Orası Neresi? Burası Zarif Bir Adam

Çağla Göksel Çakır, kitaphaber için kaleme aldı.
İffetli, edepli, ahlâklı insan; yumuşak huylu, nazik ve zariftir. Zarafet en çok kadına yakışır handiyse. Onda daha hoş bir surette görünür. Yusuf Peygamber de iffet timsali olduğu kadar zariftir. O, öyle güzel bir peygamberdir ki, hayatı ve hikmetleri Ezelî Beyan'da 'Ahsen-ül-Kasas' (kıssaların en güzeli) diye medh edilen Yusuf Sûresi'nde anlatılır. Dilerseniz Yusuf ile Züleyha'nın iffet ve zarafetle örülü hikâyesine değinelim önce:
Yakup Aleyhisselam oğlu Hz. Yusuf, bir gece rüyasında güneş, ay ve on bir yıldızın kendisine secde ettiğini görür. Rüyayı öğrenen kardeşleri, kıskançlıkla onu öldürmek isterler. Hz. Yakup'un kıskanç oğullarının, güzel kardeşlerini kuyuya atması üzerine Yusuf ile Züleyha'nın yolları kesişir. Bir kervancının kuyudan çıkarıp Mısır'a köle olarak getirdiği Yusuf'un güzelliği hemen etrafa yayılır. Züleyha, Yusuf'u görür görmez âşık olur ve onu satın alır. Yusuf'un başından geçenleri dinler önce. Sonra da kendi rüyasını anlatır. Lakin ne yaptıysa Yusuf Aleyhisselam'dan duygularına karşılık bulamaz. Züleyha'nın çekici güzelliği dahi 'iffet abidesi'ni kandıramaz. Züleyha ise Yusuf'u elde edebilmek için türlü oyunlar oynar. Yusuf (as), Züleyha'nın ısrarlarından korunmak ve nefsine yenilmemek adına zindanı seçer.
Yusuf Aleyhisselam, esir kaldığı sürece kendisine bahşedilen rüya tabiri yeteneğini kullanır. Mısır sultanının gördüğü, ülkenin yedi bereketli yılına ve sonrasında gelecek yedi kurak yılına delalet eden rüyasını yorumlayınca zindandan kurtulur. Aziz öldükten sonra da Mısır'a sultan olur. Kocası ölen Züleyha ise sefalet içinde yaşlanır, güzelliğini kaybeder. Züleyha'nın hâline acıyan Yusuf, duasıyla onun eski güzelliğine kavuşmasına yardımcı olur. Ardından onunla evlenir. Ancak bu kez de zarif Züleyha, Yusuf'un aşkına karşılık vermez. Onun dünya nimetlerinden el çektiğini gören Hz. Yusuf, güzel eşine bir saray yaptırarak rahat bir şekilde yaşamasını temin eder.
İffet, edep ve zarafet, saf güzelliğin sac ayakları gibidir. Yakışıklı Yusuf, muhakkak ki edebinden daha bir zarif gelmiştir Züleyha'ya. Edep abidesine duyduğu aşk yüzünden sağlığını kaybeden Züleyha da güzelliğini nihayetinde iffetle süsler…
Yusuf ile Züleyha'nın aşkı, mesnevi tarzında en çok işlenen konulardan biridir. Şairlerin bu ilgisinde kıssanın kutsal kitaplarda yer almasının payı büyüktür. Zarafet, Yusuf Aleyhisselam'da taçlanırken aynı sıfat, şairlerimizden soyismiyle müsemma Cahit Zarifoğlu'na yakışır. Nitekim "Bir incelik gösterin, incinmesin yüreğim" sözüyle hafızalarımızda yer etmiştir zarif şair. Usta kalemin Beyan Yayınları'ndan çıkan şiir toplamını (Bütün Eserleri 1-Şiirler-Aralık 2012) okuduğunuzda naif bir ırmağın sularına karışırsınız adeta.
Adı gibi ince bir kalemdir Zarifoğlu. Zarafet sıfatını o da kendisine yakıştırır. 'Özgürlüğe Doğru' şiirinde, "Ey zarif sen de ata yoluna meylettin/ Korkarım binbir belaya dayanmaz sıkletin" mısralarıyla seslenir benliğine.
