Oğuzcan’dan Dörtlüklerin Var Oluşları: Yüz Yıl Yana, Edebiyat, Yunus ÖZDEMİR

Oğuzcan’dan Dörtlüklerin Var Oluşları: Yüz Yıl Yanarım Yanmayı Öğrendimse yazısını ve Yunus ÖZDEMİR yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.c

Oğuzcan’dan Dörtlüklerin Var Oluşları: Yüz Yıl Yanarım Yanmayı Öğrendimse

19.09.2016 15:00 - Yunus ÖZDEMİR
Oğuzcan’dan Dörtlüklerin Var Oluşları: Yüz Yıl Yanarım Yanmayı Öğrendimse

Dörtlükler, şiir dilinin anlam ve biçim itibariyle birbirini tamamlayıp bütünlük sağlamasıdır. Dört satırlık şiir birimidir. Varlığında var olan bir duygu, his ve iletişim aracıdır. Türk şiir dünyasında da en çok kullanılan dörtlükler olmuştur. Divan ü Lügat-it-Türk’teki şiir parçaları bu türün ilk örnekleri olmuştur. Kültürümüzün bin yıllık tercih edilip, sahip çıkılan ve baş tacı edilmiştir. Bazen bir annenin yavrusuna duyduğu şefkatin, merhametin tercümesi olup mani biçimindeki dörtlükler olmuştur. Bazen de bir aşığın dilinden sevdiğine duyduğu aşk halinin dörtlüklere dönüşüp akması, yazılması olmuştur.

Seven ile sevilen arasındaki hisler, sevgiler, aşklar Anadolu da hep dörtlükler halinde dile getirilir:

A benim bahtiyarım
Gönülde tahtı yârim
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yârim

Bazen düşüncelerden gezinen, dünya sahrasına bakan, kendini ve varlığı yorumlayan toplumumuz hep dörtlükleri kullanmıştır:

Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan, mülkte yalan
Var biraz da sen oyalan

Fuzuli çağının rubai türündeki “Şairler Sultanı”ydı. Kıt’a ve dü-beyit diye adlanan dörtlükler Divan edebiyatının en rağbet görülen türüydü. Fuzuli’nin meşhur bir dörtlüğü:

İlm kesbiyle paye-i rif’at
Arzü-yu muhal imiş ancak
Işk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıl u kal imiş ancak

Şairler düşünce felsefelerini, hayata bakışlarını, gezip gördüklerini dile getirmek istediklerinde en çok “Rubai” türünü kullanmışlardır. “Rubai” İran Edebiyatından İslam Edebiyatına armağan edilen tek türdür. Yirmi dört tane “Rübai” vezni vardır, bunlardan on iki tanesi iki gruba ayrılır “ahreb” ve “ahrem” diye ayrılır. Fars şiirinde rübaiye “terane” de demişler.

İran şairlerinden Hamandalı Tahir, Edu Said, Şeyh-el Ensari gibi rubaicilerden nesiller boyunca rubaileri doya doya okunmuş, ezberlenmiştir.

İnsanlık sevgisi adına, hümanisttik heyecanın dili tercümesi yine rubailer olmuş ve tarihin eskimeyen capcanlı kalan en önemli ve en ünlü dörtlükleri Mevlana Celaleddin Rumi’nin “Baz a baz a harencihasti baz a” mısraıyla başlayan rubaisidir:

Gel, yine gel, her neysen, kimsen yine gel,
Kâfirsen, ateş ve put seversen yine gel:
Girmez ki umutsuzluk bizim dergâha.
Yüz tövbeni bozsan bile gel, sen yine gel.

Rubailer ki Mevlanalara giden yollar olurlar. Tam yedi yüzyıl süren tek nefes var.Bizimle yaşar, bizimle nefes alıp verir. Her yerde karşımıza çıkar ve yerinde hiç durmaz yaramaz bir çocuk gibidir. O çocuğa kızamazsın da çünkü ruhumuza ferahlık veren bir çocuktur.

Dünyaya üç ölmez kişi gelmiş, biri o
Çağdan çağa şirin uzayan zinciri o
Bilmem yedi yüz yıl mı geçen, bir gün mü?
Her an o kadar sağ, o kadar dipdiri o.

