Lüzumlu ve Lüzumsuz Adam Bağlamında İshak Alaton
S. Çelebi kaleme aldı...
Kitaplardan Bize Ne Kalır?
Lüzumlu Adam İshak Alaton kitabını 9 yıl evvel lise sonuncu sınıfta okumuştum. Aradan geçen bunca yılda en etkilendiğim kitaplar listesinde yerini hep aldı bu kitap. Serinin 2. Kitabını 9 yılın ardından okuduktan sonra, ilk kitabı tekrar okuma kararı almamla bir tespitimi teyit etmiş oldum. Kitabı 2. kez okuduğumda dahi yine çok şaşırdığım, sevdiğim, etkilendiğim bölümlerdeki olayların, esasında hiçbirini hatırlamayıp, hepsini ilk defa okuyormuşum gibi hissettim. Bu da gösteriyordu ki, kitaplardan bize kalan duygular ve mesajlardı. İshak Alaton deyince zihnimde ''Azim'' tabelası aydınlanıyordu ve ait olduğu rafta kitabı her gördüğümde bana bu mesajı verecek olması yeterliydi.
Anlatıcı olarak İshak Alaton, dinleyici olarak Mehmet Gündem'in eseri olan 2 ciltlik bir biyografi kitabı Lüzumlu Adam ve Lüzumsuz Adam kitapları. Şüphesiz anlatıcıya esas yön veren seçtiği sorular ile Mehmet Gündem olsa da, biz araya sorular girmeden direkt Alaton'un anlatımı ile okuyoruz kitabı. Anlatının sekteye uğramaması, bütünlüğün bozulmaması için samimi bir yöntem ile…
Lüzumlu Adam İshak Alaton
1492 yılında İspanya'dan kovulan Sefarad Yahudilerinden olan Alaton ailesinin 1820'li yıllarda Ankara'ya yerleşmesi ile başlatıyor İshak Alaton yaşam öyküsünü. 1943 yılına kadar sakin ve mutlu bir aile hayatından bahseden Alaton 1943 yılına geldiğinde ailede travmatik bir etki meydana getiren Varlık Vergisi'nden uzunca ve kızgınlığa eşlik eden bir kırgınlıkla bahsediyor. Olağanüstü savaş koşullarının oluşturduğu yüksek karlılığı vergilendirmek gerekçesi ile çıkarılan kanuna göre azınlıklara %100'leri aşan oranlarda vergiler uygulanmış; bu vergiyi ödeyemeyen baba Alaton gibi kişilerse Aşkale taş kırma kampına götürülmüştü.
Bu hadiseden 1 yıl sonra baba Alaton eve dönse de, gelen kişi 1 yıl önce götürülen kişiyle aynı kişi olmamış. Türkiyeli olmaktan mutluluk duyup kendisini bu ülkeye ait hisseden, bir insan olarak devletin kendisine yaptığı bu haksızlığı hazmedemeyen baba, devletle birlikte hayata da küsmüş. İshak Alaton ise bu pes edişin ardında yatan psikolojiyi anlamaya çalışsa da hiçbir zaman babasına hak vermediği hatta zaman zaman ona öfkelendiği ifadelerinden belli oluyordu.
Babasının aksine son derece girişken olan İshak Alaton lise eğitimi sonrası yükseköğrenime devam etmeyip askerliğini yapmayı tercih ediyor ve askerlik esnasında Amerikalı bir subaydan kısa sürede İngilizce öğreniyor. Askerlik dönüşü İsveç'e gitme kararı aldığında ise, yalnızca 5 ayda kasetlerle, iyi düzeyde İsveççe öğreniyor.
İsveç, Alaton için hayat felsefesini oluşturan bir tecrübe olmuş demek mümkün. Bundan sonraki hayatında kendini 'Sosyal demokrat' olarak tanımlarken ve Türkiye için ideal düzeni hayal ederken ölçütü İsveç demokrasisi oluyor. Burada geçirdiği günlerde mutlu olsa da babasının oğlunun Türkiye'ye dönmeyişinde ötürü yaşadığı üzüntü İshak Alaton'a tesir etmiş olacak ki, doktorun psikolojik olduğunu söylediği bir göz rahatsızlığı sonrası, psikolog tavsiyesi ile ülkeye dönüyor.