Onun hassas ruhu, dışındaki dünyaya kapalı değildir… Çevresini gözlemler; empati kurar insanlarla; çekilen acılardan huzursuz olur; mazlumlara, yoksullara, İslam için eziyet görenlere üzülür; insanlık için sürekli gözyaşı döker Zarifoğlu. Ki bundan dolayı, "Ne çok acı var." sözüyle başlar okunası günlüğü 'Yaşamak'a… Hayatının muhasebesini yapar bu güzide eserinde. En çok da kendini suçlar olanlardan… Sanki acıların tek müsebbibi oymuş gibi: "Ruhumuz dar bir şeridin içinden sızılarla geçiyor. Utançla yerle bir olarak hatırlıyorum. Senin sözlerini…"
"Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız." diyerek bizleri yüreğimizin dilini dinlemeye çağırır:
"Dinlememişseniz nice yıl kalbinizi
Ev meslek iş para geçim diyerek
Düşünün şimdi bir de
Şehirlerde kasaba ve köylerde
Başını eğmiş kalbiyle söyleşen biri olduğunuzu."
Haklıdır bizi kalbimizle baş başa kalıp düşünmeye sevk etmede. Geçmişten bugüne beşerin içinde kıvranıp durduğu çember; okul, iş, evlilik kısaca dünya meşgalesi, değil de nedir? Cenab-ı Hakk'ın, "Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür." (Hûd, 112) ayet-i kerimesinde buyurduğu üzere ömür halımızı, ebediyet yolunda motif motif işlemek de elimizde, fena hevesler uğruna beyhude eskitmek de...
Sevgi adamıdır Cahit Zarifoğlu. Bunu en bariz 'Yaşamak'ta görürüz: "İnsan da dahil eşyaya duyulan sevgi kelimeyledir. Onunla başlar, 'Birden sevdim' deriz ya da 'Çok seviyor' deriz, bakın kelimesiz anlayamıyoruz bu sevgiyi. Ve bu sevgi, kelimeleri hangi terkip içinde kullanırsak kullanalım, yüksekliği kelimenin yüksekliği kadardır. Ve 'Sevgi öldü', 'Artık sevmiyor' dediğimizde, sevgi kelimeyle çekip gider…" Sadece nesiri değil dizeleri de sevgi üzerine kuruludur şairin. 'Mavi Gök Orda mı' şiirinde İstanbul'un keşmekeşliğinin içinde bile sevgiyi arar:
"...
Bir Kadıköy vapuru hınca hınç insan
Çok geçmeyecek
Martılar beyhude turlar atacak
Kıyılar lağım konserve kutuları
Mısır koçanları
Sevgi aranabilir yine
Korkusuzca say koskoca kederlerini
Bir kuyu bulunabilir"
Kalbini kuş misali esir alan sevgi hissi de güzeldir Cahit Zarifoğlu'nda. Sevdiğine, nikahlı eşine 'Güzelcin' diye hitap eder aynı adlı şiirinde şair. "Koşu koşuver nargözlüm" mısrasıyla çağırır onu. Gönül verdiği kadınla hem dünya hem de ahiret saadetidir arzuladığı. Güneş yüzlü çocuklarıyla birlikte elbette:
"Ruhsatlım sevdamsın berigel
…
O seven yuyan bakışınla
İçimi yu mermer döşegel
…
Asmalarda güneş ve çocuklarımız
…
Mutluyuz tüm dünyaya duyur"
Lakin sevdiğine kavuşamamak derinden sarsar Zarifoğlu'nu. Günler belki de aylarca haber bekler yüreğindeki kadından. Yelkovan akrebi kovalamaktan o ise, ayrılık ve sevmekten yorulur. Firaktan sonraki günleri adeta kalbi ağrıyarak resmeder 'Sevmek de Yorulur' şiirinde. Sevdiğinden ayrı kalmak onu öyle melankolik bir ruh haline sokar ki, kalabalıkların içinde 'yalnız'dır, ıssız kalmaktır en çok içine sinen:
"Bir adam bir kadın var içimde iyice anladım
Bana bunu sessizce anlatıyorlardı
Bir yerde onların yönlerinden
alımlı bir zarf katlanmıştı uzaktaki
