Mümkünsüz Bir Gidememe Hikâyesi: Nefaset Lokantası
İnsanın başına gelen bazı şeyler onu yıkar, geriye bir boşluk kalır. Hayat boş alanlara müsaade etmez, bir müteahhit gibi nerede boşluk varsa orayı doldurmanın derdine düşmüş gizli bir el, yıkıntılardan saray inşa edebilir. Bu doğrudur. Lakin yıkıntı gerçekten bir saraya dönüşmek ister mi? Yeşil bir bahçe olmak ister belki, çocukların üzerinde top koşturacağı “boş” bir arsa olarak kalmak ister, ya da ne bileyim dolmak istemez yani, olamaz mı? Olur.
İnsanlık olarak telaşımız sürekli boşluklarımızı doldurmak üzere, hâlbuki boş bir alanın insan ruhuna kattığı ferahlık keşfedildiğinde bu sefer tüm fazlalıklardan arınmanın derdi sarar ruhu. Her iki duygu da iç sıkıntılı bir zaman dilimini beraberinde getirir. Nefaset Lokantası’nın müdavimi Salih bana göre böyle bir karakter. Bir boşluk doldurmanın peşinde sürüklenip giderken sonunda belki de o boşluğun dolmaması gerektiğine ikna oluyor.
Türk edebiyatında iç buhranına sahip çoğu karakter bir yerden başka bir yere gitmek ister. Gidince her şey değişecek sanırız, yeni bir hayat kuracağızdır, yeni bir ben olacağızdır, yıkıntılarımızı birileri gelip saray yapacak, bizi cilalayacaktır. Gittiğimiz yerden yenik düştüğümüz yere muhakkak dönecek ve “vay anasını!” dedirteceğizdir birilerine. Böyle midir? Böyledir!
Gazeteci olan Salih işinden kovulunca Rio de Janerio’ya gitmek ister. Üç bölümden oluşan bu kitabın ilk bölümü, Nefaset Lokantasında Salih için düzenlenen veda yemeği üzerine kurgulanmıştır. Yazar bu yemekte edilen sohbetler ve bir parça Salih’i gitmekten caydırma adına kurguladığı replikler üzerinden kuşbakışı Türkiye izlenimleri sunar okuruna. Mesela onu gitmekten vazgeçirmeye çalışan Altan, “gitmek istiyorsun çünkü memleketi kendine layık bulmuyorsun, beğenmiyorsun” diyor. Hâlbuki Salih için bu gitme arzusu memleketi beğenmemek üzerine kurulu bir amaç değildi. Ancak Salih’in hem gazeteci, hem de entelektüel kimliğinin öne çıkarıldığı satırlarda ülkemizin okuyan ve kendini bilmeye çalışan insanlara yaklaşımı da çok iyi veriliyor: “Dünyayı anlamaya ilk heves ettiğinde çok okuma, çok düşünme kafayı üşütürsün dediler. Direnip devam ettiyse ergenliğinde şuna bak, çıktığı kabuğu beğenmiyor dediler. Devam edip yetişkin olduğunda ne oldu hani o kadar kitap okudun bir baltaya sap olabildin mi, bak şimdi tutunamayanları oynuyorsun dediler. Kimse bütün değerlerin ucuzlaştığı bir ortamda tutunmanın en iyi ihtimalle onursuz bir beceri olduğundan bahsetmedi.”
Evlerde gider boruları vardır, tıkanmaya başladığında kötü koku salmaya başlar ortalığa, tamamen tıkanınca ise ona ne verdiyseniz kusar tümünü, evin barkın ortasına. Bu sebepten marketlerde lavabo açıcıları türedi, kullanınca daha uzun ömürlü gider borularına sahip oluyor, belli zamana kadar kötü kokulara elveda diyebiliyoruz, şayet açıcılar çözemezse bu işi bir tesisatçı boruları değiştirmek suretiyle hallediyor mevzuyu. Salih gitmesine ve gitmemesine dair tüm konuşulanlara şöyle cevap veriyor: “Öyle derin analizlere falan gerek yok. Tek kelimeyle söyleyeyim: tıkandım.” Gitmek bir nevi lavabo açıcı görevi mi görecek peki Salih’te, sanmam. Salih’in bir tesisatçıya ihtiyacı olduğu muhakkak burada. Çünkü tıkanıklığı ruhundan kötü kokular almasına yol açıyor, bu ülkede yaşarken kendine tahammülü yok belki de. Ülkenin de Salih gibilere çoğunlukta tahammülü yoktur, karşılıklı bir uzaklaşma biçimi ortaya “gitmek” arzusunu doğurur. Peki, gitmek isteyen herkes gidebilir mi? Gitmez, gidemez! Klişe bir tabirle kader ağlarını sürekli ören bir örümcektir. Siz ona çomak sokmaya çalışsanız bile yorulmaz, tamir eder bozulan yeri o örümcek, siz delik açarsınız o kapatır, ha insanın çok da gitmeye gönlü yoksa bahanelerden bir dağ kurar kendine ve aşamaz. Salih’in hikâyesi de aslında sanki biraz öyle. Onun gitmek isteme arzusu var olmasının bir eskizi sadece!
