Nurdan Gürbilek’in Benden Önce Bir Başkası, Düşünce, Faik ÖCAL

Nurdan Gürbilek’in Benden Önce Bir Başkası yazısını ve Faik ÖCAL yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Nurdan Gürbilek’in Benden Önce Bir Başkası

25.09.2024 09:00 - Faik ÖCAL
Nurdan Gürbilek’in Benden Önce Bir Başkası

Dostoyevski ve Kafka'nın böceği arasında duruyorsun; yüzün göğe dönük Dostoyevski ile, ayakların yere çakılı Kafka ile. Ayağındaki prangaları kimseye gösteremiyorsun, sonra ruhuna mührünü vuran kapitalizm çarkının izlerini. Dosto'nun böceği ile yerin altına kaçıyorsun. Seni rahatsız eden doğanın ışığı değil, insanların sevgisizliği, katılığı, maddeciliği, görünürlüğü.

Yerin altında kendini emniyette hissediyorsun. Kafanda suç işleyebilirsin, kendini bağışlayabilirsin; ama yerin üstüne çıkmaya cesaretin yok. Toprak hala sahiplenilmiş değil. Metal, soğul elleriyle toprağın ırzına geçmiş değil. Seninle onlar arasında Toprak Ana var. Toprak Ana'nın sıcak ve merhametli kollarında hala her şeyi unutabiliyorsun bir anlığına olsa da. Tanrı'dan umudunu kesmiş değilsin, az da olsa insanın aslolan hakikate döneceği umuduna kapılıyorsun. Umut işte, böcek ile insan arasında kalanların yaşama sebebi.

Fabrikalar kurulmaya başlıyor yanı başında, başının hemen üzerinde. Huzurun kaçıyor, emniyette değilsin; toprağın zehirleniyor. Devlet Baba seninle Toprak Ana arasına giriyor. Devlet Baba, Toprak Ana'yı senden alıyor; öksüz kalıyorsun, bir başına, yetim, kovulmuş, tart edilmiş. Artık yeryüzündesin, Dava'n başlamıştır Karl Rossmann ile birlikte. Cezalılar Kolonisi'nde hepten bir böceğe dönüşmene ramak kalmıştır. Gregor Samsa'nın kimliğinde Taşrada Düğün Hazırlıkları yapabilirsin ama nafile. Günlüklerine sığınabilirsin ama gerçeklerden kaçamazsın. Baba'ya hiç göndermeyeceğin mektupları kaleme alabilirsin. Milena'da teselliyi ararsın; yetmez. Şato'ya ulaşamazsın, kendini aklayamazsın. Suçun, suçların en büyüğü; insan olmak, insan kalmaya çalışmak. Bağışlanmaz bir suç. Cezan, böcek olarak dünyayı terk etmek.

Babamı hep bir ilk bahar mahmurluğuyla ve "çocukluğumun kuzularını" otlarken hatırlamak istiyorum, tabi araya hep tatsız anılar, bastırılmış öfkeler, hesapsız sorgusuz sesler ve "cep kuşları" giriyor. Babamın Duvarı'nın dibindeyim, bir tarafım Hermann Kafka'ya, bir tarafım da Cemil Atay'a bakıyor. İki babada da kendi babamı göremiyorum. İki baba da benim babama çok uzak. Babamın Duvarının altında kalakalıyorum, bütün çocukluk kahramanlarımla, olanca saflığımla, savunmasızlığımla, acizliğimle.

Çocukluk kahramanlarımdan roman kahramanlarımı çıkararak hayatta kalıyorum; başka yolu yok. Ancak böyle baba olabilirim, kendi çocuklarıma çocukluklarını yaşama imkanı verebilirim, kendi muhayyel kahramanlarımı özgürlüklerine kavuşturabilirim. Babamın Duvarının altını kazıyorum dişimle tırnağımla, kendi zavallı kelimelerimle. Kazdığım yer önce bir çukura dönüşüyor, sonra bir sığınağa benziyor, en sonunda da bir toprak damı odası olup çıkıyor. Mutlu oluyorum, umutlanıyorum. Çocukluğumu, kahramanlarımı ve babalığımı birlikte yaşatabileceğim bir mekana kavuştuğum için. Sadece bana ait bir mekan: bir toprak damı odası, çocukluğumun ihtiyar insanlarının kırık dökük tebessümlerine benzeyen. Toprak damı odamda babamı istediğim gibi yaşatabilirim, ona istediğim rolü biçebilirim.