bulvarların geceye vurdukları
çağırmasız kır günlerini zararsız akrepleri"
Severken de zariftir şair. Leyla'sına sonsuz bir hisle bağlıdır. Onun her halini ezberlemiştir adeta. Onsuz zamanlarda bile gözünde canlandırır suretini:
"Bir sen varsın hep saçların ağzın
Bir merdiven hücresinde
uzak çağrışımlarla koşardın ya bensem
seni sonsuz gelişinle
saçından tanıyor gülüşünden kaçıyor"
Ayrılık belki de bu yüzden hayli dokunur:
"Artık gecikmiş alışıldığım gidişinle
davranılmaz üstünde durulmaz
hiçbir tüfeğe gelmez bir kekliksem"
Onulmaz firak, sevileni de sarsmıştır. 'Güzelcin'in rahatsız/huzursuz olduğunu,
"Yüzün soygundan geçmiş öyle bir yerde
durmuş ki bakışın boynun bozgun
üstünden bir nehir geçer gibi
ya gecedir ondan ya bulanık sudan
bir hasta gibi ağrımaktasın"
dizelerinden anlarız. Zira maşuk istemeye istemeye gidiyordur. İçi rahat değildir. 'Zarif' aşığını arkada bırakmaya gönlü razı değildir. Cahit Zarifoğlu, sevdiğinin 'iki arada bir derede' diye tarif edebileceğimiz bu halini, Kafka'nın meşhur Joseph K. karakteriyle özdeşleştirir. Sevdiğinin ne istediğini bilmeden hareket ettiğini sezmiştir. Leyla'sının yokluğunu ise içine sindirememiştir. Kendinden geçmiştir. Kararsız Leyla'sıyla birlikte o da gitmiş, 'ben'ini kaybetmiştir:
"Eğip başını içlerimden gittiğin zaman
Uzağa bir yolcuya çıkar gibi
Selini üstüme çektin önce
camdan bir mektup dolabının
üst üste sayısız koridorunu yüzüme yakın
başını duvara değdirmiş bir benzetişle
josef ka benzeri bir bakışındı
ya da konuşmayı kesip aman sen
öyle bir gittin ki benimle"
Artık sokakta, deniz kıyısında, evde, koridorda, sigarada… her yerde, her şeyde maşuk vardır. Onun gölgesi, sesi, nefesi hep şairin yanı başındadır sanki:
"Bunların hepsi beni çağırıyorlar sevinçlerimden
Biri denizdir uzun boylu gürültüsüyle
…
biri bütün yan odaları bekler
kuşkulu geçer camlardan
ve bırakır yerini bir koridor bekçisine
Haydi sen bütün onlara git benimle
Son sigaramdın
Gidişin antinikotin"
Sevdiğinin kendisinden ayrı bunaldığını, içinin huzursuz olduğunu hissediyordur Cahit Zarifoğlu. Fakat artık onu düşünmek, tahayyül etmek ve sevmekten halsiz kalmıştır. Sonu hüsranla biten beşerî sevda, şairi git gide ebediyete, ilahî aşka, Aslolan'a yaklaştırır. Artık Mecnun misali Yaradan'a divane olmaya hazırdır:
"Tam şimdi denizinle
bir çakıl taşına yaklaşıyor
kuma çok yakın bütün kesitlerinle
bakıyor ve bunalıyorsun
Tam şimdi ipe koşan
beni elleriyle alkışlayan
ağrıyan bir gün geliyor"
'Orası Neresi Burası Bir Adam' şiirinde çocuk ruhlu Zarifoğlu'yla karşılaşırız. Bir çiçek gibi narin, çocuk gibi hayalperest, karınca gibi azimlidir şair. Çocuk hikâyeleriyle minik yüreklere seslenmesi, onları eğitirken neşelendirmek istemesi şüphesiz bundandır:
"Böyle bir çiçek vardı
Rüyadaki geçit büyüyüp büyüyüp
Büyüyüp büyüyüp büyüyüp
Espası bir tek gecede
Ezip el tutan
Alnının bütün bir duvara dayayan
ve sesleri bir orman büyüklüğünde
güneşe yol yapan çocuk"
mısralarında Cahit Zarifoğlu'nun çocuk mizacının yanı sıra Yaradan'ın Latif isminin yansımasını görürüz.
