Özgürlük Dosyası: Şehir, Medeniyet ve Özgürlük

Sueda Kurt Kitaphaber için kaleme aldı.
İnsan, yaparken yapılır. "Ben dahî bile yapıldım taş ü toprak âresinde..."(Hacı Bayram Veli)
Varlık; zaman, mekân ve hepsinin içinde temelde duran insan ile açıklanabilmektedir. Ruhlar âleminden, bedene bürünerek ilk mekânsal tecrübesini yaşayan insan; beslenme, barınma, güvenlik gibi somut ihtiyaçlarla yaratılmıştır. Ömür yolculuğunda somut ihtiyaçlarının yanında ne için yaratıldığının anlamını bulmak da insanın temel vazifelerinden olagelmiştir. İnsan hikâyesinin buluştuğu bu somut ve soyut düzlem, âdeta onun yeryüzünü imar etme görevini de açıklamak için en temel çıkış noktasını göstermektedir. İnsanlık tarihi boyunca, bireylerin ve toplumların yaşam tarzlarını, örf ve adetlerini ortaya koyduğu anlamlar ve biçimler dünyasının zaman ve mekânları aşması ile medeniyetler ortaya çıkmaktadır. Medeniyetlerin biçimlendiği ve geliştiği en önemli öğelerin başında şehirler gelmektedir. İnsan ise yaratılış hikâyesini şehir dediğimiz medeniyet öğesinde aramaktadır.
Medeniyet kelimesi; bugün pek çok disiplinin bütünsel olarak ele aldığı ve ilgilendiği bir konudur. Kelimenin kök anlamına bakıldığında; temeddün yani imar edilmiş bir bölge yahut toplumsal yaşam olarak belirginlik göstermektedir (Kılıç, 2023). Medine şehrinden yayılan İslamiyet de medeniyet kelimesi ile güçlü bir bağ kurarak, bedevi toplumdan, medeni topluma evrilerek toplumsal yaşamda gerekli olan hak ve özgürlüklerin herkesçe eşit şekilde yaşandığı bir yaşam modeli örnekliğini teşkil eder. Medeniyet kavramı ile ilişkili olarak Medine şehrinin yaşantısı, hem yapısal hem de hukuki düzenlemeler ile ideal şehir ve yaşantı örnekliği teşkil ederek büyük İslam Medeniyetini Doğu'dan Batı'ya yaymıştır. Peki, bu koşulda şehir ne demektir, şehrin insanla kurduğu bağ insana neler katmaktadır?
Şehir insan hikâyesinde, somut ve soyut kavramların bir araya gelerek fiziksel ihtiyaçların imgeler ve tahayyülle şekillendiği birimler olarak karşımıza gelmektedir. İnsan, tabiatta yaşayan pek çok canlı gibi yalnızca barınma ihtiyacını karşılayan varlık olarak karşımıza çıkmaz. Bir kuş, yüzyıllar boyunca yuvasını, fıtri bilgisi ile aynı şekilde yaparken insan; zihninde gördükleri ve görmedikleri ile bir bütünlük oluşturur. Kendi yaşadığı mekândan, sokağa ve mahalleye, oradan da şehre ve dünyaya tahayyül ettiği imgeler ve bedensel ihtiyaçları ile kendine özgü bir model ortaya koyar. Bu durum, şehirlerin insanın tabiatını, karakterini yansıtan ve onları yücelten özgür bireylere dönüşmesinin de yolunu açmaktadır. Bu bağlamda şehir ve insan birbirlerini birlikte inşa ederek kopmaz bir bağla bağlanır.
İnsanın yeryüzünü imar etme vazifesi, bahsedilen insan ihtiyaçları, tecrübe ve tahayyülün birleşiminden neşet eden özgün ve özgür bir fiildir. Elbette şehirlerin, imar edilmesi, birtakım hukuki düzenlemeleri ve toplumsal yaşamdaki bazı kuralları da doğurmaktadır. Bu kuralların karşılığında fiziksel çevre insanı yeniden inşa eden soyut dönüşümleri de beraberinde getirmektedir. İmar etme vazifesinin amacı, bu ikili dönüşümün en güzel şekilde yapılarak fiziki çevreyi ve insanı en güzel kıvama getirebilmektir. Bu sebeple, mimarlık kültürümüzde, tasarım ilkelerimizin temelinde insanın huzur bulması yatmaktadır. Öyle ki Cansever: "Güzel, insana huzur veren şeydir" (Cansever, 2016). ifadesi ile âdeta mesken ve medeniyet kelimelerimizi de özetlemiş olmaktadır.
Osmanlı kültüründe, şehirlerin en önemli alt birimi mahalleler ve onların da alt birimi sokaklar, sokakların oluşumu ise meskenlerden oluşmaktaydı. Bugün, barınma ihtiyacımızı karşılayan konut kavramı göçebe kültürünün yansıması olarak konmak kavramından gelmektedir. Medenileşmenin en önemli yansıması olan yerleşik hayat, insanın tecrübe ve tahayyül aşamalarının durarak demlendiği, derinleştiği en estetik formla birleşerek mesken halini almaktadır. Mesken kelimesinin sükûn ve sükûnet ile ilişkisi de insanların aileleri ile yıllarca huzur içince yaşayabilmelerini mümkün kılar. Bu durum mimari ile huzurun ilişkisini de ortaya koymaktadır. Kendi meskenlerini, ihtiyaçları, yaşam ve inanç kültürü ile şekillendiren toplumlar, kendi kendini koruyan ve şehir ile aidiyet ilişkisi kuran önemli bir diğer kavramı da ortaya çıkarmaktadır. Bu kavram Osmanlı şehirlerinin en önemli teşkilatlanma yapısını da oluşturan mahallelerdir.