Üzeyir Garih ile Ortaklık
İsveç Dönüşü Üzeyir Garih ile ortak bir şirket kuran Alaton sık sık Garih ile farklılıklarını vurgularken farklılıkların zenginlik olduğunu dile getiriyor. Ancak eşlerinin, kendilerinin, çocuklarının farklılıkları arasında 'makbul ve kaliteli' olanın kendilerinin farklılığı olduğuna dair bir fikre sahip olduğunu da sezdirmiyor değil İshak Bey. Sadece bu hususla sınırlı olmayan kendisini beğenen ve bunda da bir beis görmeyen yanı zaman zaman belirginleşiyor İshak Bey'in…
Bu ortaklıkta başlangıçta bilinçli bir tercih sonrasında doğal bir süreç olarak ortakların eşleri oldukça mesafeli bir ilişki içerisinde olup, aynı apartmanda ikamet etmelerine rağmen nadiren o zamanlarda da ailece görüşüyorlar. İkinci bir prensip olarak ortaklar Alarko şirketine, ikinci nesli, profesyonellerle yarışabilecekleri pozisyonlara yerleştirmiyorlar.
Sosyal Sorumluluğun Keşfi
İshak Alaton verdiği mücadele ile hayalini kurduğu standartta bir hayata sahip olduktan sonra kendisini tatmin edecek yeni arayışlara giriyor. İhtiyaçlar hiyerarşisindeki temel maddeler giderildikten sonra kendini gerçekleştirmek ve hayatta bir misyon sahibi olma basamağına çıktığında sosyal kimlik ve sosyal sorumluluk yönlerinin eksikliğini fark ediyor.
Üyelerin ortak kabulü ile Masonlar Cemiyeti'ne davet edilip gitse de kendisi için cazip gelmediğini söyleyip bir süre sonra cemiyette pasif hale geliyor Alaton. Kitabın ikinci cildinin ağırlıklı içeriğini oluşturan Sosyal Demokratlığı Türkiye'de kabul ettirme çabası, Açık Toplum Vakfı faaliyetleri vesilesiyle politikacılarla da bir hayli iletişim içerisinde olduğu bir dönem başlamış oluyor Alaton için.
İnsan/Aile İlişkileri
- kitap Lüzumsuz Adam'ı okurken kitabın sonuna kadar eşinden ne zaman bahsedecek acaba? Diye bekledim. Nihayetinde bahsetmediğini görmüş oldum. İlk kitabı tekrar okurken de en çok şaşırdığım husus Mara Hanım'a ayrılmış uzun bölümün sonunda İshak Alaton ile ayrılmış olduklarını öğrenmem oldu. Ömürlerinin olgunluk evresinde ayrılma kararı alan çiftin ayrılık usulü ise bizde az rastlanan bir yöntem ile olmuş. Boşanmamak ama ayrı yaşamak; zaman zaman birlikte kahve içip, yemek yemek suretiyle arkadaş kalarak.
İshak Bey çocuklarını çok seven, onlarla gurur duyan bir baba. Çocuklarını çok sevmekle birlikte yaşıtlarının büyük çoğunda olduğu gibi içinde kuvvetli bir torun sevgisi olmadığını söylüyor ve kardeşleriyle de pek görüşmediğini, bağlarının sıkı olmadığını ekliyor. Öte yandan Üzeyir Garih dışında bir dosttan, yarenden, herhangi bir isimden bahsettiğine de pek rastlanmıyor Alaton'un.
Özetle kimseyle düşman olmayan ama can dostu da bulunmayan, başarılı bir iş adamı olmak için çok gayret verip bunu da başarmış, sosyal demokrat bir iş adamı profili çiziyor Lüzumlu Adam İshak Alaton.
LÜZUMSUZ ADAM
İshak Alaton'un Mehmet Gündem nezdinde bize, hayatını anlattığı serinin 2. Kitabı Lüzumsuz Adam. Alaton ömrünün büyük bir kısmını verdiği şirketinde, vaktini alan sorumlulukları artık daha genç çalışanlarına devrederek şirkette lüzum duyulmayan bir insan olması gerektiğini düşünmüş ve böyle olması içinde çalışmış.
Yaşam öyküsünün ikinci kısmında iş hayatından ziyade fikirleri ve eylemleriyle karşılaşıyoruz İshak Alaton'un. Aynı zamanda okuyucusuna, Türkiye'nin yakın tarihine de kısa bir bakış imkanı sunuyor Lüzumsuz Adam.