Nereye Koysam Gölgemi Orada İzi Yok
Eserde Salih’in gitmekle ilgili mevzusunu bastıran ana etken, onun köksüzlüğünden mülhem olan örselenmiş aidiyet duygusudur. Esasen Salih çalıştığı gazeteye de ait hissetmiyor bence kendini, Salih’in en Salih olduğu yer, haksız yükselişini izlediği ve kendisiyle duygusal anlamda da olsa husumeti olan, üniversiteden eski arkadaşı Şevket hakkında, müstear isimle yazdığı yazı. Şevket gibiler her devrin kazananıdır, güneş ne tarafa dönüyorsa yönünü o tarafa çevirirler. Böylelikle yükselir, niteliği bir kenara bırakıp sadece yüksekten baktıkları insanları boş bir gurur duygusu ile izlerler. Böyle tipler alın terinden bihaberdir ve ne kadar yükselirse yükselsinler, nicel kavramların esiri oldukları için nitelik sahibi Salih gibileri çekemezler. Bu çekememezlikle Şevket gibiler Salih gibilerin bir yerlerden ayağını kaydırır ki eserde de bu böyledir. Salih Şevket nedeniyle gazeteden kovulur.
Annesiz ve babasız yani dalsız ve budaksız Salih kendi kendine filizlenme çabasındadır. Ancak kendini bir şeye ait hissetme konusu hepimizin en elzem ihtiyaçlarındandır. Salih kendini ait hissedemez bu ülkeye çünkü Salih gibiler Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ında anlattığı zümredenlerdir. Yazar bu durumu eserde şöyle ifade eder: “Salih sen yanlışsın. Başından beri hatalısın. Bir ömür boyu bu toplumun bir ferdi olmak için yırtındın. Birinin oğlu, birinin öğrencisi, birinin asker arkadaşı, birinin iş arkadaşı, birinin yoldaşı, başka birinin sırdaşı olmak için çabaladın. Sokaktaki kalabalığın hakiki bir parçası olmak istedin. Olamadın. Olmadı baştan sona yanlışsın dediler bana; her sokağa çıktığımda konuşmadan bana bunu söylediler.”
Ülkesine, sevdiği kıza, yakın arkadaşı Metin’e, Afitap Abla’ya tutunmayan Salih kendine ait olmayan bir ruhla yolculuğa çıkmak ister. Mümkün olmayan bu yolculukta kendine ait olan tek şeyi, gölgesini de yanında götürmeyi heveslenir ancak nereye koysa gölgesini orada bir iz bırakamadığını görür.
Esasında bir tutunamama hikâyesi olan Nefaset Lokantası, yazarının felsefi sorgulamaları ile okuruna altı çizilesi epeyce satır bırakır.
Kelime anlamı itibariyle “Nefis olmak durumu” için kullanılan nefaset, yazarının oluşturduğu karakter üzerinden, varlık, zaman ve içsel sorgularının iç içe geçtiği bir sarmalda okuruna keyif veren bir eser. Salih’i, Metin’i, Afitap Hanım’ı, Nihan’ı daha yakından tanımak istersiniz belki, o zaman son sözü yine Salih söylesin isterim ben:
"İnsan ancak artık ihtiyaç duymadığı şeyleri affedebilir."
Nefaset Lokantası
Tuğba Doğan
Yapı Kredi Yayınları
128 sayfa
Yazar: Gülnaz ELİAÇIK YILDIZ - Yayın Tarihi: 07.09.2020 09:25 - Güncelleme Tarihi: 07.09.2020 09:25