Muhammed Yakupi İle Kültür Sanat ve Yazım Serüvenine Dair
Muhammed Yakupi kimdir? Bize kendinizden ve ailenizden söz eder misiniz?
25 Eylül 1987'de -ki takvimler o gün Cuma gününü gösteriyormuş- sabah saat altı buçukta Gostivar Şehir Hastanesi'nde dünyaya gelmişim. Bugün Kuzey Makedonya Cumhuriyeti'nin -kendine mahsus özellikli özelliklere sahip- şehirlerinden biri olan Gostivar'ın, o dönem Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin sınırları içerisinde bulunduğunu belirtmekte fayda var. Çünkü bana her sorulduğunda; hiç şehir değiştirmeden "Yugoslavya'da doğdum; çocukluğumu ve gençliğimi Makedonya'da; olgunluk yaşlarımı ise Kuzey Makedonya'da geçirdim (veyahut geçirmekteyim)" cevabını veriyorum.
Kişiliğimle ilgili bir-iki cümle söyleyecek olursam; inandığı gibi yaşamaya çalışan biriyim. Bununla beraber duygulara çok önem veririm. Fakat kararlarımı alırken muhakkak üstünde düşünerek alırım.
Aileme gelince: Babamın ismi Ercan. Yugoslavya zamanında Teknoloji Fakültesini üçüncü sınıfta yarıda bırakarak -gurbetçi olarak- İsviçre'ye çalışmaya gitmiş. Başlarda yol inşaatında; ardından uzun yıllar garson olarak çalıştıktan sonra emekliye ayrıldı. Kendisi aynı zamanda en yakın arkadaşım ve en büyük destekçimdir. Kimseyle konuşmadıklarımı onunla konuşur, mümkün mertebe aldığım kararları ona danışır ve yolumu o şekilde şekillendirmeye çalışırım.
Annemin ismi ise Müdesire. Kendisi temizliğe çok önem veren klasik bir ev hanımıdır. "Yuvayı dişi kuş yapar" misali evimizin bütünlüğünü korumak, eksikliklerini gidermek için yıllarca çaba göstermiştir.
Bir de benden beş yaş büyük ablam var. İsmi İlknur. Kendisi evlidir; aynı zamanda lise ikinci sınıfta okuyan bir de oğlu (Haris) vardır. Ablamın sanatsal/estetik bir yetiye sahip olduğunu söyleyebilirim. Arada bir (yalnızca benimle paylaştığı) muhteşem dizeler bulmasının yanı sıra, çok güzel de panoramik fotoğraflar çekmektedir.
Tüm bunların dışında aynı zamanda evliyim ve altı yaşında bir de oğlum var. Eşim Sebil Hanım, İstanbul Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu mezunudur. Kendisiyle 2013 yılında tanıştık; 2014 yılında nişanlandık; 2015'te ise evlendik. 2018 yılında da oğlumuz Muhammed Nasir dünyaya geldi. Özellikle yüksek lisans ve doktora eğitimimi eşimin çeşitli fedakârlıklarda bulunmasıyla tamamladığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Kendisi bir "iyilik meleği" timsalidir.
Yakın zamanda doktoranızı tamamladınız. Bize eğitim hayatınız ve henüz çok taze olan doktora tezinizin içeriği hakkında bilgi verir misiniz?
İlk eğitimimin belli bir bölümünü Gostivar'a bağlı Yukarı Banisa köyünde ve Gostivar'da; geri kalan kısmını ise İsviçre'de tamamladım. Lise eğitimimi yine Gostivar'da (2003-2007); üniversiteyi ise 2010-2014 yılları arasında Üsküp Aziz Kiril ve Metodiy Devlet Üniversitesi'nin "Blaje Koneski" Filoloji Fakültesi'nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde nihayete erdirdim.
Ancak Üsküp'te üniversiteye başlamadan önce 2007 senesinde liseyi bitirdikten sonra Türkiye'de okumak için o zaman -yabancı uyruklu öğrencilere- YÖS sınavı vardı -şimdi hâlâ var mı bilmiyorum-, ona girmiş ve kazanmıştım. Hatta İstanbul'daki bir-iki üniversiteye psikoloji okumak için başvurmuştum. Öyle ki üniversitelerden kabul mektupları da gelmişti. Fakat ben düşüncemi değiştirerek (ailem de orada olduğu için) İsviçre'ye gitmiş ve Zürich Üniversitesi'nin Psikoloji Bölümü'ne kaydolmuştum. Daha sonra oradaki eğitimimi yarıda bırakarak, lise döneminde içimde yavaş yavaş filizlenmeye başlayan edebiyat (bilhassa şiir) sevgisine daha fazla karşı koyamadığım için Makedonya'ya dönerek, -demin de değindiğim gibi- Üsküp'te Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde okumaya başlamıştım.
