Modern Öykü İmkânları Bağlamında Kara Hikâye
Modern Öykünün Bazı İmkânlarına Dair
Modern öykü üzerine çerçeve oluşturma faaliyetlerinden birisi de; kısa öykünün “yazınsal son buluş” olması tespitine dayanıyor. Yapılanması ve özellikleri bakımından “tamamlanmamış bir tür” olarak nitelendirilmesi de yapılıyor çokça. Malumunuz; her sanat dalı tarihi süreçte bazı gelişme ve yenileşmeler yaşayarak belli bir çerçeveye ulaşıyor. Bu yenileşme etkinlikleri yazarlar tarafından, anlatının daha iyi ve güzel olması isteği üzerinden gerçekleştiriliyor.
Yaratıcı etkinlik mutlaka, belli kural ve kuramlara bağlı sanatsal bir yapı-eser oluşturma yöntemidir. Oluş ve beğeni sorgulamak onun tabiatıdır. Bu yapılırken de esas olarak kullanılan imkânlar gündeme geliyor. Geleneksel hikâyede bu iş belli bir şablonla yapılıyordu. Çatışmalar ve kahramanlar iyi-kötü ekseninde şekilleniyordu. Başlama ve düğümlenme çözüm için altyapı mahiyetindeydi. Modern öykü söz konusu olunca çatışma ve kahramanlar için var olan şablonlar parçalanıp yok oldu. Girift melodilere benzer bir müzik şekline ulaştı öykü. Öykücüler, şiirin imkânlarını, imge-çağrışım-yoğunluk; resim ve sinemanın imkânlarını, gösterme ve kurgu; müziğin imkânlarını, ritim; kullanarak öykünün çevresinde bulunan sınır taşlarını ileriye götürüp diktiler.
Öykünün sınırının genişlemesi bir yandan da edebiyat tarihçileri ve eleştirmenlerin öykü için yeni alt alanlardan söz etmesine, yeni tasniflere yol açtı. Modern öykü diğer türlerle girdiği ilişkiye ve yararlandığı edebî teknik ve formlara göre sınıflandırılmaya başlandı. Mizah, tiyatro, portre, röportaj, mektup, anı/günlük, melodram, drama bu sınıflandırmaya girerken, teknolojik imkânlarla çerçeve ve twit öyküler de ortaya çıktı. Bu tasniflerdeki içerikler bağlamında farklı özelliklere dayalı yeni sınıflandırmalar yapılabilir hale geldi.
Öykünün imkânları bağlamında metinlere yaklaşıldığında başka bir açılım daha bizi karşılamaktadır: Toplumsal değişim. Bu sosyolojik olgu, toplumların değişik eşik ve aşamalardan geçerek belli bir düzeye ve normlara ulaşması üzerinden sanatta açılım sağlıyor. Bu değişimlerin, dâhili ya da harici kaynaklı olması, zorla ya da isteğe bağlı gerçekleşmesi sanat algılarındaki değişim açısından önemli olmuyor. Sonuçta sosyal değişim sanata yansıyor. Sözünü ettiğimiz açılım; yüzyıllara baliğ bir birikimin de işareti oluyor. Sanat/edebiyat eseri, toplumla birlikte eviriliyor, toplumsal değişimlerden etkileniyor. Ama aynı zamanda eser (nesneye tesir anlamında) belki daha fazla toplumsal değişim üretmiş de olabiliyor.
