Okulsuz Büyümek: Doğayla Birlikte Öğrenmek
"Bir çocuk sordu Çimen nedir? diye,
gidip bir avuç çimen getirerek bana;
Çocuğu nasıl yanıtlardım? Ne olduğunu
bilmiyorum ki ondan daha fazla "
(Whitman, 2019, s. 45)
Modern toplumların yarışa girmişçesine inşa ettikleri modern şehirler uğruna doğadan her geçen gün biraz daha fazla uzaklaşan insanoğlunun elinde kalan son yeşil alanlara da el koymakta, yükselen gökdelenlerden insanoğlu gökyüzünü dahi izleyemeyecek bir hale doğru yol almakta; doğaya yabancılaşma önüne geçilemez bir hal almaya doğru gitmektedir. Bunun acı sonuçlarını yaşayarak gördüğümüz gibi böyle devam ederse görmeye devam edeceğimiz de aşikâr. Ancak bir grup var ki bu durumun en ağır faturasını, ne yazık ki, onlar ödemektedir: çocuklarımız. Antidepresan kullanımının anaokul çağındaki çocuklara kadar indiği, obezitenin önüne geçilemediği, DEHB tanılarının her geçen gün arttığı ve daha nice hastalıkların boy gösterdiği malum. Yapılan araştırmalar ise bu hastalıkların pek çoğuna sebep olarak çocukların doğadan uzaklaşmasını gösterirken çocukların, ve dahi yetişkinlerin, doğayla daha sık temasta bulunmaları gerektiğini, bunun ruhsal, fiziksel, toplumsal pek çok açıdan iyileşmeye yol açtığını belirtmektedir. Yazımızın konusunu teşkil edecek olan Okulsuz Büyümek kitabı da doğadan uzaklaşmanın nelere mal olabileceğinin bilincinde olan bir çiftin doğanın varlığının neler kazandırabileceğine odaklanarak inşa ettikleri hayatlarına ve mevcut eğitim sisteminin bunun önünde nasıl bir engel teşkil ettiğini belirterek çocuklarını okula göndermeyi reddedip onların doğa ile birlikte öğrenmelerini tercih ederek eğitmeye çalıştıkları çocuklarına dair tecrübelerine yer verdiği bir eser. Doğa ile iç içe bir yaşama kapı aralayan bu kitaba gelin kısaca yakından bakalım.
Bir Yaşam Tarzı Olarak Okulsuz Büyümek
Eğitimden ziyade eğitim sistemini eleştiren, "Bana bütün okul deneyimi bir uzayda yaşanıyor gibi geliyordu; mezun olur olmaz kapı açılacak, boşluk kırılacak ve okulun beni hazırlamak için çok az şey yaptığı gerçek dünyaya çaresizce düşecektim." (Hewitt, 2017, s. 69) diyerek tanımak ve anlamak istediği dünyaya karşı ona pek katkıda bulunamayan okulu lisenin başında bırakan Ben ve onunla hemen hemen aynı görüşlere sahip olan eşi Penny bir arazi satın alarak yeni bir hayat inşa etmeye çalışırlar. Böylelikle doğa ile iç içe bir yaşam için ilk adımı atarlar; onlar bir taraftan araziyi şekillendirirken diğer taraftan da arazi onları şekillendirecektir. Çocukları Fin ve Rye'ın eğitimleri noktasında, kendi ailelerinin onlar için atmaya cesaret edemedikleri adımı atıp, onları okula göndermeyi reddederek okulsuz eğitimi tercih ederler. Ancak onların okulsuz eğitim anlayışı ile ilk kez 1977'de ortaya atılan –ve çoğunlukla zihinlerde o şekilde yankı bulan- 'okulsuz eğitim' anlayışı arasında farklılıklar mevcuttur. Zira kavramı ortaya atan John Holt'a göre okulsuz eğitim bir nevi ev okuludur ve çocuk belli bir müfredatı takip etmeye, ev ödevlerini yapmaya, belli bir plan programa uymaya devam eder. Ben ve Penny'nin benimsedikleri görüş ise bir müfredatı takip etmeyi içermemektedir; onları yönlendiren çocuklarının doğal ilgi ve tutkularıdır. "Biz onlara nasıl bitki yetiştireceklerini öğretmedik; biz sadece onları sürecin bütün aşamalarına dâhil ettik. Hem de yürümelerini bile beklemeden. (…) Biz otları yolarken onlar da kumu kazdılar, çukurlar açtılar. Fin iki yaşına geldiğinde patates ekiminde bana yardım ediyordu." (Hewitt, 2017, s. 53) diyen Hewitt ve eşi, bu eğitimi yürütürken onları sürekli yönlendirmekten, bir işi tamamlamanın yapısında mevcut olan sessiz doyum haricinde, ödülle teşvik etmekten ziyade ulaşılabilir olmaya önem verirler. Sadece onların gerçekten ilgi duydukları alanlarda eğitmenlerden/yönderlerden yardım alırlar. Örneğin çocuklarının tuzakla avlanma konusunda çok meraklı ve hevesli olduklarına inandıklarında bir yönderden yardım alırlar; çocuklar da bu konuda lisans