Yahudilik-İnanç
İshak Alaton, Türkiye'de Yahudi iş adamı olarak anılsa ve Yahudilik bir inanç topluluğuyla eşleşse de genel olarak zihinlerde, Yahudiliği milli bir aidiyet olarak benimsiyor Alaton daha çok. Annesinin babası olan dedesinin çok katı bir dindar olduğunu ve cumartesi günleri ibadethaneye giderken kendisini de götürdüğünü ancak o günlerden aklında kitaptan kafasını kaldırınca dedesinin eline sopa indirişinin kaldığını anlatıyor. Müslüman olup büyüdüğü zaman dinden uzaklaşan pek çok kişinin çocukluk anısına benzer bir anı… Dünyevi cihette tüm manilere direnip bir şeylere 'rağmen' başarı öykülerini yazan insanlar için fazla kolaycı bir mazeret. İshak Bey kendisini felsefi manada dindar olarak tanımlayan bir insan. Bir ibadet boyutu olmaksızın sevgi ve saygı fikri uyandıran bir Tanrı inancı olarak özetliyor o bu durumu.
Musevi cemaati içerisinde dikkat çekici söylemleri sebebiyle sık sık eleştiriliyor İshak Alaton. O da cemaati gereğinden fazla silik hatta korkak olmakla yeterince özgüven sahibi olmamakla eleştiriyor. Cemaat ile ilgili kendisine saygı duysalar da pek sevmedikleri kanaatine sahip.
Medya
İshak Alaton gerek Üzeyir Garih'in ölümünden sonra gerekse siyasi-sosyal konularda medyanın kasıtlı olarak düşmanca tavırlarına çok maruz kaldıklarını anlatıyor. Tuncay Özkan ve Emin Çölaşan ile yaşadıklarını, hedef gösterici tutumlarını anlatınca bu kişilerin sadece bir kesime düşman olmadıklarını anlıyorum.
Bir zamanın egemenleri olan bu beyaz Türkler, kendi kriterlerine uymayan her gruba düşmanlar ve onların bu ülkede yaşamaya haklarının olmadığını düşünüyorlar. Hele bir de kendileriyle aynı 'sınıfa' çıkma ihtimalleri varsa asla tahammül edemiyorlar. Gün olup devranın döndüğü bu günlerde, maziyi okurken aklımda geçenler ise, hedef gösterdikleri insanların madden manen canlarını yakan, hayatlarını zorlaştıran adaletten uzak her türlü tutumun kime karşı olursa olsun prim yapmadığı zamanları da görmeyi nasip olup olmayacağı idi.
Politika
Alaton, döneminin neredeyse tüm siyasileriyle bir şekilde temas kurmuş ve hepsi hakkında bir yargıya sahip. Güney Afrika İstanbul Başkonsolosluğu da yapmış olan ve 2012 yılında hayata gözlerini yuman Alaton bugün yaşasa yargılarının güncel halinin ne olacağı ise kendisi hakkında en merak ettiğim konulardan.
Erbakan'ın antisemitist oluşu sebebiyle kendisine ve diğer Yahudilere yatırımlar hususunda engel olduğunu, Özal'ın liberalleşme politikalarını olumlu bulduğunu ve kendisini sevdiğini, Demirel'i oportünist oluşu sebebiyle hiçbir zaman güvenilir bulmadığını söylüyor. Ecevit'i kendi solunu oluşturan pasif bir kişi olarak görürken; Baykal'ı tahammülsüz, koltuk sevdalısı ve despot bir politikacı olarak görmesine sebep olan tecrübelerini de uzunca anlatmış anılarında.
Mesut Yılmaz'ın kendisine saat 09:00'da randevu verip, otel odasında uyuduğu için 11:15'e kadar aşağıda kendisini bekleyen Alaton'un yanına inmeyişi ise onun bu utanç verici davranışı 'alaturkalık' olarak nitelemesine sebep oluyor. Oteli bir tanışma değil tanışamama anısıyla terk etmiş oluyor Alaton.
Sezer'in fildişi kulesinde yaşadığını ve onunla geçen yılların Türkiye'nin kayıp yılları olduğunu düşünürken, bu anıların anlatıldığı vakitlerde cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül hakkında olumlu kanaatlere sahip İshak Bey. Sabırlı, nitelikli ve faydalı buluyor Gül'ü; bu olumlu vasıfları ise,'Gül'ün Yurtdışında geçirdiği yılların tesiri olsa gerek' cümlesi ile alafrangalığın havasını teneffüs etmiş olmasına bağlıyor!
Erdoğan'ın bir Fransız tabiri ile 'ayakkabılarından önce büyüyen bir adam' olduğunu söylüyor. Takdir ettiği çok fazla yönü varken bir yandan da 2012 yılından bugünü de kapsayabilecek bir yorumla yapıcı eleştirilere ihtiyacı olduğunu ekliyor.
