Milada Horakova/İdeoloji ve Özgürlük
Milada Horakova (1901-1950) hayatı filmlere, kitaplara, konferanslara konu olmuş bir kadındır. Çok cesur ve katıksız bir özgürlük savaşçısıdır. Bu yüzden hayatını feda etti. Tek başına iki koyu diktatörlüğe (Nazizm ve Komünizm) kafa tutan büyük bir insan hakları aktivistidir. Ölümünün üzerinde 70 küsur sene geçmiş olmasına rağmen, hala insana ve insan özgürlüğüne inanan herkesin örnek aldığı, saygı duyduğu, takdir ettiği bir isimdir.
Burada üzerinde durmak istediğimiz nokta özgürlük adına ortaya çıkan ideolojilerin kısa bir sürede nasıl zıddına dönüştükleri ve bu durumu görüp buna karşı çıkan katıksız özgürlük savaşçısı bir kadının hikâyesidir.
1938-1945 tarihleri arasında Çekoslovakya Almanların lideri Adolf Hitler tarafından işgal edilir. Zaten işgalden önce de Milada Horakova Nazi karşıtı faaliyetlerde yer almış, direniş hareketinin öncülerinden biri olarak ön plana çıkmaktadır. Naziler Prag'ı da işgal edince, Milada'nın beş yıllık toplama kamplarındaki hapis hayatı başlamış oluyor. Almanlar 2. Dünya Savaşı'ndan mağlup çıkınca, bu sefer Stalin'in SSCB'i ve resmi ideolojisi komünizm Çekoslovakya'yı tahakkümü altına alıyor. Kısa bir sürede de bu sefer komünizm diktatörlüğü başlıyor. Komünistlerin tek taraflı demokrasisi karşısında pes etmek zorunda kalan Milada, en sonunda da idam ediliyor. Külleri dahi ailesine verilmiyor.
Bu ibret verici hayat hikâyesinden iki kelime karşımıza çıkıyor: İdeoloji ve özgürlük. İdeolojiler neden özgürlüklere tahammül edemiyorlar? İdeolojiler (Cemil Meriç'ten ödünce alacağımız bir deyiş ile) idraklerimize giydirilmek istenen deli gömlekleri olarak karşımıza çıkıyorlar. Bu deli gömleklerine karşı çıkan özgürlük savaşçıları ise vatan haini diye yaftalanıyorlar ve ideologlar onları ortadan kaldırma hakkını kendinde görüyorlar. Milada Horakova örneğinde gördüğümüz gibi.
Nazizm bir ideolojidir; çünkü Alman ırkının üstünlüğüne inanan insanları etrafında toplamış ve buna karşı çıkanları ortadan kaldırmış bir Alman ideolojisidir. Zamanında bu ideolojiye inanan büyük Alman filozofları da olmuştur Martin Heidegger (1889-1976) gibi, bu ideolojinin bilfiil içinde yer almış büyük Alman edebiyatçılar olmuştur Günter Grass (1927-2015) gibi. Bir gerçektir: Günümüzde hala Nazizm'e inanan çok sayıda Alman var.
Komünizm de adalet ve eşitlik için ortaya çıkmış çok eski bir ideolojidir. Belki de insanlık tarihinin en eski ideolojilerinden biridir; çünkü eskiden beri insanlar hep komün halinde yaşamışlardır. Ayrışmalar, farklılıklar hep sonradan ortaya çıkmıştır. Bir bakıma asıl ve saf komünistler insanlığın en eski kolektif düşüne dönmek isteyen idealist insanlardır. Onlar istiyorlar ki bütün insanlar eskisi gibi bir arada eşit ve kardeşçe yaşasın. Barış ve huzur olsun. Ama eski günler geride kalmıştır. Eskiyi istemek, eskiye dönmek bir düş sadece. 20. yüzyılda da bu düşün peşinde koşan komünistler oldu.