Daha sonra bu alanda ciddi bir biçimde derinleşmek isteği/düşüncesi yüksek lisansımı ve doktoramı Türkiye'de devam ettirmeme vesile oldu. 2016'da İstanbul Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi'nde yüksek lisans (2016-2018) eğitimi ile başlayan Türk Dili ve Edebiyatı alanında uzmanlaşma maceram; 2024 yılında aynı üniversitede doktoramı (2019-2024) tamamlamakla son buldu.
Siz sormadınız ama Balkan Türkleri ile ilgili olduğu için -doktora tezimden önce- size biraz da yüksek lisans tezimden bahsetmek istiyorum. Yüksek lisans tezim "Makedonya ve Kosova Türk Çocuk Şiirinde Evrensel Değerler" başlığını taşımaktadır. Tezi bir yıldan daha az bir sürede tamamladım. Kısacası yüksek lisans tezimde eski Yugoslavya'da yaşamış Türk şairlerin yazdıkları çocuk şiirlerinde evrensel değerlere ne ölçüde yer verdiklerine ve bunları konu olarak nasıl ele aldıklarına/işlediklerine yer vermeye çalıştım. Yani özetle evrensel değerler ekseninde tematik bir inceleme yapmaya gayret ettim.
Haziran 2024'te tamamladığım doktora tezim ise yüksek lisans tezime göre çok daha kapsamlıdır. Araştırma süreci, yazım aşaması vs. derken, tamı tamına üç yılı aşkın bir süre üzerinde çalıştım. Tezimin başlığı da "İkinci Yeni Şiirindeki Parodi, Pastiş, Satir ve İroni Yansımaları"dır. Burada, İkinci Yeni şairlerinin şiirlerinde parodi, pastiş, satir ve ironi gibi -Batı kökenli- tür ve/veya tekniklerin hangi amaçlar ve işlevlerde kullanıldığına değinmeye çalıştım.
Her iki tezim de YÖK'ün "Ulusal Tez Merkezi"nde erişime açıktır. İsteyen oradan ulaşabilir.
Sizin iki tane şiir kitabınız bulunuyor. İçinizdeki okuma ve yazma sevgisi (hatta belki de "tutkusu") nereden kaynaklanıyor? Kitap yazmaya nasıl karar verdiniz?
Evet, ilk şiir kitabım Ocak 2016'da Kanguru Yayınları etiketiyle Ankara'da Çağrışımlar Kataloğu adıyla; ikinci şiir kitabım da Mart 2021'de İmgenin Çocukları etiketiyle yine Ankara'da Vardar Mavisi ismiyle çıktı.
Okuma ve yazma merakımın ise tam olarak nasıl başladığını ve nereden kaynaklandığını, bugün tam olarak anımsayamıyorum. Ama -gecikmeli de olsa- lise yıllarında ciddi bir biçimde okumaya ve yazmaya başladığımı rahatlıkla söyleyebilirim. "Kitap yazmaya nasıl karar verdiniz?" sorunuza da buradan hareketle cevap verebilirim. 2006 yılında şiir yazmaya başladım (hatta bu faaliyeti 2004 yılına kadar geri çekmek mümkündür), ancak ilk iki şiirim İzmir'de çıkan Kurşun Kalem dergisinin Mayıs-Haziran 2013 tarihli 23. sayısında yayımlandı. Ondan sonra Aralık 2015'e kadar pek çok farklı dergide şiirlerim çıktı. İşte o tarihe (2004/6-2015) kadar gençlik hevesi ve tecrübesizliğiyle üç yüzün üzerinde şiir yazdığımı hatırlıyorum. Aralarında ciddi bir eleme yaparak ilk kitabım Çağrışımlar Kataloğu'nu oluşturmuş; diğer şiirlerimi ise -bazı yönleriyle acemice bulduğum için- imha etmiştim (yani bir defterde yazılı olduğu için yakmıştım).