sertifikalarını alabilmek için devletin verdiği kitaplara saatlerce çalışıp oradaki soruları yanıtlarlar. Aile çocuklarının sırf tuzak kurma ve avlanmaya olan bu meraklarının onları hangi alanda geliştirdiği hususunda düşünüp bir liste çıkarmak istediklerinde şöyle bir tablo ile karşılaşırlar: Para idaresi, matematik, zaman yönetimi, biyoloji ve yer bilimleri, anatomi, beden eğitimi, etik, ekip çalışması, coğrafya, okuma ve yazma, insan ilişkileri. Çocuklar doğa ile birlikte öğrenirken, yazarın pek çok kez vurguladığı gibi, anne babaları da onlardan çok şey öğrenmektedir. "Dikenlerini elime batırmadan nasıl ısırgan otu toplayacağımı mesela (…). Eğrelti otu filizi nerede biter. Sopa ve yapraklardan yağmura dayanıklı bir barınak nasıl yapılır, bir de çakmaktaşı ve çelikle ateş nasıl yakılır. Soğuğu düşünmekle soğuğu hissetmek arasındaki fark nedir? Tilki dışkısı kokarca gibi kokar." (Hewitt, 2017, s. 186) bunlardan sadece bir kaçıdır. Ve elbette sabrı öğretirler. Tüm bunlar elbette sabırlı olmayı da gerektirmektedir; hatta büyük bir sabır! Zira "Allah'ın her günü küçük bir çiftliğin işlerine dâhil olmaları için cesaretlendirilen çocukların anne babası olmak ne rahat ne de kolay."dır. (Hewitt, 2017, s. 132) Açıkçası onlar bundan pek de şikâyetçi değillerdir ve herkesin onlara yanlış yaptıklarını söyledikleri bir dünyada kendi doğrularını kaybetmemek için gayret ederken bu anlamda yalnız olduklarının da bilincindedirler. Bu durumu ise Hewitt şu sözlerle ifade eder:
"Biz kültürel anlamda yalnızız. Kendi isteğimizle yüz yaşında arabalar kullanıyoruz, ikinci el tişörtlerimizin çalışırken yırtılan yerlerine yama yapıyoruz. Biz zenginliğimizi diktiğimiz ağaçlar, korulukta avarelik yapmaya harcadığımız zaman ve ailecek yediğimiz yemeklerle ölçüyoruz. Çok fazla para kazanmıyoruz ve bunu umursamıyoruz. Çünkü para kazanmak için harcayacağımız zaman genelde bize ödeyebileceklerinden çok çok daha fazlası ediyor." (Hewitt, 2017, s. 34)
Sonuç
Esasında bu kitap hakkında ne yazarsam eksik kalacak ama toparlayacak olursak sonsöz niyetine şunları diyebilirim: Her ebeveyn çocukları için en iyi olanı ister, bu yolda en iyi tercihleri yapabilmek adına gayret sarf eder. Hewitt çifti de öyle! Mükemmel insanlar değillerdir ve bunu da açık yüreklilikle ifade ederler. Çocukları için bir tercih yapmaları gerekmiştir ve onlar oylarını bu yönde kullanmışlardır. Yazar, her ebeveyn gibi, ara ara acaba diye başlayan sorularla baş başa kalır ancak çocuklarını okula göndermeyi tercih etseydi de bu soruların yine yakasını bırakmayacağının farkındadır. Kaldı ki, "Bir gün Fin ve Rye bu dünyaların neye benzediğini bütünüyle bilebilecekler mi? Hayır bilemeyecekler ama bu süreçte başka bir şeyi öğrenecekler: Bazı şeyleri bilmemek sorun değildir." (Hewitt, 2017, s. 184) "Peki, ya çocuk avukat olmak isterse, ya doktor, mühendis vs. olmak isterse," şeklinde zihinlere üşüşebilecek sorulara da cevaplar bulabileceğiniz yazarın yaşamlarından kesitler sunarak kaleme aldığı bu kıymetli eser son zamanlarda giderek daha fazla dillendirilmeye başlayan 'okulsuz eğitim' fikrine çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Aynı zamanda bu hayat biçiminin herkese hitap edemeyeceğinin bilinciyle de, bu kadar olamasa da en azından çocukların doğadan tamamıyla uzaklaşmamaları için her hal ve şartta neler yapılabileceğine dair kitabın sonunda bazı önerilere de yer vermektedir. Sinek Sekiz Yayınları tarafından biz okurlarla buluşturulan bu eserin daha fazla okuyucuya ulaşması temennisiyle. Umulur ki eser çocuklarımızın ve bizlerin doğa ile daha fazla temas etmemize ona gereken saygıyı göstermemize vesile olsun…
Kaynakça
Hewitt, B. (2017). Okulsuz Büyümek. (Ş. S. Ay, Çev.) Ankara: Sinek Sekiz Yayınları.
Whitman, W. (2019). Çimen Yaprakları (Cilt 1). (F. Öz, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Yazar: Şerife Saliha BOZOKLU - Yayın Tarihi: 26.08.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 26.08.2024 15:01