Neden Her Şey Hâlâ Yok Olup Gitmedi ki?
Baudrillard Okumaları
İki.
Modern çağ ya da modern dünya her şeyin kusursuzlaştığı, pürüzsüzleştiği, her şeyin saydamlığını yitirip yapaylaştığı ve her şeyin aynılaşarak farkların ortadan kalkıp karşıtlıkların ortadan kaldırılmasıyla abartılı bir form örneğinin sunulduğu bir dönem-bir süreç ismi olmuştur. Bu çağda, tüm baskı unsurları ile ortaya çıkartılan "birey", insan olmaktan çok bu düzene uyulması beklenen bir aktör yahut aktristir. Ona belirlenen ve yoğun bir standardizasyona uğramış kalıplara uyması beklenen hazır yaşantı biçimleri imal edilmiştir. O, bu kalıplar dışına çıkmamalı, bu kalıplar ekseninde bir yaşam biçimi sergilemeli, doğum ve ölüm çizgisinde bu kulvarda ilerlemelidir.
Modern çağ, zıtlıkların iflasını da beraberinde getirdiği için artık beyazlara karşı siyahlar metaforu da nostaljiden öteye gidememektedir. Baudrillard, modern çağın bu uğultusu karşısında "neden her şey hâlâ yok olup gitmedi?" sorusunu sorarak her şeyin bunca sarpa sardığı bir çağda yok oluşun kaçınılmazlığına, yok oluşu tanımlayarak açıklama getiriyor. Bu açıklamaları da çeşitli açılardan itiraz da barındırıyor: "Sanki bir yerlerde bizim için böyle bir yargı belirlenmiş ve biz de uzun bir süreliğine bu programı yaşama geçirmek zorundaymışız gibi davranıyoruz ki, bu da insanı zorla apoptez olarak adlandırılan hücrelerin kendi kendilerini yok etme sürecini başlatmasını düşünmeye zorluyor" (Baudrillard, 2019, s. 18).
Baudrillard, her şeyin giderek yok olmasının ağır bir ölme biçimi, acı çekerek, acılar içerisinde kimi zaman inleyerek, ama sesini de kimseye duyuramadan, kimi zaman kendine de sesini duyuramayacak biçimde, onca gürültü ve onca izlence/görüntü arasında kendisinin görünürlüğü olmadığı için, "yazgı" ile açıklamaya çalışmaktadır. İnsanlık farkına bile varmadan gerçeklik ve tarihe son vermiş, hakiki ve sahte arasındaki her türlü ayırımı ortadan kaybetmiş olabilir (Baudrillard, 2019, s. 19).
Ölüm Bir Yok Olma mı Yokluğu Geçip Var Olma mı?
Modernizm, ölümü bir şekilde yok saymayı kişilere dikta etmektedir. Ölüm, görünür bir olgu değildir, sadece istatiksel bir veri, sadece rakamlarla açıklanacak bir açıklama girişimi, sadece sağlığın yetemeyeceği, yetersiz kaldığı zamanlarda başa gelecek bir olay gibi algılanır olmuştur artık. Bunda, modernizmin ölümü ortadan kaldırma çalışması yoğun biçimde etkilidir. Çünkü modernizm, inşa ettiği temeller üzerinde bir süreklilik, bir sürdürülebilirlik ister, bunu da kapitalizmin sürekli üretim ve tüketim döngüsü içerisinde kendine dâhil eder. Üretim ve tüketim olduğu müddetçe ölüm üzerine açıklamalarda bulunmak gereksizdir. Ölüm çünkü bir yok oluştur ve pozitivist yaklaşama göre de metafiziksel bir duruma yöneliştir. Bilim sadece bedenle ilgilenir, ölüm de bilimsel olarak bir ex olarak kabul edilir. İvan Illich'in Sağlığın Gaspı eserinde kavramsallaştırıp açıklık getirdiği "iatrojenez" kavramının çeşitli alt tanımlamalarında "sosyal iatrojenez" bağlamında ölümün sosyal bir hak olarak bireyin elinden alındığına dair vurgusu günümüzde bireyin düştüğü durumun zirvesi olarak okunabilir. Ölüm bir haktır ve bu dünya serüveninde insanlığın doğal süreç içerisinde gideceği son aşamadır. Herkes bir gün ölecek. Ölmek de bir haktır fakat tıbbın kapitalistleşmesi ve modernizmin ölümü tıbbileştirmesi, ölümü bir hak olarak insanın elinden almaktadır.