Öykü açısından ortaya çıkan, çıkarılan her imkân ona katkı yapmaya devam edecek elbette. Ancak yeni bakış açıları, çatışma alanları ve izlekler neticede bütün bu yükü omuzlayan gerçekliği, anlatıcıyı göz ardı etmeye yetmeyecek. Çünkü ortaya çıkan her imkân bir değişimi tetiklerken, her değişim de ayrıntılar üzerinde bir yenilik sağlıyor. Tüm bu gelişme ve yenileşmelerin köktenci bir yaklaşımla nüfuz edemediği alanlar da var. Mesela anlatıcı; bütün geleneksel anlatıların başat figürü. İçinde olay ve tahkiye geçen, anlatmaya bağlı tüm metin çeşitleri (Masal, destan, efsane, hikaye vb.) için asli unsur. Kadim Türk kültüründeki “kam figüründen” Korkut Ata’ya, Korkut Ata’dan âşıklık geleneğine bağlanan bir gerçeklik. Necip Tosun’la yapılan bir söyleşide bu mesele şöyle ifade edilmiş:
“Bütün bu hikâyeler de bir “hikâye anlatıcısı”na gerek duymuştur. Hikâye anlatıcısı hayatı, deneyimi yeni kuşaklara aktararak yarınlara taşımıştır. Hikâye anlatıcıları bu anlamda insanlığın belleği olmuştur. Hikâye anlatıcıları insanlığın ortak birikimlerini kelimeler ve seslere döker, onların yankıları olurlar. Tüm güçleri kelimelerdir. Yanlarında geçmişin birikimleri, geleceğin tasarımı insanlara yaşadıkları hayatı aktarırlar. Özellikle sözlü kültürde, hep birikimin hafızası olmuşlardır. Hikâye anlatıcısı sadece iyi “bilen” değil, aynı zamanda en iyi “anlatan”, “aktaran”dır.” (Delav, 2011)
Kara Hikaye’de Öykünün İmkan ve Sınırları
Kara Hikaye, (ÇELİK, 2020) Kürşat Çelik’in 2020 yılı Eylül ayında Ketebe Yayınları’ndan çıkan öykü kitabı. 88 sayfa olan bu kitapta 12 öykü var. İsminden kinaye olsa gerek simsiyah bir kapakla okuru selamlıyor. Kitabın ve yazarın ismi siyah zemine beyaz yazılmış. Arka kapaktaki tek fark ise kitap ve yazar isminin kırmızı yazılmış olması.
Kürşat Çelik kendisiyle yapılan bir söyleşide sorulan “İlk eseriniz yayınlandığında neler hissettiniz?” sorusuna ilginç bir cevap veriyor. O cevabı alıntılayarak öykülerine girelim:
“Uzun süre bir şey hissedemedim aslında. Genel manada böyle benim için. Olumlu veya olumsuz herhangi bir önemli konu beni dondurur. Ama kitapta bunun sebebi biraz başkaydı aslında. Yayınlandığı andan ziyade okunduğunu gördüğüm anlar önemliydi benim için. Malumunuz günümüz şartlarında bunları çok kısa sürelerde görebiliyoruz. O anlarda bir şeyler hissettim. Burada büyük laflar etmek istemiyorum. En belirgin his, heyecan ve korku. Birilerine ulaşmış olmanın heyecanı ve beğenilip beğenilmeyeceğinin korkusu.” (AKBAŞ, 2020)
Yazarın bahsettiği “heyecan ve korku” en usta sahne sanatçılarında bile bulunan türden. Çünkü üretilen her ürün tüketilmekle malul. Konu öykü olunca da; öykünün orijinal ve biricik olması, toplumu yakalaması, çağı yakalaması ama aynı zamanda gelenekle bağ kurması vb pek çok kriterle tartıma giriyor olması ister istemez tedirgin ediyor yazarı. Çünkü yaşanılan bir hayat var ortada. Bütün insanlar bu hayatın kuralları içinde ayakta kalmaya çalışıyor. Öyküde gerçeklik meselesi bu bağlamda en önemli husus. Okura sunulan gerçeklik nasıl olmalı? Okurun içinde yaşadığı gerçeklik mi yoksa idealize bir gerçeklik mi? Sanırım her ikisi de. Çünkü okur, hem içinde yaşadığından, hem içinde yaşamak istediğinden de bir öyküde olsun istiyor.