İkinci kitabım Vardar Mavisi'nin yayımlanma serüveni ise tamamen benim dışımda gerçekleşti. Edebiyat dergileri sayesinde adım yavaş yavaş bu camiada duyulmaya/tanınmaya başladığı için, -o dönem- ikinci kitabımı çıkarma teklifi dergi ve yayın editörlerince gelmişti.
Makedonya'da en yoğun Türk nüfusunun yaşadığı yerlerden biri olan Gostivarlısınız. Yaşadığınız ülkenin eğitiminize, yazdıklarınıza, düşündüklerinize ve devamında öz benliğinize olan etkisi hakkında neler söylersiniz?
Muhakkak ki yaşadığım coğrafyanın her yönden bana etkisi olmuştur. Nitekim buna en açık örnek yazdığım şiirleri gösterebilirim. Yalnız ben şiirlerimde bu coğrafya ile ilgili her neyi temel aldıysam, onu sanatın süzgecinden geçirerek, yani bir biçimde onu estetize edip imgeleştirerek sunmaya çalıştım. Velhasılıkelam esas amacım bu toprakların çektiği acılardan menfaat ummak değil, buraların güzelliğiyle okurların iç âlemini ferahlatmak, hafifletmek ya da ne bileyim bir çeşit güzelleştirmeye çalışmak oldu.
Neden yazıyorsunuz? Kendinizi anlatmak için mi? Dünyayı anlamak için mi? Yoksa sözün uçucu yazının kalıcı olması sebebiyle mi?
Sorduğunuz soruya akademisyen hüviyetimle cevap verirsem; Türk kültür, dil ve edebiyatına ilişkin zenginlikleri bilimsel yolla ortaya çıkarmak; şair hüviyetimle cevap verirsem; zihnimde beliren değişik imgeleri estetik bir biçimde şiirle dışa vurmak için diyebilirim.
Nasıl yazıyorsunuz? Bir ritüeliniz veya yanınızda olmasına kıymet verdiğiniz, uğuruna inandığınız bir objeniz var mı?
Öyle genel bir ritüelim yok. Ama şunu söyleyebilirim: Bilimsel bir çalışma yaparken (ör. bir makale yazarken vs.), muhakkak bir odaya kapanırm. Kullanacağım (bilgisayarda olamayan) kaynakları büyük bir masanın üstüne dizer, çalışmaya o şekilde başlarım. Ve özellikle dış dünyayla olan irtibatımı -olabildiğince- kesmeye çalışırım.
Şiirlerimi oluştururken ise bulunduğum yer/mekân hiç önemli değildir. Eskiden çantamda mutlaka kâğıtlar olurdu ve şiir çalışmaya o kâğıtlar üzerine yazarak başlardım. Şiir tamamlanana kadar o kâğıtları yanımda gezdirir; şiir bittikten sonra da yazdığım şiiri -yazım- tarihiyle birlikte bir deftere geçirirdim. Elimde kalan müsveddelik kâğıtları ise yakardım. Ama bu son sekiz-dokuz yıldır telefonuma Microsoft Word programını indirdim. Ve artık şiirlerimi mümkün mertebe oraya yazmaya çalışıyorum. Kolaylık açısından bu yöntemin çok daha kolay olduğu bir gerçek; ama şiirin dijitalleşmesi açısından bu durumun beni -bir bakıma- huzursuz ettiğini de söylemem gerekir. Çünkü tuhaftır, bu yolla şiirin kendi doğallığını kaybetmiş hissi uyanıyor bende.
Sizce ilham denilen olgu gerçek mi, var mı? Sizin ilham tanımınız nedir?
Fransız düşünür/şair Paul Valéry'nin sevdiğim bir tanımı var. Şöyle diyor Valéry: "Şiirde ilk dize Tanrı vergisi, gerisi alın teridir." İşte ben de biraz buna inanıyorum galiba!.. Diğer şairlerde nasıldır bilmem; ama beni ilk etapta harekete geçiren/tetikleyen bir şey oluyor, bir şey ortaya çıkıyor muhakkak. Bazen zihnimde beliren bir görüntü; bazen tek bir kelime; bazen başlı başına bir dize; yani özetle şiire başlamama bir neden kendi kendine gelip buluyor beni. Ardından çalışmaya başlarım. İlk birkaç dize ortaya çıktıkça tekrar tekrar o dizeleri -sesli bir şekilde- okuyup, yeni dizeler ortaya çıkarmaya çalışırım. Sesli bir şekilde okumamın bir diğer sebebi de şiirde aynı zamanda sese önem veriyor olmam da olabilir (kim bilir?!). Şiir bittikten sonra da onu uzun bir süre kenarda bekletiyorum. Yani o taze duyguların -öyle hemen- beni kendine esir etmesine izin vermiyorum. Bir müddet sonra, o ilk duyguların tesirinden kurtulduğumda, döner o şiiri bir başkasının şiiriymiş gibi okurum. Eğer beni tatmin ediyorsa yayımlar; etmiyorsa da siler atarım. İlhamdan yola çıktık ama -kısacası- şiir yazma süreci bende bu şekilde ilerliyor/gerçekleşiyor. Özetle bu söylediklerimden yola çıkarsam; Valéry'nin yaptığı tarifin belirtilerinin bende de mevcut olduğunu söyleyebilirim.
