Lav Denizindeki Ada Etrafında Muhammet Erdevir Portresi

İnsan evvela kendini sonra da kendi dışındakileri anlama gayretindedir. Hatta anladıktan sonra bir forma, belli bir kalıba da oturtmak ister bilgisini. Tanım yapar. İnsan nedir, ben kimim, bu dünyada ne aramalıyım yahut ne arıyorum sorularına uzunca cevaplar bulur. Bazen bu cevapları öyküye bazen romana çevirir.
Kendini anlamak büyük bir iddiadır elbet. En azından anlamaya gayret etmek ya da kendini bulma yoluna düşmek yazarın temel problemidir. Muhammet Erdevir'in "Lav Denizindeki Ada"sı da bu gayretin ürünüdür. Eserdeki öykülerde, insan nedir yahut ben neyim sorusunun türlü hikâyeler etrafında cevabını buluruz.
Muhammet Erdevir'in, çeşitli dergilerde yayımlanan on beş öyküsünü topladığı bu eseri farklı temalar, çeşitli teknikler etrafında şekillense de hepsinin "insan ve zaafları" zeminine oturduğunu söylemek mümkün. Bir edebi metni incelemek onun türlü açılardan ele alınması demektir elbette fakat benim bu yazıdaki gayem metni merkeze almak değil. Bu yazımızda merkeze Muhammet Erdevir'i koyacağız ve metinden hareketle yazarımızın portresini çizmeye gayret edeceğiz.
Eseri oluştururken yazarın zihninde bir çıkış noktası vardı muhakkak. Bu çıkış noktasını, onu yazmaya iten, harekete geçiren durumları belki de onu rahatsız eden "yazmazsam olmaz" dedirten halleri yakalamaya gayret edeceğiz. Kimi zaman açık, kimi zaman bir metaforun gölgesinde de olsa "Lav Denizindeki Ada"da Muhammet Erdevir'i görmeye çalışacağız.
Ben Neyim, İnsan Nedir?
Eseri öykü öykü ele almadan tek parça olarak gördüğümüzde kendini ilk hissettiren sorunun "ben neyim/kimim" ya da daha geniş manayla "insan nedir" olduğunu fark ediyoruz. Kadim kültürün insana yüklediği mana ile seküler dünyanın insandan aldığı değerlerin sonucu oluşan "boşluk" ve "değersizlik" hissi, öykü kahramanlarında göze çarpar. Modern dünyaya sıkışan geleneksel insanın kederi, hız çağında yavaşlamak ihtiyacı duyanların tezatları ve bu devre mahsus çelişkiler insanı huzursuz eder. Tüm çıkmazlar zaaflara dönüşür. Erdevir için beşer bu zaaflarıyla insandır.
Muhammet Erdevir'e göre insan biraz hevestir, biraz ölümdür, biraz pişmanlıktır. Bu bakışını öykü kahramanlarına yükleyen yazarımız insanı idealize eden bir tavırdan kaçınıp yanlışı da çirkini de gösteren bir tutum sergilemiştir. Bunu Erdevir'in hayat görüşüyle de bütünleştirmek mümkün. O, insanlarda mükemmelin peşinde değildir. Beşerin samimiyetinin, eylemlerinden daha mühim olduğunu düşünür. Bu bakımdan kusur arayan detaycılıktan kaçınıp bütünün güzelliğine odaklanan bir yapısı vardır.
Muhammet Erdevir, büyük insanların büyük hikâyelerini değil herkes gibi olanların hikâyesini anlatır. "Gogol'un paltosu"ndan çıkanlardır onun kahramanları. Kibre düşmekten imtina eder. Mütevazıdır ve bu mütevazı tavrını öykü kahramanlarında da görmek ister. İnsanın nefsini yenmesinin zorluğu, iç hesaplaşmaların çetin mücadelesini okura samimice gösterir. Kibir büyük zaaftır ve mağlup olmamak ne güçtür.