Bu kısımda bazı öyküleri üzerine notlar aktarmak istiyorum: “Hiçbir Şey Bilmiyorum” kitabın ilk öyküsü. Bu öyküde anlatıcının babasına öykündüğü, kırık dökük bir geçmiş seriliyor okurun önüne. Bilinmezlik, bezginlik ve yılgınlık… Taşınma, çocukluk, baba, anne, evlilik, ölüm. Anne ve baba eksikliğine, kapanmayan bu yaraya dokunan bir öykü. Kitaba ad olan “kara” sıfatı ilk öyküyle beraber ve tüm olumsuz taraflarıyla kendini ortaya çıkarıyor.
“Gelenler Alevdi Ateşti İbrahim” öyküsünde, en basit kişisel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan engelli bir birey var. Anlatıcı onunla konuşuyor. Komutlar veriyor. Kahraman bu komutlara, nedeni anlaşılmayan şekilde uyuyor. Bu kahraman üzerinden, dünyada yaşıyor olmanın şartları / gerekleri açıklanıyor. Bir yangın sızıyor metne sonra. Aldatılma ile yanma aynîleşiyor. Engelli gibi anlatılan kahramanın engelli olmadığı çıkıyor ortaya. Yangın bu esnada kahraman açısından deniz ve dalga ile özdeşleşerek ince bir tezata, bu tezat da kahramanın ruh haline dönüşüyor. Aldatılma, yangın ve yanma bu öyküdeki tematik yaklaşımı okura aktarıyor. Buluş ve imge açısından orijinal ancak “engelli bir birey”den “aldatılmış birey”e geçiş çok sert ve bende tamamlanmayan bir kurgu.
“Bu Böyledir” ilginç bir öykü. İnsanın doğumundan itibaren hayatın her sahnesi ondan fedakârlık istiyor. Yazar bu durumu “ölüm” olarak niteliyor. Babaya gelen kahramanın ağabeyinin kaybolması haberiyle öykü başlıyor. Dede ölmüştür yakın zaman içinde. Ağabeyle ilgili kötü haber de gelir. Baba kalp krizi geçirirken, klasik hastane sahneleri başlar. Sedyeden hasta düşürmeler, morg ve taziye sahneleri. Bütün bunları yaşayan kahraman şehre gelir. Balkondan aşağıyı seyreder. Kedilerin kavgasını görür. Bağırır ve susmaz. Hep bağırır. Çığlığa dönüşür. İlk öyküdeki kahramanın adı gibi bu öyküdeki kahramanın adı da Rıfat. (Sanırım gözden kaçmış.) Bu öyküden bir aforizma: “Babası ölünce insan bir çığlık olur.” Bu öykünün bu isimde olması, bu ismin de bir Mustafa Kutlu kitabına ait olması ayrı bir ilginç yan. Bence olumsuz.
“Hangi Dua Kurtarır Şimdi Seni” öyküsünden önce güzel bir cümle: “Yaşamayınca günler çok zor doluyor.” Anlatıcı kahraman anlatıcıdan gözlemciye geçiyor bu öyküde. Diğer notum da şu; fazlaca küfür, hakaret ve aşağılama var. Bunun gerçek hayattaki karşılığı hususunda tereddüt içindeyim.
“At Hırsızları” öyküsü İslami çevreler için hem eleştiri hem de özeleştiri niteliğinde. Cami cemaati, dernek üyeleri, din görevlileri bu eleştirilerden nasibini alıyor. Anlatıcının astral seyahat halleri bu eleştiri öyküsüne eklenmiş.
“Belki de Hayat” öyküsü; ünlü bir şaire kitap imzalatma isteği, bir dergide öyküsünün yayımlanması beklentisi üzerine kurulu. Devamında evlilik konusu, otobüsteki diyaloglar, hayattan olağan kesitler var. “Tam Üç Kez Sela Okundu” öyküsü de bu öyküye benziyor. Kahramanın arkadaşıyla yaşadığı anılar anlatılıyor. Alışmak ve unutmak üzerine kurulu.