Haziran 2022'de yayınlanan Şehir ve Kültür Dergisi'nin 95. sayısında sizin Vardar Mavisi adlı kitabınıza ait bir değerlendirme kaleme almıştım. Ve siz bu vesile ile bana ulaştığınızda tanışmış olduk. Yazımdan nasıl haberdar oldunuz, okuduğunuzda neler hissettiniz? Ayrıca sizin Türkiye'deki dergilerle ünsiyetiniz olduğundan haberdarım. Bu konudaki geçmişinizi öğrenebilir miyiz?
Ben hiçbir sosyal medya mecrasında yer almıyorum (şimdilik!). Ama genelde sanat/edebiyat gündemini önce kültür, sanat ve edebiyat dergilerinden (unutmayalım ki dergiler sanatın/edebiyatın atan kalbidir), daha sonra da internetten -yaptığım çeşitli araştırmalarla- takip etmeye çalışıyorum. Böyle bir araştırma esnasında Vardar Mavisi ile ilgili yazdığınız yazıya tesadüf etmiştim (ki daha sonra yine Şehir ve Kültür dergisinin 101. sayısında (Aralık 2022) Çağrışımlar Kataloğu kitabımla ilgili bir değerlendirme yazısı kaleme almıştınız). Hâliyle her şair ve yazarda olduğu gibi, bu durum beni de ziyadesiyle memnun etmişti. Nasıl yapılan hiçbir iyilik veya ortaya koyulan hiçbir güzel iş karşılıksız kalmıyorsa, kitabım hakkında yazmış olduğunuz değerlendirme yazısı da sizin gibi kıymetli biriyle tanışmama vesile oldu. Size yeniden içtenlikle teşekkür ederim.
Evet, Türkiye'de şiirlerimin yayımlanmadığı dergi sayısı belki iki elin parmaklarını geçmez. Şimdi hatırlayabildiğim kadarıyla seksenin üzerinde farklı dergide şiirlerim yayımlandı. İşin en güzel tarafı; ben bir Balkan Türkü olarak ayrım yapmadan Türkiye'de (sağ-sol gözetmeksizin) her dergiye şiir verdim/gönderdim. Bir diğer güzel taraf da; o degilerin sahipleri/editörleri/yayıncıları/yönetim kurulu üyeleri vs. hep nezaketle karşılık vererek şiirlerimi yayımladılar. Her kesimin beni şair olarak kabul edip, şiirlerime önem/değer vermesi; beni çok mutlu ediyor. Bu vesile ile şiirlerimin yer aldığı bütün dergi sahiplerine/editörlere ve bilhassa okurlara canıgönülden teşekkür ederim. Unutmayalım ki dergilerin yaşamasına sebep "okurlar"dır.
Şehir ve Kültür Dergisi'nde kitabınıza ait değerlendirme yazımda "Değerlendirmelerde bulunmadan önce yazarı tanımak isteği ile araştırma yapmak istedim. Ne yazık ki kayda değer bir bilgiye ulaşamadım. Söz konusu araştırmaya yazarın müstear ismi olan Mehmet Topuktutan'ı da araştırdığım hâlde sonuç değişmedi. Bu sebeple yazarı tanımak kitabın 'Özgeçmiş' başlığı altında yer verilen bilgiyle sınırlı kaldı." yazmıştım. Bu pasaj özelinde size iki sorum olacak; ilki sizi müstear kullanmaya iten sebepler nelerdir ve hakkınızda bilgi edinme konusunda yaşadığım kıtlığın sebebi nedir?