"Korku en büyük ilaçtır kibre derler ya; korkutmak istiyorum kendimi nefsimi öldürebileyim diye."(s.36)
Yazarımız, haksızlık karşısındaki inanın tutumunu, insan olmanın belirleyicisi olarak görür. Bu bağlamda "Lav Denizindeki Ada"da sıklıkla haksızlığa uğrayan yahut uğradığı hissine kapılan insanın iç hesaplaşması vardır. İnsan zulüm karşısında dimdik durmalıdır. Bırakın dimdik durmayı haksızlığa yüz çevirip görmezden gelenlerin olduğu bu dünyaya tepkilidir içten içe Erdevir. Belki de yazmak bunun içindir, edebiyat bu yüzdendir.
"Haksızlık alev alev tutuşturmuş dünyayı. Değirmene gelen müşterilerden yakılıp yıkılan şehirlerin, açlıktan ölen insanların, mülkleri yağmalanan mazlumların hikâyelerini duyuyoruz günbegün. Bu haberler ustamın yüreğinde onulmaz yaralar açıyor, ruhunun müşfik tarafını pare pare ediyor."(s.8)
Edebiyat Anlayışı
Her yazar güzelin ve güzelliğin peşindedir şüphesiz. Bu güzellik anlayışı belki de tartışmaya en kapalı anlayıştır. Okur açısından da yazar açısından da bakıldığında herkesin metinden beklentisi başka başkadır. Fikrimce Muhammet Erdevir üslupçudur. Ne demek istiyorum, izah edeyim. Onun için yazının sadece samimi ya da sadece teknik olması yetmez. Usta işi metinler sever. Onat Kutlar'ı, Murat Gülsoy'u, Orhan Pamuk'u, Ahmet Büke'yi belki de bu yüzden beğenir. İlhamdan çok çalışmaya önem verir. İyi metin bütününe bakıldığında güzel olandır der. Detaylara ayrıntılara değil eserin genel atmosferindeki işçiliğe önem verir. Emek insanıdır. Uzun yıllardır kendi de türlü mecralarda edebiyata emek vermiştir ve bu sebeple ustalığı sadece yeteneğe bağlamaz.
"Lav Denizindeki Ada" da böyledir. Öykülerde temiz bir işçilik dikkat çeker. Kurgusu, olay akışı, kişilerin tahlilleri ile okura iyi bir metin sunmak ister yazar. Katmanlı öyküler, açtıkça yeni dünyalara götüren metaforlar okuru da zorlayan anlatım biçimleri yazarın ilgi odağıdır. Eserde, kimi öyküler bu anlamda oldukça etkileyicidir. İç monolog, bilinç akışı ve kaygan mekânlarla post modern çizgide yazılan öykülere menkıbelerin tılsımlı havası da eklenince kendine has bir lezzet kazandırmıştır. Hatta bazı öykülerde büyülü gerçekliğe yaklaşan tutumu hissedilir. Gaipten gelen sesler, yol gösteren sözler, tılsımlı mürekkepler, lav denizinde bir ada… Muhammet Erdevir'in özellikle geleneğin çizgilerini büyülü gerçeklik formunda sunan öyküleri çok iyi yazacağı kanaatindeyim. Okur olarak bu tür öyküleri daha çok yazmasını dilerim.
Yazarımız öykülerinde sıklıkla metinler arası bağ kurar. Haşim'e, Şeyh Galip'e, Sezai Karakoç'a, Ece Ayhan'a ve daha pek çok isme selam yollar eserinde. Onun için öykü sadece öyküyle kardeş değildir. Metinler arası bağ türlerin de sınırlarını genişletir hatta kaldırır. Şiir, öykü ve denemenin birbirinin içine geçtiği modern dönem metinleri yazarımızın da sevdiği bir tavırdır.