“Babaların Gelmediği Cumalar” öyküsü, yazarın bir öğretmenlik anısından yola çıkıyor. Sürekli babasının gelmesini bekleyen bir çocuk ile öğretmenin diyaloglarına dayanıyor. Her konuşmada “bu Cuma gelecek” diyor çocuk ama baba gelmiyor. Kahramanın bir yalana hayatını yasladığı açıklanıyor. “Ne acı ilerliyor zaman.”
Türkçe hassasiyeti, hepimiz için olmazsa olmaz. Her kelimenin yerinde ve bağlamında kullanılması esastır. Teknik olarak –dilbilgisi- doğru kullanım sayılsa bile; bazı kullanımlar Türkçemizde olmayabilir. Buna dikkat etmek, halkın böyle kullanıp kullanmadığını esas almak şarttır. Bu durum; kullanımın yaygınlığıyla da ilgilidir. Kitaptaki bazı kullanımlar beni bu bakımdan rahatsız etti. Bunları ister editöryal alalım, ister dil hatası alalım, ister yeni kullanımlar olarak. Bazıları şöyle: “Gelenler Alevdi Ateşti İbrahim” öyküsünde “bazenleri” kullanımı var, 16. sayfada. 20. Sayfada aynı cümlede üç kez “halılar” geçiyor. “Bu Böyledir” öyküsünde “eli az buçuk ekmek tutayazar” kullanımında yaklaşma fiili yersiz. “Hangi Dua Kurtarır Şimdi Seni” öyküsünde “tıknaz ve cılız kadın” kullanımındaki sıfatlar çelişki üretiyor. Yine “At Hırsızları”nda “pasparlak” ve “Tam Üç Kez Sela Okundu” da “hıphızlı” pekiştirmeleri yapılmış. Sanırım henüz bunlara hazır değilim.
Hâsılı; kitapta “Kara Hikâye” başlıklı bir metin yer almıyor. Bu ismin seçimi, kitabın içeriğini çevrelemek ve bütün öyküleri bir gölge altına almak için olmalı. Çünkü öykülerde, insani durumların en kara şekilleri karşımıza çıkıyor. Bu kitap bize; hayatta mutluluk, neşe ve eğlenceden çok daha fazla acı, hüzün, gözyaşı olduğunu söylüyor. Annesizlik, babasızlık, ölüm, ihanet, fakirlik ve diğer acılar kara yüzüyle karşımızda duruyor. Tarantino filmlerinin Türk versiyonu gibi pek çok sahne. Öykülerde kahramanlar genellikle uç tiplerden seçilmiş. Toplum ortalaması değil yani. Bunların tipik özellikleri öne çıkarılmış ama karaktere dönüşememiş bu kahramanlar. Dolayısıyla karakterize bir karşı duruş, tiplerle (toplumla) hesaplaşma oluşamamış. Kurgular çok girift. Şaşırtma ve matruşka tekniğine dayalı. Dili; şiirsel hale getirerek etkili kılmaya çalışmış yazar. Okurun merakını diri tutmaya çalışırken, meraka zemin oluşturmadan; acı üzerinden bunu başarıyor yazar. Bu ilginç bir durum. Öykülerin biri hariç tamamında tek anlatıcı var. Bu kitap geleneksel rahatsızlıkları modern anlatı ile ifade etmeye çalışan ilginç bir öykü kitabı. Belki de 2020 yılının en ilginç öykü kitabı.
Kaynakça
AKBAŞ, M. (2020, 11 15). https://www.yenisafak.com/hayat/goz-ucuyla-bakip-isime-devam-ettim-3575182. 1 8, 2021 tarihinde https://www.yenisafak.com/: https://www.yenisafak.com/hayat/goz-ucuyla-bakip-isime-devam-ettim-3575182 adresinden alındı
ÇELİK, K. (2020). Kara Hikaye. İstanbul: Ketebe.
Delav, Z. (2011, 12 31). https://www.dunyabizim.com/soylesi/modern-oyku-gelenekten-kopuk-degildir-h8357.html. https://www.dunyabizim.com/. adresinden alınmıştır
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 01.02.2021 09:00 - Güncelleme Tarihi: 21.01.2021 13:44