Öncelikle şunu belirtmeliyim; müstear ismimi şimdiye dek hiçbir yerde kullanmadım. Ama oldum olası -yani küçüklüğümden beri- (kendi kendimle oyun oynar gibi) ismimin farklı varyasyonlarını bulmaya çalışırım. "Mehmet Topuktutan" da onlardan bir tanesidir. Malumunuz "Muhammed" isminin Türkçedeki değişkesi "Mehmet"tir. "Topuktutan" ise şuradan gelmektedir: Bilindiği üzere Yakub sözünün aslı İbrânîce Yaakob'dur. Eski Ahit'te ise sözcüğün kökeni iki türlü izah edilmektedir. Bunlardan birine göre Yaakob "topuk tutan" demektir; zira Esav ile ikiz olan Yakub, kendisinden önce doğan Esav'ın topuğunu tutarak dünyaya gelmiştir. Hâliyle benim de soyadım "Yakup(i)" olduğu için; "Topuktutan" işte oradan gelmektedir. Bilirsiniz eskiden şairlerin çoğu takma isim kullanırmış. Olur da bir gün benim de takma ad kullanmam gerekirse; mahlasım "hazır ol!"da beklesin istedim.Gelelim hakkımda (özellikle internette) çok az bilgi bulunmasına!
2018 yılının sonlarına değin şiirlerimle (gerek dergiler, gerek televizyon ve radyo programları, gerekse internet sayfaları) her mecrada vardım; ama en büyük handikapın hiçbir sosyal medya hesabımın olmayışı olabilir. Ayrıca -birçok teklif gelmesine rağmen- şimdiye kadar -doğru dürüst- hiç röportaj vermedim; sizinle gerçekleştirdiğimiz bu içi dolu söyleşinin, en azından bundan sonra hakkımda bir şeylere daha kolay ulaşılmasına öncülük edeceğini veyahut daha başka çalışmalara zemin hazırlayacağını düşünüyorum.
Şiirlerinizde karamsar, melankolik, hesaplaşmalı, gelgitli, sorgulayan, efkârlı, yalnız, bazen çaresiz ve sıkışmış hatta tükenmişlik hissi göze çarpıyor. Bu tespiti belirginleştiren ise cenaze arabası, mezar, mezarlık, tabut, kadavra ve ölüm kelimelerinin eserinizdeki varlığı ve kullanım sıklığıdır. Kişilik olarak nasıl birisiniz? Şiirlerinizin okura çağrıştırdığı gibi karamsar mısınız?
Ne bileyim; şiir, -ekseriyetle- dünyayla/yaşamla derinden derdi olan insanların uğraşıymış gibi geliyor bana. Söz gelimi mutlu bir insan neden şiir yazsın ki?! Ya da şair büyüklerimiz yazdıkları şiirlerle bize azar azar bunu empoze etmiş de olabilir. Örnek olarak sadece Cahit Sıtkı Tarancı'nın şiirlerindeki konulara bile bakmak yeterli olabilir bazen... Yahut belki de benim böylesi bir duruma yatkın bir kişiliğim vardır; kim bilir?! Genellikle bulunduğum ortama ayak udurmaya (bulunduğum ortamı neşelendirmeye) çalışan biriyim. Ama buna koşut olarak; -kendimi bildim bileli- içimin pencerelerinden hüznün deli rüzgârları perdelerimi havalandırmadan da edemiyor.
Şiirlerinizde parantez marifetiyle bazı kelimelere fonksiyonalite kazandırıyorsunuz. Örneğin; ku(y)tularına, sar(s)ar, anla(t)maya, kopar(t)ılmaya, düş(l)erken, dualar(l)a, anılarında(n) vb. Bu kelime sihirlerinin yanında tekerleme gibi ifadeleriniz de göz dolduruyor; "Ses/siz Olun: Sesli Düşünenler" adlı şiirinizdeki "ölümün varlığı ölesiye ölümsüzleştirir" anlatısında olduğu gibi. Bunun yanında "bahçede dut / evde tat kalmadı", "saksıda saklanan saksağan", "korkular korkup kaçarlar mı" örneklerinde göze çarpan bu konudaki düşünme biçiminizi öğrenebilir miyiz?
