ise Antonio'nun karısı Maria karakteriyle karşımıza çıkan, Lianella Carell aracılığıyla gözlemliyoruz.
İşsizlikle boğuşan bir adamın sonunda bir afiş asma işi bulma haberi almasının buruk umuduyla başlıyor. Antonio'nun filmin sonuna kadar yüzünde dolaşan bulutlu bir çaresizlik ifadesinin ender olarak umuda döndüğü o ifadeyi burada yakalamak mümkün. Antonio'nun bulduğu işi yapabilmesi içinse bir bisiklete sahip olma şartı koyuluyor. Savaş zamanı bisikletini de rehin bırakmış olan Antonio çaresizlik içinde evine dönüyor. Karısı Maria'ya tartışmalı bir dille başından geçenleri anlatan Antonio büyük bir çaresizlik yaşıyor. Maria yatak odasındaki çarşafını ve önceden sakladığı bir kaç parça çarşafı temizleyip Antonio'ya satıp bisikletini geri alması için veriyor. Yoksul mahallelerde yapılan çekimler ile daha yalın bir şekilde savaş durumundaki insan profillerini görebildiğimiz, sırada bekleme sahnesinde Antonio çarşaflar karşılığında aldığı para ile bisikletine tekrar sahip oluyor. Bisikleti temizleme sahnesinde küçük Bruno'yu yoksul ve insancıl bir çocuk olarak tanımış oluyoruz. Film Antonio'nun işini yaptığı ilk gün bisikletinin çalınmasıyla devam ediyor. Burada Antonio'nun takındığı gerçek çaresizlik, hepimizin hayatlarında farklı olay örgülerinde ortaya çıksada epey tanıdık olduğumuz bir durumu yakalıyor. Bisikletini kendi uğraşlarıyla bulamayacağını anlayan Antonio polise başvuruyor. Parasız olmanın hak adalet üçgeninde o günkü şartlarını gözler önüne seren bu sahnede Antonio polisten red cevabını alarak bisikletini kendi imkanlarıyla aramaya başlıyor. Bu arayış içinde bolca, Antonio ve Bruno'nun baba oğul ilişkisi, savaşın halk üzerinde oluşmuş doğal sonuçları ve Mussolini'ye yapılmış göndermeler barındırıyor. Bisikleti bulamayacaklarını anlayan, son paraları olmasına rağmen boşvermekten başka çare göremeyen baba oğulun yemek yedikleri sahne bir çok metafora sahip. Bu sahnede yan masada oturan zengin ailenin yansıttığı zıt profil toplumdaki katmanlaşma ve savaş zenginleri kavramın bir minyatürü olarak karşımıza çıkıyor.
Filmin sonuna doğru maddi buhranların insan psikolojisini nasıl etkilediğine dair pek çok izlenim edinmiş oluyoruz. İnsanlardaki hep sinirli hep yorgun umutsuz tavır bu durumu gözler önüne seriyor. Bruno şiddeti çok büyük olmasada birçok kez şiddete maruz kalıyor.
Filmin finalinde Antonio kınadığı bir suçu işlemek zorunda kalmanın rahatsız sancısıyla kıvranıyor. Kendine başka bir çıkar yol göremediği anlardan birinde başkasının bisikletini çalıyor. Burada Dostoyevski'nin Suç ve Ceza romanında bahsettiği, suçun toplumsal yanından ziyade kişinin kendi onaylamadığı bir olguyla başbaşa kalmasının psikolojik olarak yarattığı ikilem ve yıpranmanın büyük etkilerini gözler önüne serilmiş oluyor. Romanda Sonya'nın cinayet işleyen Raskalnikov'a "Sen ne yaptın?" yerine "Sen kendine ne yaptın?" sorusunun önceliği filmde Antonio'nun final sahnesinde içinde bulunduğu durumla hayat buluyor. Film tam olarak burada gerçek hayatın doğrularına benzerliğiyle bir yere bağlanmaksızın bitiyor. Kendimizi suç insan ve toplum etrafında sorgulamakta bize kalıyor.
Ladri Di Biciclette (Bisiklet Hırsızları)
Yönetmen: Vittoria De Sica
Öykü: Luigi Bartolini
Yıldızlar: Laberto Maggiorani, Enzo Staiola, Lianella Carell
Yapım Yılı: 1948
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 21.05.2014 10:20 - Güncelleme Tarihi: 14.11.2021 02:17