Ömer Hayyam, rubai türün en uzun soluklu olanı ve en büyük temsilcisidir. Etkisi Doğu ve Batın dünyasının edebiyat, kültür ve felsefe alanında geniş ve etkili olmuştur. Ömer Hayyam’a duyulan hayranlık hiç bitmemiş, halende büyük bir rağbet görmüş ve görmektedir. Türk edebiyatında Ömer Hayyam, en çok sevilen, okunan, tanınan İranlı şairlerden biridir. Ömer Hayyam’ı en çok bize tanıtma ve eserlerini çevirme zahmetinde bulunan, çok emek harcayan Yahya Kemal olmuştur. Yahya Kemal “Hayyam” adlı rübaisinde Ömer Hayyam’ıçok güzel özetlemiştir:

Hayyam ki her bahsi açar sagarden
Bahsetmedi cennette akan Kevser’den
Gül sevdi şarap içti gülüp eğlendi.
Zevk aldı tıraşide rubailerden

Rubai sanatı, Cumhuriyet devrinde Türk şiirinde doruğuna çıkartan Yahya Kemal olmuştur. Rubailerinde gerçekleri, hayatı çok duru bir gerçekle ve etkileyici bir dille rahat bir solukla karşımıza çıkartır. “Ömür” başlıklı rubaisinde mükemmellik zirvesindeki sanatkârlığın ünlü örneklerinden biridir:

Bir merhaleden güneşle derya görünür
Bir merhaleden her iki dünya görünür
Son merhale bir fasl-ı hazandır ki sürer
Geçmiş gelecek cümlesi rüya görünür.

Yahya Kemal’in diri tuttuğu rubai geleneğini Cemal Yeşil ve Arif Nihat Asya günümüze kadar sürdürdüler. Orhan Veli de bir kaç tane çok güzel rubai yazdı ve çevirdi. Nazım Hikmet, aruz veznini bir kenara iterek “Modern Rubailer” yazdı. Ümit Yaşar Oğuzcan, çağımızın en dikkat çekici ve etkileyici dörtlükleriyle rubaileriyle gönüllerdeki derin düşünceleri ve sürükleyici bir duygu prizmasından geçerek var olma halini alarak karşımıza bu türün çağdaş üstatlarından biri olarak çıkar. Oğuzcan, rubaileriyle gönüllere sığmayan bir sevgi, düşüncelerden var olan bir felsefe, gerektiği yerde konuşan toplumun bir sesi olarak toplumsal eleştirisiyle rubai ve dörtlükler tarzında karşımıza çıkar. Ölümle hayatın anlatışını kuru bir yaprak ile bir ağaçtan rubai yaratarak bakın bize nasıl anlatır:

Her gün yeni bir can yaratır hak bende
Ergeç yeşerir kupkuru yaprak bende
Son meyvesiyim ben bir ölümsüz ağacın
Binbir tohumun sürdüğü toprak bende

Seven ile sevilenin karanlıklar ülkesinde ki doğan güneşi olur sevenin sevilenin karşısındaki hali... Birlik olup sırt sırta verilen yüreklerin iyi gününün kötü gününde, kötü gününün iyi gününde, yağan yağmurda beraber ıslanmanın adıdır, aşk Rüzgârın esişindeki ferahlatıcı serinliktir Mecnun’un Leyla’nın gözlerinde gördüğü, hissettiği; güven dolu, sevgi dolu, bakışlar... Hal dili ile ruh dili ile sevmenin; sevenin sevilen kişiye duyduğu Mecnunluk halidir, sevgi ile muhabbetin gölgesinde...

Bir bakıp gözlerime her şeyi anlarsın ya
Benimle kederlenir, benimle ağlarsın ya
Şu sonsuz karanlıklar hiç umurumda değil
Batmayan güneş gibi içimde sen varsın ya

Bir basamağın narin zarif esişinde sevgilinin hacmi bir ömre sığmaz taşar, kelimelerdeki ünlü ile ünsüz harfler dualara dönüşür soluksuzca koşan bir atın sırtında Allah’a gider. Ölüm ki dış manada yaşamıştır, ölümsüzlük ki iç manada şekillenip sevgi olmuştur. Bir dağın en ucunda gören bir göz, görülen ile görülmeyeni gören bir göz, sevdiğini seçer bütünlükten arındırır en yüksek makamda ki yücelik makamına taşır.