Modern bireyin zihninde "ölüm" de muallaklı bir düşüncedir. Cenazesinin iyi bir şekilde bir yere defnedilmesini yahut güzel bir törenle ortadan kaldırılmasını ister ama ölümden de olabildiğince kaçar. Onunla yüzleşmek istemez. Hep başkaları ölsün ve ölüm hep ondan uzak olsun gibi bir yaşantı biçimi sergiler. Ölüm, bir yok oluş olarak anlam kazandığından bu "yok oluşun" rahatsızlığından kaçmak için günümüzde birçok uygulama yürürlüğe girmiştir. Tüm bu uygulamalar bir nevi ölümden kaçış düşüncesini de oluşturmaktadır. Baudrillard bu bağlamda ölüme karşı bir duruş biçimi olarak "klonlama, enformasyon, yapay zekâ ile beynin kopyalanması, sanal dünyaya kendini yerleştirme" unsurlarını anar.
Kayıp Olmak ile Yok Olmak
Kaybolmak, yol olmak, ölüm rahatsız edici olarak hayatın realitesi içerisindedir. Bu kaybı ve yok oluşu gidermek için çaba sarf eden insanlık buna çözüm bulamamıştır. Ölümsüzlük iksiri veyahut ölümsüzlük havuzu hep bir metafordan öteye geçmemiştir. Ölüm, inanlar için bir başka kapıdan geçip ölümsüzlüğe giden yolun adıdır. İnanmayanlar için bir yok oluş hükmündedir. Fakat her ne yaklaşımda olursa olsun, "yok oluş" bu dünyadan ayrılmak hüzünlü ve tedirgin edici bir durumdur. Bunun için sanat ve diğer yaklaşımlar ölmezlik ilkesi gereği eser üretimini önemsemiştir.
Yaşananlar iz bırakır. Her temasın iz bıraktığı gibi. Bizler hayatla girdiğimiz ilişki içerisinde fark etmesek de birçok açıdan izler bırakırız. Bu bizim bireysel ve toplumsal hayatımızın bir gerçekliğidir. Bu dünya üzerinde bir kütlemiz, bir hacmimiz vardır. Bir düşünce, bir tarz, bir yönelim biçimimiz vardır. Bu izler kimi zaman uzun süre etkili olabilirken kimi zaman ise kısa sürelidir. İzimizin etkisini arttırmak hayatla olan temasımızla ilgilidir.
Baudrillard, bakılan her imgenin gerisinde kaybolup giden bir şey olduğunu belirtir. Asıl kaybolanın ise günümüzde "gerçek" konusu olduğunda kayboluşun hakikiliğini anlayabiliriz. "Gerçek" ortadan kaybolunca sanallıklar, sanallık üretimleri ve sanal gerçekliklerin ortaya çıktığını ifade eder. Baudrillard, ortaya koyduğu bu eserler hem sosyolojik perspektifi hem felsefi, hem psikolojik hem de teknolojik bilgileri harmanlayarak insanlığın kendi eliyle kendi başına açtığı belaları deşmeye, bunu bir cerrah titizliğiyle masaya yatırarak, imgesel yönleriyle irdeler. Kaçınılmaz sonun insanın yahut dünyanın mı daha erken olacağı muallakta.
Neden Her Şey Hala Yok Olup Gitmedi
Jean Baudrillard
Doğu Batı Yayınları
Ankara, 2019
Çev: Oğuz Adanır
Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 27.02.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 27.02.2023 16:09