Orhan Kemal’in Eskici ve Oğulları

Ağlarsa bir baba sessizce bir başına evlatlarına duyurmadan, içeride kıyamet kopuyordur, rızık kayığı alıp başını gidiyordur. Her defasında kendi karanlığını tutuyorsa bir babanın nasırlı elleri, ciğerpareleri başkalarının hikayelerinde çoktan yerlerini tutmuşlardır demektir. Babanın gözlerinde eski zamanların kağnıları geçmektedir olanca fukaralığıyla, evlatların yüzlerinde basılmadık yer kalmamıştır olanca hoyratlığıyla. Arada geçmeyen sularda boğuluyordur baba ciğerpareleri olmaksızın, evlat da yıkılıyordur evinin direği olmaksızın. Artık baba evini ayakta tutan umutlar değildir. Ekmek azalmıştır ve yere dökülmüştür. Emek ve ekmek birlikte ufalamıştır ve kirletilmiştir. Kutsal sözler dualarda asılı kalmıştır. Kutsal sözle yüce insan arasında hiçbir bağlantı kalmamıştır. Çukurova'nın nemli sıcağı her yeri, her şeyi, her kesi kuşatmıştır. Çukurova o uçsuz bucaksız enginliğiyle, o bereketli topraklarıyla, o geceyi sabaha taşıyan umutlarıyla kutsal söz ile yüce insan arasına girmiştir. Bütün saatler emeğe ve ekmeğe durmuştur. Bütün zamanların yüzünden emeğin ve ekmeğin suyu akmaktadır. Toprağı sıksan ya ekmek çıkar ya da kemik. Yüce insan ekmek ve kemik arasında kalmıştır. Ya ekmeğindeki kemiğe asılacaksın dört elle ya da kemiğindeki ekmeğe gönül indireceksin yana yakıla.
Çukurova'da yüce insan ekmek ve kemik arasında sıkışıp kalmıştır. Ekmek ve kemik tercih değil, kader ve hüviyet olmuştur. Her güne ekmekle başlanılır, her gün kemikle bitirilir. Her yola bir elde ekmek, bir elde kemik girilir. Her kapıdan ekmek ve kemik adına medet umulur. Kağıtlar ekmekle tutulur, kemikle tutuşturulur. Senin derdin nedir, Topal Eskici? Görmedin mi yakılıp yıkılan çınarları. Hani baba evlatta unutulmuştu, evlat babada yitirilmişti. Ömür bir unutuluş, bir yitiriliş değil miydi? Neyin davasını güdüyordun Topal Eskici? Boynunda devrilen gencecik fidanları ne çabuk unuttun.
Hani hikayeler hep birbirine benzerdi. Değişen sadece kelimeler ve zamandı. Belki de sen kelimelerini yitirdiğin için böyle çekilmez oldun? Seni yiyip bitiren kelimesizliğindir. İnsanı her şeye rağmen ayakta tutan kelimeleridir. Seni de böyle yiyip bitiren kelimelerinin yokluğudur. İnsanı yüce kılan kelimeleri değil miydi? Kelimelere ve kelama olan inancını yitirenler esfele sefilinden olmuyorlar mı? Kelimelerin: Emek haktır, ekmek azizdir, hürriyet adalettir. Önce emeği zayi ettiler, alın terine ihanet ettiler, bir damla alın terini bir lokma saydılar. Sonra ekmeği kirli elleriyle bölüştüler. Çoğunu kendilerine, çok azını de emek sahiplerine verdiler. Bunu da insanlık adına yaptılar. Oysa sen hürriyet adil olmaktır, demiştin. Buna inanmıştın. Onlar böyle yaparak hürriyetini elinden aldılar. Artık emeğin hak olduğuna, ekmeğin aziz olduğuna inanmıyordun Topal Eskici, diğerleri gibi. Sol yumruğunu sıkacaktın. Sol yumruğunu sinsi kapitalistlerin, riyakar dinbazların ve de oportünist şovenlerin yüzüne indirecektin. Sağ elini kırmışlardı Topal Eskici. Sağ eline olan inancını yitirmiştin çoktan. Sağ eline dönüp bakmıyordun kaç zamandır. Öfkeyle sol elini sıkıyordun hep. Önce gözyaşlarını saklamıştın evlatlarından.