"Lav Denizindeki Ada" çeşitli dergilerde yayımlanan on beş öyküden oluşuyor. Hepsinde zemini sağlam bir edebiyat birikimine dayanan, kendine has öykü evrenleri inşa edilmiş, özgün bir üslubun göstergesi. Erdevir, bir edebiyat emekçisi ve bu emeğin neticesi olarak müşkülpesent bir okur. Kendisi okur olarak seçici ve iyinin peşinde olduğundan yazdıklarında da teknik bakımdan en az hatayla eseri oluşturmaya çalışmış. Klasik öykü formlarının dışına çıkarak "flu mekânlarla" masal, menkıbe, efsane bazen de şiir tadında yazdığı öyküler kimi okuru zorlayabilir. Klasik öykü okuyan, duru anlatımı seven öyle çetrefilli dilden hazzetmeyen okur için bir çırpıda anlaşılacak öyküler değil Erdevir'in öyküleri.
Eserde sıklıkla benzetmeler yapılıp uzun cümleler ve farklı bağdaştırmalar kullanılmış. Bana kalırsa yazarın düştüğü en büyük handikap şu: Benzetmelerinde iki güçlü unsurun birlikte olması. Yani bazı durumlar ya da olgular betimlemeye/benzetmeye gerek duymaz. Annesizliğin acısı gibi, ekmek kokusu gibi… Bunlar güçlü duygulardır ve ağırlıkları vardır. Bir daha tarife yahut teşbihe bağlanmadan da okurda aynı etkiyi yaratabilir.
"Bahçeye yağmurdan sonra gelen güneş gibi odayı kaplayan sıcak ekmek kokusu. "(s.46)
Buna benzer teşbihleri, öykülerin aralarında yakalamak mümkün. Yazımın başında da belirttiğim gibi her okurun metinden beklediği başka elbet. Kimisi de bana katılmayıp bu tutumu beğenecektir mutlaka.
Sözün Gücü
Bizler söz medeniyetinin çocuklarıyız, bizim kadim geleneğimizde sözün gücü ve kutsallığı da "Ol deyide olduran" dan ötürüydü. Muhammet Erdevir söze, kelimelere hâkim bir yazar. Bunun sadece edebiyat eğitiminden kaynaklandığını düşünmüyorum. Okumaya, farklı türlerde ve alanlarda sözlerin gücünü görmeye olan merakını okur "Lav Denizindeki Ada"da çok net görüyor. Eserde yazarın geniş kelime dağarcığına, mecaz ve imge kabiliyetine tanıklık ediyoruz. Sözün gücünü o kadar iyi hissettiriyor ki Erdevir, bazı öykülerde imgeleri bir cümlede kullanmaktan öte sayıp sıralamayı tercih ediyor. Arka arkaya sıralanan bu kelimeler art arda fırlatılmış ok hissiyle okuru sarsıyor. Özellikle klasik edebiyat geleneğinden, menkıbelerden, mitolojiden öykülerin arasına sızan bu sözcükler eserin çıtasını oldukça yükseltmiş bana kalırsa. Muhammet Erdevir'in iyi bir okur olduğunu ve okuduklarını göstermeyi, öğrendiklerini paylaşmayı sevdiğini düşünüyorum.
"Korku. Tanım: Bir şey karşısında duyulan bir tür şey diye özetlenebilecek bir şey. Tehlike karşısında duyulan his. Havf. Endişe. Tasa. Hevl. Perva. Kaygı. Bim. Derin üzüntüler içinde olma hali. Vesselam."(s.42)
Muhammet Erdevir, dünyaya buzlu bir camdan bakan sembolistler gibidir. Sıradan olayları bile sembolize ederek çok onlara anlamlılık yükler. Eserdeki öyküler duraksamadan akar. Su gibi, nehir gibi, yol gibi. Bu akan "haller" içinden yazarı ve onun dünya telaşına dair noktaları yakalamak için biraz daha metinlerin satır aralarında gezinince şunu fark ediyoruz: Tezat. Bu tezatlık bazen sözle bazen de durumlarla kendini gösteriyor. Muhammet Erdevir'in zıtlıkları yakalamak için özel bir gayret içine girdiğini zannetmiyorum. O, kendi hayatındaki tezatları ve gözlemlediği hayat durumlarındaki zıtlıkları ince ince okura sunmuş ve bunu öyle normal, öyle sıradan bir tutumla yapmış ki okur hiç zorlama hissine kapılmıyor. En büyük tezadı da ölüm ve yaşamda göstermiş. Yazarımız ölümün insanı eşitleyen yanı dışında eşitliği bir zıtlık görmüş de olabilir.