Bir ömre değer sevdiğimin bir gecesi
Ağzımda duadır adının her hecesi
Fani yaşayıp böyle ölümsüz sevmek
Âlemde bütün sevgilerin en yücesi

“Böylece zulmeden kavmin kökü kesildi. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a ham dolsun.” (6/45) Ayetin haberiyle mazlum ve mazlumun yanında olanlara bir müjde olarak indi. Kökü kesilen zalim ile zulmü görmemezlikten gelenlere ise hak ettikleri ve gidilmesi gereken yerlerin neresi olduğunu çok acık ve kesin olarak söylenen bir hakikatin varlık haberi oldu bu ayet. Oğuzcan tarihin sayfalarından bize yaşanan hakikatleri zulüm eden ile zulme uğrayanların rubai türünden dörtlüklere sığdırarak anlatıyor. Oğuzcan’ın sesini duyarız, duyduğumuz ses bize şunu söyler:

Hep zulmederek halkı soyup gitmişler
Eller keserek, gözler oyup gitmişler
Yıllar yılı çaldıkları dünya malını
Bir gün yine dünyada koyup gitmişler.

Oğuzcan’ın dörtlükleriyle “Bekleyişler” ölümden öteye gidilen bekleyişler olur mutluluklarla, sevinçlerle... Ne keder duyulur, ne de çile tadılır bir annedeki bekleyiş, bir sevenin sevdiğine duyduğu özlemler bir mevsimin sonunda bir turnanın sabırla, azimle, gittiği yer gibidir Oğuzcan’ın bu rubaisinde ki “Bekleyişler.”

Ne kederdir, ne çile seni beklemek
Yaşamaktır seninle seni beklemek
En tükenmez mutluluk, en yüce hazdır
Ölümden sonra bile seni beklemek.

Sevgiliye yazılmış, bir “Teslimiyet Manifestosunun” ahenkli bir sesin nağmeleri gibidir. Tam bir teslimiyet şuurundaki duyulan seslerin içindeki ahenklerin nağmelerini işitiriz Oğuzcan’ın “Ne haz var senden ayrı, ne bir tat senden öte” diye başlayan dörtlüğünde... Senden ayrı olmayacak hiç bir şeyim, senden öte de olmayacak bir fazlalığım.

Ne haz var senden ayrı, ne bir tat senden öte
Bir an yüzünü görmek değer binbir zahmete
Vereceğin her acı gönülden kabulümdür
Sendeki cehennemi değişmem bir cennete.

Oğuzcan’ın geçmişte ki, gelecekte ki; anılardan ve beklentilerden arzular, istekler dökülür sayfalara... Oğuzcan’ın mürekkebinden sayfalara dökülen bu rubailer his katmanlarındaki iniş çıkışlarıyla dörtlük türüyle bütünleşip kendi içinden bir ahenk, düşünceleriyle bir felsefi boyut kazandırmıştır. Rubai türüne böyle lezzetli bir tat bırakan Oğuzcan, okundukça kaleminden dökülen rubailerin hiç bitmemesini isterdik.

Rubai, mani, tuyuğ, kıt’a, dü-beyt, terane; daha geniş bir ifade ile: dörtlük... Şiirin bu temel birimine kalemiyle nefes veren, verdiği nefesle hayat iksirinden kana kana rubai türüne bu iksiri içiren ve doruğa yükselenlerin arasına başı dik bir şekilde girmiş bir şair portresi görüyoruz Ümit Yaşar Oğuzcan’la...

Ümit Yaşar OĞUZCAN
Yüz Yıl Yanarım Yanmayı Öğrendimse (RUBAİLER)
Dördüncü baskı: İstanbul, Kasım 1992
263 sayfa. Özgür Yayın Dağıtım
Fotoğraf: Yunus Özdemir


Yazar: Yunus ÖZDEMİR - Yayın Tarihi: 19.09.2016 15:00 - Güncelleme Tarihi: 19.09.2016 15:30
4.574

Yunus ÖZDEMİR Hakkında

Yunus ÖZDEMİR

1992, Ağrı Taşlıçay Balık Göl doğumlu. İlkokul ve liseyi Ağrı'da tamamladı. Tarih lisans mezunu.

Tarih alanında İslam Bilim Tarihi, alan dışı Nörobilim ve İslam İktisat Düşüncesi konularında birikim yapmakta.

Yunus ÖZDEMİR ismine kayıtlı 54 yazı bulunmaktadır.