Bir bütün olarak, Bolşeviklerin Ekim 1917'de yaptığı devrim sonucunda bu düşün pratik hayata dönüştürüldüğü yer SSCB oldu. Liderleri de Vladimir Lenin'dir. Lenin ve Bolşevikler her şeyin çok güzel olacağına inanıyorlardı. Komünizm ile dünyayı cennete çevireceklerdi. Mülkiyeti devlete ait olan Kolhoz ve sohvozlarda her kes emeğine göre, her kes yeteneğine göre kazanıyordu ya da öyle gözüküyordu. Marks ve Engels'in düşü gerçekleşmişti, Alman topraklarından çok uzaklar da olsa. Fakat Lenin'in zamansız ve erken ölümü ile Sovyet liderliğini ele geçiren Stalin, 'çelik iradesi' ile bir kâbus gibi çöktü geniş Rus coğrafyasının ve Asya bozkırlarının üzerine. Çünkü Lenin'in içinden sadece bir despot olan Stalin çıkmıştı. Stalin, yani çelik irade, demir pençesiyle çok kısa bir sürede koskoca SSCB'nin avuçlarının içine almıştı, öyle bir sıkmıştı ki kimse nefes alamaz, kimse bir başkasının gözlerinin içine bakamaz olmuştu. Stalin, 5 Mart 1953'teki ölümüne kadar kendi komünist düşüne karşı çıkan milyonlarca insanın ölüm emrini gözünü kırpmadan vermiştir.
Komünizm de bir ideolojidir. Eşitlik ve adalet için ortaya çıkmış bu ideoloji, SSCB'de tamamen Stalin'in hastalıklı egosuna hizmet etmeye dönüşmüştü. Aynen Nazizm'in Hitler'in hastalıklı egosuna hizmet etmesi gibi…
Komünizme inanan büyük düşünürler SSCB'deki Stalin tecrübesinden sonra hemen Stalin'in komünizmini eleştirmeye başladılar. Eleştiriler önce içeriden geldi. Tolstoy ve Bulgakov, Soljenitsin ve Pasternak gibi. Sonra dışarıdakilerden Sartre ve Gide gibi.
Bizim asıl dikkat çekmek istediğimiz husus bu iki hastalıklı egoya (ideoloji) karşı çıkanın cesur ve özgür bir kadın olmasıdır. Yani Milada Horakova. Bu isim tek başına Çekoslovakya'da cesaret ve özgürlüğün sembolü olmuştur. Belki genç yaşında hayatının kaybetti, ailesiyle birlikte olamadı. Ama o insanlık ailesine özgürlük ve adalet, iyilik ve güzellik, barış ve huzur, sevgi ve hoşgörü gibi evrensel değerlerin önemini ve kıymetini bir daha hatırlatmak için kendi ailesinden feragat etmiş gerçek bir anne, gerçek bir insandır. O, mücadelesi ile sadece özgürlük için yaşanması gerektiğini ortaya koymuştur.
Milada Horakova bize göstermiştir ki hiçbir ideoloji insan özgürlüğünden daha önemli, daha kutsal, daha büyük değildir. İnsan özgürlüğünü göz ardı eden ideolojiler rengi fikri ne olursa olsun yok olmaya, yenilmeye mahkûmdurlar. İdeoloji ve özgürlüğü iki ayrı tarafa koymanın bir anlamı da yoktur. İnsanların özgür olduğu ideolojiler, hem yaşarlar hem de yaşatırlar. Çünkü onlar gerçektirler, hakikatten yanadırlar.
Her insan kendi göğünde özgürce uçma hakkına sahiptir. Hiçbir ideoloji başkasının göğüne müdahale etme hakkına sahip değildir. Hiçbir ideoloji başkasının göğünü kapatamaz, karatamaz.
Milada Horakova'dan öğrenilecek çok şey var. Belki de o, bu dünyada özgürlük ide'sinin ete kemiğe bürünmüş, yaşam bulmuş yegâne halidir.
Yönetmen ve Senaryo: David Mrnka
Oyuncu Kadrosu: Hanna Schygulla, Robert Gant, Klara Issova, Vica Kerekes, Anna Geislerova
Tür: Biyografi
Orijinal İsmi: Milada
Yapım Yılı: 2017
Yapım Yeri: ABD
Süre: 124 dakika
Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 24.03.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 01.03.2023 23:13