Şehirlerde yaşayan insanların alt ve üst yapı hizmetlerinin bugün belediyeler ile sağlandığı ve yine halkın belediye başkanlarını özgürce seçerek, şehirde söz sahibi olunması ile ilgili hakkını koruyan yerel yönetimler, şehirleşme kültürünün de koruyucularıdır. Osmanlı şehirlerinde pek çok ülkeye göre geç teşkilatlanan belediyeler, şehirlerdeki mahalle yapısının işleyişindeki sorunsuzlukla ilişkilidir. Mahalleli, kendi sokağı ve meskeninin sahipliğini yaparak, çöp toplama, yangın söndürme, sokak temizliği vb. hizmetleri yürüterek şehir ile insanın aidiyet ilişkisini pekiştirmek üzere oluşmuştur. Bu kültür şehri yaparken, pasif değil aktif insanlar oluşturarak, insan özgürlüğünü sorumluluk bilinciyle dengeli bir halde yürütmektedir. Mülk kavramını daire kapısından sokağa, mahalleye ve şehre uzatarak fiziksel çevrenin insanı da şekillendirmesine imkân tanırken, insanın tahayyül sınırlarını da genişletmektedir.
Osmanlı kültüründen yola çıkarak, yüzyıllara uzanan şehirleşme kültürümüz, bugün daha iyi anlaşılmaktadır. 19.yy'de pek çok alanda Batı'ya öykünen devlet adamları, Osmanlı şehirciliğini ve medeniyetini gelişimin ve insan özgürlüğünün gerisinde addederek, zihinsel deformasyonları başlatmıştır. Cumhuriyet'in kurulması ile birlikte yeni devlet ve yeni şehircilik, yeni sivil ve kamusal mimarilerle birlikte, Endüstri Devrimi'nin yansımaları, acımasızca şehirlerimizde biçimlenmiştir. Kartezyen mantığın, tabiata hükmeden ve her şeyi ölçülür, kontrol edilir bir halde şekillendirmesi ile bugünkü kentler ortaya çıkmıştır. Osmanlı şehirciliğinde organik bir yapılaşma, insan tabiatına ve karakterine dolayısı ile özgürlüğüne imkân verirken bugünkü kentler, Endüstri ve çalışmayı önceleyerek, insanı, konutları ve kentleri tek tipleştirmiştir. Düzen takıntısı ile insanın sorumluluk sahibi, tabiatı güzelleştiren yanına karşın onu ezmiş ve kendi düzenine tutsak etmiştir. İnsanın tabiatla kavgalı hali, kurulduğu tarihten bu yana belki de en hastalıklı halini almıştır.
İnsanlık tarihi gibi mimarlık kültürünün de tarihi vardır. Medeniyet, şüphesiz imar etme ile birlikte gelişen somut ve soyut ilişkiler ve yapılar bütünüdür. Bu inşâ edilen yapılar ve çevre, sonrasında insan davranışlarını inşâ ederek anlamsal ve biçimsel bir ilişki oluşturur. Bu ilişki içerisinde yaşayan insan, özgür bir halde kendi varlığının farkına varır, dünyayı, insanı ve zamanı kavrar. Ne için yaratıldığı sorusunun anlamlı bir cevabını bu varlık üçgeninde araştırarak konumlanır. Medeniyet, şehir ve özgürlük birbiri ile kopmaz bir ilişki çerçevesinde gelişir. Bu anlam zincirinden uzaklaşan insan, kavram, davranış ve inşa ettiği yapı, şehir yani mekân arasındaki bağlantıdan da uzaklaşmaktadır. Bu savrulma hali insanın yerini, kendini ve yaşam amacını kaybetmesiyle sonuçlanır. Kendini kaybeden insanın ise yeryüzünde ettiği zulmü, bugün belki de en şiddetli hali ile görmekteyiz.
Kaynakça
Cansever, T. (2016). Kubbeyi Yere Koymamak. İstanbul: Timaş.
Çelik, C. (2012). İslam Şehri'nden Şehir İslamı'na: Tarihsel Tecrübeden Sosyolojik Pratiğe Şehrin Medeniyet Kodları. Milel ve Nihal .
Gültekin, A. Şehir Düşünce Merkezi. Şehir Üzerine Düşünceler - I. Şehir Yayınları.
Kılıç, E. (2023). Teoman Duralı'da mekân, kültürel seyyahlık ve medeniyet ilişkisi. R u m e l i d e D i l v e E d e b i y a t A r a ş t ı r m a l a r ı D e r g i s i.
Önal, M. (2013). ERDEMLİ ŞEHİR VE HİKMETLİ BİLGİ İLİŞKİSİ. Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi.
Şener, S. (2014). SEHiR VE MEDENiYET iLİŞKiSi. MEDENIYET ARAŞTIRMALARI DERGiSI.
Yalanız, Y. (2022). Şehir Düşüncesinin Sistematiği Üzerine:İnsan, Toplum ve Devlet Bağlamında Farklı Paradigmal YaklaşımlarınBirlikte Yaşama Tasavvuru. İdeal Kent.
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 16.01.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 09.01.2025 16:30