Dostum diye bahsettiği Soros'un maddi desteği ile Açık Toplum Vakfı'nın faaliyetlerini sürdüren Alaton'un, militarizm karşıtı fikirleri, Ergenekon Davası'na olan desteği, açılımlar karşısındaki heyecanı ile o dönemlerde neden Taraf Gazetesi'nde bir köşe sahibi olmadığını merak etmeden geçemiyor insan.
Fethullah Gülen
İshak Alaton kitabın 24 sayfasını Gülen'e ayırmış. Gülen'in ülkede dengeler bozulmasın diye kendini feda edişinden, barış ve sevgi adamı oluşundan uzun uzun bahsediyor. Moskova'da açılacak Türk Okulları için kefil olduğunu da anıları arasında anlatıyor.
Yurtdışından kendisine cemaat hakkında fikir sorup, şüphelerini dile getirenlere ise 'Gülen'in asla gizli ajandası olmayan, yaşı kemale ermiş, böyle şeylere tevessül etmeyecek bir insan olduğunu ifade ediyor. Böyle bir durumda sevenlerinin hayal kırıklığına uğrayacağını da ekliyor…
Saygınlık ve İki İş Adamı Portresi
İshak Alaton'un Lüzumsuz bir Adam olmayı seçtiği hayatının 2.evresinde en dikkat çeken vurgusu Saygınlık üzerineydi. Kitap boyunca, saygınlığın öneminden, ömrünün bu deminde saygınlık kazandığına inandığından, saygın olduğu için mutlu olduğundan bahsettiği çeşitli yerlerde sayabildiğim kadarı ile 45 kez saygınlık kelimesini kullanıyor, saygı kökünden türemiş diğer kelimeler hariç…
Okuma sürecinde, yakın zamanda okumam ve ikisinin de iş adamı olması hasebiyle Sabri Ülker biyografisi[1] ile zihnimde karşılaştırmalar yapmaktan alamadım kendimi. İki başarılı insanın ailesinin de, Türkiye'ye acılı bir geçmişten, bir göç hikayesi ile gelmesi, ömürlerinin bir noktasında yoğun yokluk yaşaması dikkat çekici bir ortak nokta idi. Hiç kimseyle küs olmamak prensibi iki karakterde de yine dikkat çekici bir prensipti.
Öte yandan Sabri Ülker şirketinin 50. Yılında ilk kez basın toplantısı düzenleyen, yıllarca hiçbir röportaj vermeyen, ne olursa olsun siyaset ve siyasilerden uzak duran bir insanken Alaton tam aksine görünmeyi, konuşmayı tercih eden bir aktör olmuş. Ülker yardımseverliği ve sosyal sorumluluk projeleriyle oldukça gündem olurken (yardımlarının reklamının yapılmasına izin vermediği halde) Alaton kendi ifadesi ile cemiyette cimri olarak anılan bir insan olarak biliniyor.(Yaptığı yardımları gizli tutmayı tercih ettiğini de ekliyor…)
Şirkette 2. nesle önemli pozisyonlar verme konusunda farklı, bilinmeyen iş alanlarına girmemek gerektiği hususunda aynı fikirdeler. Ülker fabrikada yürüyemeyecek kadar yaşlandığında dahi fabrikayı gezebileceği özel bir araçla işlerin gidişatını görmek isteyecek kadar markasına bağlılık hisseden, sağlığı elvermeyecek düzeye gelene kadar işinin başında olmayı tercih eden bir kurucu olmuş. Alaton ise, kendi isteği ile şirketinde lüzumsuz olup emekliliğin tadını çıkaran bir patron olmayı seçmiş.
Farklılıklar bir yana iki markada da büyümeyi sağlayan en büyük etkenlerin, azim, yenilikçilik ve mücadele olduğunu söylemek mümkün.
Gündem M. (2012) Lüzumlu Adam İshak Alaton, Alfa, İstanbul
[1] http://www.kitaphaber.com.tr/oldukca-kisisel-bir-biyografi-okumasi-sabri-ulker-k4000.html
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 29.09.2021 09:00 - Güncelleme Tarihi: 14.07.2023 21:19
Güzel ve akıcı anlatım, merak uyandıran bir üslup ve dil hakim tanıtımda. Özellikle son karşılaştırmanın çok iyi olduğunu ifade etmeliyim. Kitabın hemen hemen her önemli bölümü ayrıntılı ele alınmış. Teşekkür ederiz...