Yeraltında öylece kalakaldım ne Huzur'u buldum ne de Kaos'u sonuna kadar yaşadım; benim asıl problemim de bu oldu: Ölü Doğu Ana'dan yüz çevirmiştim "zincirlenmiş sözcüklerle", korkuyla modern Batı Baba'ya kaçmıştım; ama kendimi Paris'in ortasında bir başıma biçare bulmuştum. Dostoyevski yoktu, Goethe yoktu; Mallarmé, Valery, Baudelaire yoktu. Modern Batı'nın hiçbir Baba'sı yoktu yanımda çevremde ya da ben kendim olamadığım için, Doğu Ana'ya sırtımı çevirdiğim için. Bütün bir hayatım patolojik unsurların toplandığı bir yeraltı sığınağıydı ama pathos'um yoktu, sadece "zincirlenmiş zamanlarım" vardı.

Kendimi onlar gibi görüyordum; bu yüzden içim yasak bölgelerle dolmuştu, içim yasak bölgelerin esiri olmuştu, içimde yasak bölgelerin etkisine kalmayan hiçbir şey yoktu. Öte yandan onlar gibi değildim, sadece onların etkisinde kalıyordum; çünkü içimde büyük korkularla yüzleşecek, "Büyük Tıkanma"yı aşacak cesaret ve düzenek yoktu. Kendimi beni görmeyen yerlerde aramak ve bunu göz ardı etmek, inanılmaz, imkansız yasak bölgeye çevirmek kaderim olmuştu. Kaderim, açmazım; açmazım beni aşıyordu, açmazım beni kuşatıyordu, açmazım sırrımı ölümümden sonrasına bırakıyordu.

Tanpınar'da hasret, Benjamin'de dehşetsin. Arada sadece "kültürün ürün olan barbarlık belgeleri" yoktu, bununla birlikte maddi ve manevi uçurumlar, yanılgılar, yarıklar, dehlizler vardı.

Tanpınar'da Kerkük acısıydın, Benjamin'de Berlin sızısı ve her ikisinde Paris sıkıntısı Baudelairevari. Das Kapital öylece orta yerde durur hasretin ve dehşetin kancasında. Tanımlayamazsın, kendine ait bir isim veremezsin; çünkü sen ne Benjamin gibi on beşinde evinden kaçtın ne de Tanpınar gibi her zaman için geri dönecek bir evin oldu. Yeryüzünün yersiz yurtsuzlarından biriydin kayda geçirilme gereği dahi duyulmamış, yabansı ve yabancı, hasret artığı; dehşet atığı, ıssız ve sessiz.

Bergson'un "Madde ve Belek" eserinin Madde'sinde dehşet, Bellek'inde hasrettin. Kim seni teslim edecekti Tarih Meleği'nin kollarına, son bir bakışla. Ölecektin bir başına Osmanlı Tarihi'nin uzağında ya da bir Nazi toplama kampında, İspanya-İtalya sınırında. Kimseler olmayacaktı. Ne yekpare olan Zaman seni kucaklayacaktı ne de tedavülden kalkmış nesnelerin emniyet ve huzuru.

Proust'ın Kayıp Zamanlarının İzinde gitmeye de cesaretin yoktu; çünkü aklın ve kalbin birlikte iş yapma yeteneğini kaybetmişti. Kalbin hasretti, aklınsa dehşet. Baudelaire'in Kötülük Çiçeklerinden payına kötürüm zamanlarının membaı kötülük düşmüştü. Her defasında Dostoyevski'nin Ecinnilerinde öldürülen ve yitirilen sen oluyordun nedense. Her devrimin isimsiz kahramanı ve ilk fedaisi de sen oluyordun. Benjamin ile zamanın ve mekanın birbirini inkar ettiği labirente girmiştin ama Tanpınar ile birlikte o labirentten çıkmana imkan yoktu. Bu yüzden hep kendine hasret kalacaktın, başkaları ise seni hep dehşete düşürecekti.