Ancak çocuk gibi temiz bir kalbe sahip olanlar, aşkı saf olarak hisseder ve yaşatabilir. Sevdiğine sonsuz bir sadakatle bağlanır onlar. Mecnun, Kerem ya da Ferhat'ın dillere destan aşk hikâyelerini imrenerek okumamız bundandır. Adı gibi ince ruhlu bir kişiliğe sahip olan Zarifoğlu, adamlık ve aşkı adeta birbirine kenetler:
"böyle bir çiçek vardı
kılcal kökleri
çağın sarsıntı duvarlarından
burası bir adam
bir aşk çapında"
Meşhur 'İşaret Çocukları' şiirinde, yine güzellik ve çocukluk temaları ön plana çıkar. Elimizden tutup bizi çocukluğuna götürür zarif şair. Önce babasıyla tanıştırır bizi:
"Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan
Geçerdi babam
Başında yağmur halkaları"
Sonra annesinin duasına eşlik ederiz gayri ihtiyari. Anacığının güzel suretini tarif eder naif şair. Annesinin manevîyatının nuruyla yetiştiğini, nefes aldığını anlarız Zarifoğlu'nun. Ki o köklü manevîyat, şairin hayatında mihenk taşıdır diyebiliriz:
"Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde
Daha ilk güzelliğinde
Alnını iki dağın arasına germiş
Bir devin göğsüne benzer
Göğsünden dualar geçermiş"
Seyahatimizin devamında çocuk Cahit'i gözlemleriz bu kez. Renklidir onun da çocukluğu tüm miniklerin hayal alemi gibi. Cami avlusunda, havuz başlarında ve gökkuşağının yedi rengi üzerinde kayarak geçmiştir o unutulmaz evre. Şiirde 'işaret edilen' ise masumiyet, yardımseverlik, şefkat, fedakârlık, hatta diğergamlık yüklü bir ebeveyn, aile hayatı ve toplumdur:
"Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri
Cami avlularına açılan
Havuz sularına kapılan çocuklar
Görmeden güneşin bütün renklerini
Götürmezlerdi dükkandaki babalarına
Ocaktan akan kaynar yemekleri
Nenelerinin koyduğu avuç taslarına"
Cahit Zarifoğlu, aynı davayı paylaştığı dostlarını 'Yedi Güzel Adam' adını verdiği destansı şiirle yad eder. Onları 'aşk adamı' olarak tanımlar. O öyle nazenin bir insandır ki düşmanlarını bile 'güzel'ler aynı şiirinde:
"...
Yedi adamdan biri
Bir gün bir kan göreni
Kabukları soyulmuş
Taze devrilmiş bir ağaç gibi
...
Güzelin düşmanı güzel olur
Güzelin yari güzel olur
…
Yedi adam biri bir gün
bir aşk bir gün
gereğini belledi
ölüm girse koynuna
Ayırmaz aşkı yanından"
Sayesinde güzellik ve zarafetle süslenen yazımızı zarif şairin, 'Böyle Ol Böyle Söyle'de ettiği o naif niyaz ile nihayete erdirelim:
"Önce besmele en güzel kelime
Allah'ım yol boyunca bırakma
elimi düşerim sonra
Allah'ım niçin halk ettinse
beni kalbime söyle iyice
engellerden arınsın yolum
Allah'ım nasıl pırıl pırılsa
Güzelse sevdiğin kulların
öyle güzel kıl beni
Allah'ım o güzeller güzeli
Hangi iyilik diledi senden
dilerim ben öylelerini
Allah'ım Peygamber Efendimiz
Hangi şerlerden sığındıysa sana
Upuzak tut benden de onları
Allah'ım yol buyunca
tarih boyunca başı boş bırakma bizi"
Bu yazı daha önce yediiklim dergisinin 2014 yılında Yediiklim Dergisi'nde yayınlanmıştır.
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 16.09.2015 09:00 - Güncelleme Tarihi: 03.12.2021 00:50