"Ölüm hepimizin payına düşen en adil lokma. Ölmekle eşit, ölebildiğimiz için bahtiyar değil miyiz?"(s.32)
İlk Cümleler
"Lav Denizindeki Ada"da öykülerin girişleri oldukça çarpıcıdır. Bu bildiğimiz öykü formlarındaki girişlere benzemediğinden okur ne oluyor, şimdi neredeyiz, ne anlatıyor sorularını içinden geçiriyordur muhtemelen fakat bu ilk cümleler tetiği çeken, oku fırlatan bir güç gibidir adeta. Tüm öykünün özetini, darbesini, derdini ilk cümleyle okura veriyor yazarımız. Fikrimce yazarı öyküyü yazmaya iten güç işte bu ilk cümlelerdir ve bunlar okuru da öyküyü okumaya çeken güçtür. İçinde sıkışan ne varsa ilk cümleyle nefes verir gibi atıyor Muhammet Erdevir. Mesela Soba Çözümü Teorisi öyküsü" Her şey dildeki bir kelime oyunu gibi başladı", Araba öyküsü " iyilik yapmayı yasakladılar", Rüyadaki öyküsü "Zarafet baldan tatlıdır tatlı olmasına ama parmakların neden göğsümü kanatıyor?", Yenilginin Kıyısında öyküsü "Her yenilik korkusuyla birlikte gelip kurulur zihnime." cümleleri ile başlıyor. Bu cümlelerin çarpıcı, net ve ters köşe kullanımı okurda sezgisel bir merak uyandırıyor. Olay metinlerindeki meraktan farklı. Ne hissedeceğine dair bir merak bu. Okur şimdi ne olacak demiyor; şimdi neler hissedeceğim diyor.
Yılgınlık yahut Çalışmaktan Yorulan Adam
Muhammet Erdevir'in bakışında çok çalışmaktan bezmiş bir ifade var. Bu somut manada gündelik işlerden ötürü değil. Belki o da vardır bilemiyorum ama onda dünya telaşının yorgunluğunu görmek mümkün. Yazarımız bu bezgin ruh halini ve hız çağının getirdiği telaş içinde yaşama mecburiyetinden rahatsızdır. Eserde de sıklıkla çalışmaktan şikâyet eden ve etrafına, ailesine vakit ayıramamaktan muzdarip kahramanlar vardır. Kitaba ismini veren "Lav Denizindeki Ada" öyküsü de merkezine bu çalışmak mücadelesini alır.
"Çok yoğundum, işim başımdan aşkın. Eve ancak uyumak için geliyordum ve uykumu bölen telefonlarla kendimi, gecenin bir yarısında direksiyon başında bir yerlere yetişmeye çalışırken buluyordum. Ben hep bir yerlere yetişmek mahkumiyetindeydim, eşimi ve annemi de sürüklemek de dâhildi mahkumiyetime."(s.33)
Sonuç
"Lav Denizindeki Ada"nın etrafında dolaşarak Muhammet Erdevir'i tanımaya ve tanıtmaya çalıştık. Her yazar okuduklarından ve yazdıklarından çok fazlasıdır muhakkak. Ancak okurları ile kesişme yeri olan kitaplarında ne kadar kendileridir ne kadar imgelerin ardındadırlar bilinmez. Biz de yazarın öykülerinden hareketle portresini çizmeye ve edebiyat anlayışını okurlarına aktarmaya gayret ettik. Yazarımızın tabiri ile çöllerin suyu kalbinde saklaması gibi biz de Muhammet Erdevir'in kalemine gizlediği yeni öyküleri de okumayı ve anlamayı bekliyoruz.
Lav Denizindeki Ada
Muhammet Erdevir
Mavi Gök Yayınları, Ekim 2020, İstanbul
110 sayfa
Yazar: Tuba YAVUZ - Yayın Tarihi: 09.03.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 05.03.2022 22:17