Kendi ikizini öldüremezsin. Nereye gidersen git o seninle gelecektir. Her insan ruh ikiziyle dünyaya gelir. Sen ruh ikizini kaybettin ve bu dünyada ruh ikizini bulamayacağını bile bile onu aramaya başladın. Ruh ikizini aramak senin daimon'un, yazgın, karanlığın. İblis'i böyle tanıyabilirsin ve uzağında tutabilirsin.

Tanpınar Hamlet'e Ophelia kapısından, Peyami Safa ise Yorick kapısından girdi. Sense hep içerideydin, hiç dışarı çıkmamıştın. Hamlet hep senin içindeydi, sen Hamlet'in içinde yaşıyordun. Shakespeare sadece kağıda dökmüştü senin içinde bulunduğun durumu, ruh ikizini arayışını ve hiçbir sona ve sonuca ulaşamayacağını. Shakespeare sadece bir isimdi, Hamlet gibi, daimon gibi, ruh ikizin gibi.

Beni Doğunun kuşatılmış aydınlığına ve Batının mahdut karanlığına mahkum etmenize izin vermeyeceğim. Sınırların dışına çıkmıştım Adorno ile beraber. Tarif edilmiş bütün iktidar cenahlarını ve yarım bırakan bütün iktidarsızlık söylemlerini geride bırakmıştım. Anlamıştım benim yerim ne Doğu ve Batı'da ne de Kuzey ve Güney'de. Ben iktidarın ve iktidarsızlığın ötesinde bir yerlerde bir yersiz yurtsuz yönsüzdüm. Yersiz yurtsuz yönsüz, yani buralara ait olmayan, bu zamanlara göre yaşamayan. Yersiz yurtsuz yönsüz Edward Said'in Şarkiyatçılığını, Cemil Meriç'in Bu Ülkesini, Peyami Safa'nın Şarkını geride bırakmak.

Orhan Koçak ile birlikte Kapalı Kapıdaki Çatlak'ı görüyorum ve kendime söz veriyorum: Hiçbir zaman düşünmekten vazgeçmeyeceğim, hep tekil kalacağım tümeli görerek, aklımı "dışsal zorunluluklardan" ve çevresel koşullardan kurtararak. İnsanın onulmaz iç yaralarını ve evrensel çelişkilerini kurcalamaya devam edecektim; kendi doğrusunu zaman ve mekan sahibi kılmak, özüyle sabitlemek, hakikatle temellendirecek yolculuklardan geri kalmamak, kurgunun ağına düşürecek tuzaklardan kurtulmak, hep bir ayağı dışarıda olmak için. Bir ayağı dışarıda olmak, buranın geçici bir yer olduğunu bilmek, ezeli ve ebedi bir yolcu olduğunun idrakinde olmak demektir. İnsan kendini bulmak için bir ayağını buraya/içeriye, diğer ayağını da ötelere/dışarıya koymalıdır. Budur benim düşünce yasam, Benden Önce Bir Başkası'ndan geriye kalan.

Benden Önce Bir Başkası

Nurdan Gürbilek

Metis Yayınları

Sayfa 218

İstanbul, 2011


Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 25.09.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 22.09.2024 13:56
363

Faik ÖCAL Hakkında

Faik ÖCAL

2000’de Cumhuriyet Üniversitesi Sosyoloji mezunu... 2004 yılında Franz Kafka’nın Romanlarında Birey ve Devlet İlişkisi üzerine yaptığı tez ile yüksek lisansını yaptı.

Çeşitli sitelerde ve dergilerde yazıları çıkmakla birlikte 2008’den beri düzenli olarak Yolcu Dergisi’nde yazılar yazmaktadır.

Yayımlanmış Kitapları:

Yitik Anılar Şehri, Erguvan Yayınları, 2008.
Aziz ve Aciz Emanetçi, Erguvan Yayınları, 2008.
Dört Mevsim Beş Vakit Hüzün, Roza Yayınları, 2012.
Uzaktaki, Az Kitap, 2021.
101 Kürtçe Roman 1. Cild, Sitav Yayınları, 2022.
Beyaz Hüzün, Az Kitap, 2022
Yeni Bir Aydınlanma Felsefesi, Zilan Akademi, 2023
Deprem Günlüğü, KDY, 2023 

Faik ÖCAL ismine kayıtlı 103 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 8 kitap bulunmaktadır.

Twitter Instagram Kitapyurdu.com