Bu sefer de sıkılı sol elini saklıyordun onlardan. Sol elinde dönüyordu dünya, kopuyordu kıyamet, yürüyordu yaşam. Bu sefer insandan nefret eder olmuştun. İnsanı sol avucunun içine hapsedenlere karşı büyük bir öfke besliyordun. Gel evladım, tut babanın kaskatı kesilmiş sol yumruğunu. Ne evlat babasız yapabilir ne de baba evladı olmadan ayakta kalabilir. Gelin ve sıkılı sol yumruğumu açın, kurtarın beni acıdan, kinden ve öfkeden. Merhametinizle yumruk tekrar ele dönsün. Siz olmadan ben yaşayamam. Siz olmadan bir baba olarak gözlerimi kapatamam. Siz olmadan kendimi susturamam. İstiyorum ki sol elim hep açık olsun size ve bütün insanlara. Sol elimle üzerime atılmış karanlık örtüyü tutup atayım, hayata yeniden başlayayım. Sol elimle ekmeğimi bölüşeyim, eskicilik yapayım, pamuk toplayayım. Sol elimle asılıyorum hayata. Beni tutun evlatlarım. Beni bırakmayın. Beni asla terk etmeyin. Siz giderseniz sol elim taş olur, dilim lal olur, kırılırım, heder olur giderim. Bir daha da ayağa kalkamam topal ayağımla. Kırılmadık hiçbir yerim kalmadı.
Kalbimi fukara damlarında bölüştürdüm gelen giden yolculara. Umutlarımı Çukurova'nın uçsuz bucaksız düzlüklerine ve bulutsuz göğüne saldım. Boynumu dayadım içi oyulmuş yaşlı ağaç gövdelerine. Ağzımı açsam yanacaktı hayatım bütün ormanları. İçime attım, yandı içimin her bir coğrafyası. Şimdi coğrafyası yitik bir eski zaman külhanbeyi gibiyim. Ne han kaldı ömrümden ne de kül. Hansız ve külsüz yaşanır mı? Ben ekmeksiz ve kemiksiz yaşadım da bugünlere gelebildim. Sizler yarınlara ne bırakacaksınız, iki ucu bir araya gelmeyen umutlarınızdan başka. Sığar mı umutlarınız Çukurova'ya ya da benim dokuz karnı doyuramayan eskici dükkanıma. Taşır mı bereketli topraklar katılaşmış kalplerin dayanılmaz ağırlığını. Yaşlı gözlerimle gördüm, toynaklarıyla bereketli toprakların böğrüne gömülen ihtiyar atları. Acılarımla ölçtüm evlatsız kalmış babaların yerde kalmış cenazelerini. Size ne anlatıyorum, evlatlarım. Karun peygamber ilan edilmiş, inananları gökteki yıldızlardan daha fazla. Karun adaletin kitabını yazmış, okurları yerdeki karıncalardan daha çok. Karun insanı çağa bozdurmuş, minareyi kılıfına çoktan uydurmuş. Size ne diyorum, ciğerparelerim! Baba ayrı, evlat gayri olmuş tek celselik saltanatlarda. Evlat babanın kulağında uyuyakalırmış ama velakin baba evladının gölgesine sığmazmış. Baba kan kusarmış gecesinin gündüzüne karıştığı zamanlarda, evlat koşa koşa gidermiş kızılcık şerbeti satan Karun'a.
Eskici ve Oğulları
Orhan Kemal
Everest Yayınları
378 sayfa
İstanbul, 2020
Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 26.05.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 02.03.2023 00:18