Şiirdeki bu girişimlerimin farkında olmanız beni mutlu etti. Evet, bu tür söz oyunları benim şiirimin başat unsurlarından biridir denebilir. Ki kullandığım tüm bu yöntemlerin aynı zamanda şiirime -anlam ve müzikalite bakımından- zenginlik kattığına da inanıyorum. Öte yandan zaten şiiri düzyazıdan ayıran en önemli özellik, dili istediğin şekilde dönüştürmeye imkân tanımasıdır. Mesela bunun en bariz örneklerini İkinci Yeni şairlerinin şiirlerinde görmek mümkündür. Örnek verecek olursam; Ece Ayhan'ın "bakışsız bir kedi kara"sında ya da Cemal Süreya'nın "üvercinka"sında olduğu gibi…
Şiirleriniz oldukça "renk"li. Kitaplarınızın isimleri ve kapak görselleri de. Renkler sizin için ve dizeleriniz için ne ifade ediyor?
İnsan güncel hayatına ilişkin pek çok şeyi çocukluğundan taşıyıp getiriyor galiba?! Psikolojik terapilerde (hipnozlarda) çocukluğa inilmesi bundan olsa gerek!.. Şimdi hatırlıyorum da çocukluğumda çizgi filmleri hikâyelerinden çok "renkleri" için seyrederdim. Anlayacağınız renklere olan merakım daha çocukluk yaşlarıma dayanıyor. Büyüdüm, usta ressamların tablolarındaki renklerin oluşturduğu kompozisyonlar beni -ciddi bir biçimde- etkilemeye başladı. Ve zamanla renkler geldi şiirime yerleşti. Buna bir bakıma renkler şiirime renk kattı da diyebiliriz. Buradan yola çıkarsak; "Renkler sizin için ve dizeleriniz için ne ifade ediyor?" sorunuza; "ÇOK ŞEY" cevabını rahatlıkla verebilirim.
Yazmaktan söz ettik, bir de okumayı soralım. Şiir nasıl okunmalı sizce? Düzyazı metinler gibi biteviye mi, ara vererek mi? İhtiyaç hâlinde yani okurun psikolojik ihtiyacına göre mi? Nasıl?
Bence bu mesele tamamen okurun inisiyatifine kalmış bir şey. Yalnız benden eğer ille bir tavsiyede bulunmamı isterseniz, şu detayı/hususu dile getirebilirim; okur bir şiiri okurken, bu şiirde şair ne anlatıyor değil de, şairin anlattıkları bende ne gibi duygular uyandırıyor diye bakmalıdır. O kadar…
En son hangi kitabı okudunuz, ne tür kitaplar okursunuz? Hangi yazarı beğeniyor ve okuyorsunuz? Bize kitap seçimi konusunda bir tavsiyede bulunmanızı istesek?!
En son okuduğum üç kitabı söyleyeyim: 1. Daryush Shayegan - Yaralı Bilinç / 2. Edward Said - Entelektüel / 3. John Berger - Görme Biçimleri.
Ben genellikle tür ayırt etmeksizin okumaya çalışırım. Ve bilhassa alanında nam salmış isimlerin kitaplarını okumayı tercih ediyorum.
Kitap konusunda ise öyle spesifik bir tavsiye listesi vermek bir yönüyle çok zor bir yönüyle de çok kolaydır. Ama şiir konusunda şöyle bir öneride bulunabilirim: Muhakkak edebiyat sahasında (özelde şiirde) iz bırakmış şairlerin şiir kitaplarını okumaya gayret etsinler (bu söylediğim tüm dünya edebiyatları için geçerlidir).
Kuzey Makedonya'daki Türkçe hakkında sizden bilgi alabilir miyiz? Şehirlere yahut yörelere göre değişiklik arz ediyor mu? Kelimelerle örnekler vererek izah edebilir misiniz?
Kuzey Makedonya'daki Türkçeyi bir-iki cümle ile özetleyecek olursam şunları söyleyebilirim: Genellikle devrik cümleler kullanılarak konuşulur. Yer yer Makedonca ve Arnavutça kelimeler ihtiva etmektedir. "Şimdiki zaman" yerine "geniş zaman" kullanılır. Ayrıca her dilde olduğu gibi Kuzey Makedonya Türkçesinin de şehirlere göre değişkenlik arz ettiği görülür. Onu da şöyle örneklendirmek mümkündür: Mesela İstanbul Türkçesindeki "siz öylesiniz" ifadesi; Gostivar Türkçesinde "oyle isınız siz"; Kalkandelen (Tetova) Türkçesinde ise "ülesınız siz" şeklindedir.
Kitap okurken olmazsa olmazınız var mıdır? (kahve, müzik, açık hava vb.) Hayatınızda yer etmiş veya birden fazla defa okuduğunuz bir kitap var mı?
Kitap okurken öyle olmazsa olmazım diyebileceğim bir şey yok.
Birden fazla kez okuduğum kitap konusuna gelince; evet, sadece bir kitap değil, birçok kitabı birden fazla kez okumuşumdur. İsterseniz şu an hemen aklıma ilk gelen birkaç tanesini sayayım: Mesela Attilâ İlhan'ın Ben Sana Mecburum adlı şiir kitabını; Özdemir Asaf'ın toplu şiirlerinin yer aldığı Çiçek Senfonisi ve Benden Sonra Mutluluk isimli kitaplarını; Cahit Sıtkı Tarancı (Otuz Beş Yaş), Behçet Necatigil ve Asaf Hâlet Çelebi'nin bütün şiirlerinin yer aldığı kitapları; Birinci Yenicilerin (Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday'ın) ve İkinci Yenicilerin (İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Sezai Karakoç ve Ülkü Tamar'in) şiir kitaplarını birden fazla kez okuduğumu hatırlıyorum. Hatta listenin daha da kabarık olduğunu düşünüyorum (kitap okuma faaliyetim çok uzun senelere dayandığı için).
Hayatımda yer etmiş/iz bırakmış kitaba gelince; onun da Kur'ân-ı Kerîm olduğunu -bütün samimiyetimle- söyleyebilirim.
Devam eden ve gelecekte yapmayı planladığınız projeler nelerdir; bilgi verir misiniz?
Doktora tezime gerçekten çok emek verdim. O yüzden kitaba dönüştürülmeyi fazlasıyla hak ediyor (tabii bir kere daha gözden geçir(il)dikten sonra). Bununla beraber yüksek lisans tezimin üstünde biraz daha çalışırsam, onu da kitap hâline getirmeyi çok isterim. Çünkü yüksek lisans tezimin aynı zamanda Balkanlardaki Türk kültür ve edebiyatının -az da olsa- tanıtılması açısından da önemli ölçüde rol oynayabileceğini düşünüyorum.
Bunların dışında 2021'den bu yana stil olarak iki farklı yoldan ilerleyen şiirler yazıyorum (ki çoğunu çeşitli dergilerde yayımladım ve yayımlamaya da devam ediyorum). Onları da iki ayrı kitapta bir araya getirmek niyetindeyim. Ancak dile getirdiğim tüm bu projeleri gerçekleştirebilmem için arkasında sağlam bir biçimde durabilecek bir yayınevine ihtiyaç var. Bari buradan, yani sizin aracılığınızla (bu söylediklerime ilgi gösterebilecek) yayınevlerine de seslenmiş olayım; diledikleri takdirde bana bu ([email protected]) mail adresinden ulaşabilirler.
Sizi taklit eden konuşmaya meraklı bir muhabbet kuşunuz olsa ona ne söylemesini öğretirdiniz?
Soruya ilişkin vereceğim cevap -kuştan dolayı- biraz ironik olacak ama Aziz Mahmud Hüdâyî'nin şu beyitini; "Günler geçip gitmekteler, / Kuşlar gibi uçmaktalar." ya da onun pastişi olan Cemal Süreya'nın iki dizelik "Kısa" adlı şiirini; "Hayat kısa, / Kuşlar uçuyor." söylemesini öğretirdim. Çünkü bana kalırsa bu mısralar hayatın kısa birer özeti gibidir.
Bu röportaja bir soru ekleme hakkınız olsa kendinize hangi soruyu sorarsınız?
Madem o kadar şiirden söz ettik; -benim şiirlerim dışında- başka bir şaire ait bende iz bırakmış bir şiirin olup olmadığını sorardım. Varsa tabii, ardından o şiirin (ya da şiirlerin) hangisi (veya hangileri) olduğunu sorardım. Fakat -bu söyleşide kendime soru sormamın etik olmayacağını düşündüğüm için- (çünkü burada soruları siz soruyorsunuz) bunun cevabını burada değil; bir gün eğer benimle yine yeni bir röportaj gerçekleştirilirse ve bu soru sorulursa; cevabını orada vermeyi isterim.
Muhammed Yakupi'ye sorularımızı içetnlikle cevapladığı için teşekkür ederiz.
Yazar: Necla DURSUN - Yayın Tarihi: 27.09.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 22.09.2024 15:07