“Pakistan ve Hindistan Öyküleri” Bize Ne Kadar Yakın/Uzak
Prof. Dr. Celal Soydan’ın derlediği Hindistan ve Pakistan Öyküleri adlı, Hece Yayınlarından çıkan derleme eserin 2. Baskısını okurken bu eseri nasıl değerlendirmem gerektiğine karar vermiş notlarımı almıştım. Yazıya başlarken bu en eski medeniyet beşiği ülkenin kısaca tarihinden bahis açmak zorunda hissettim kendimi. Çünkü asırlarca Hindu, Budist ve Müslümanların birlikte yaşamayı başardığı bir coğrafyaya dair yapılan okuma buna icbar etmekteydi. Şöyle ki; okuduğum öykülerde, kültürleri birbirine karışmış, birlikte yaşamayı kabullenmiş hatta bu durumu pek de yadsımayan insanlar gördüm. Diğer yandan kurgu ile realitenin karışması riski rahatsız etti. Bunun üzerine şu kriteri kullanarak hengâmeyi bitirdim: “Hiçbir yazar, hiçbir eserde yaşadığı toplumun ve çağın değerleri dışında bir yansı-t-ma (mimesis) yapamaz.” Buna en sert-uç fütürist eserler de dahildir. Yazar en iyi ihtimalle kültür birikimini kullanmak zorunda kalacaktır. Dahası kurgusunu şu anın bilgi ve donanım düzeyinden hareketle oluşturacaktır. Bunu sosyal yapıya, bağlamak açısından edebiyat sosyolojisi yönüyle de değerlendirmek gerek. İnsanın sosyal bir varlık oluşu ile edebiyatın konusunun da insan oluşu gerçeği karşısında eser, insani bağlara, toplumun zihniyetine göre şekillenir. Sosyoloji de toplumu temel aldığı için her iki alanın ortak özellikleri vardır. Edebi eser toplumdaki değişimleri hem tetikleyen hem de anlatandır. Aynı zamanda da araştırmacıya kaynaktır.
Hindistan, çok değişik ırk, kültür ve dinlerin bir arada olduğu mozaik bir yapıdır. Hinduizm ve Budizm dinleri burada doğup gelişmiştir. İlk İslami etkiler Gazneli Mahmut’un seferleriyle görülür. 1398 yılında Timur Delhi’yi alır. 1500’lerden sonra Babür Şah yönetimi vardır. Bu dönem kültür ve mimariye önem verilmiş büyük eserler yapılmıştır. Tac Mahal bu eserlerdendir. Hindistan’ı önce Portekizliler sonra İngilizler işgal etmiştir. Gandi, 1919’da İngilizlerin Amritsar’da katliam yapmaları üzerine pasif direniş başlatmıştır. Bu direnişin özü, İngiliz tuz vergisini ve tekstil ürünlerini boykottur. Gandi’nin ilkesi “şiddetsiz birlik”tir.
Gelişen şartlar içinde Müslümanlar yeni devletin bir Hindu devleti olacağını anlayınca Müslüman devlet kurma fikri oluşur. Muhammed Ali Cinnah’ın kararlı tutumu karşısında Gandi ve İngilizler çaresiz kalır. 1946 Ağustosundan itibaren oluşan kargaşa ve çatışma ortamında iki taraftan da çok insan ölür. 1948’de Hindistan ve Pakistan bağımsız iki ayrı devlet olurlar.
Bütün dünyada olduğu gibi Hint coğrafyasında da öykünün kaynağı Avrupa’dır. Hint öykücülüğü sosyal ve siyasal gelişmelere göre bölümlere ayrılmaktadır. Bizdeki Tanzimat dönemine benzer ilk-el- dönem. Sonraki bir aşama İngiliz emperyalizmine karşı oluşan direncin öykülerde yer bulması. Diğer bir dönem de 2. Dünya savaşı, İngilizlerin çekilmesi ve bölünme ile bu durumun Pakistan Hindistan arasında göç, savaş ve kargaşaya dönüşmesi. Pakistan tarafında oluşan siyasi belirsizlikler, darbeler ve ekonomik sıkıntılar başka bir dönem. Yine bizdeki baskı dönemlerinde sanatın bireysel temalara yoğunlaşmasına benzer şekilde yazarlar oluşan baskıları refüze edebilmek için sembolizme yaslanmışlardır. Bilinç akışı ve ironi gibi anlatım teknikleri öykünün bireysel “benmerkezci” olması ve “kısa öykü” nün ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır.
Tanıtım bülteninde şu ifadeler yer almış: “Urdu (Pakistan-Hindistan) edebiyatının önde gelen yazarlarının öykülerine yer verdiğimiz bu seçkide, birçok etnik köken, dil, din ve kültürün iç içe yaşadığı bu iki ülkenin kültür yapısı ve sosyal yaşamından kesitler bulacaksınız.
Doğu ve Batı edebiyatlarından beslenerek gelen Urdu edebiyatı, coğrafyasının kültür zenginliğini ekleyip yarattığı sentezle köklü bir yazın geleneğine sahiptir. Gizemli ve büyülü bir ülke olarak belleklerde yer eden bu bölgenin edebiyatı da kuşkusuz zengin kültürel değerler barındırıyor. İşte bu öyküler, o rengârenk kültür mozaiğine bir kapı aralıyor.”
Eserde 15 yazar ve 18 öykü yer almış. Oldukça hacimli. Öykülerin seçimi oldukça isabetli. Çünkü tanıtımda ifade edildiği şekilde Hindu ve Müslümanların gelenek-görenekleri ve hayat tarzına dair hemen hemen her şeyi görmek mümkün. Hatta Hindu ve Müslümanların hayat tarzındaki değişim ve dönüşümleri de yazarların yaşadığı yıllar temel alınarak görmek mümkün. Öte yandan çevirinin sade oluşu da ayrı bir değer, çünkü pek çok çeviri eseri okurken, okur olarak tekrar çevirmek zorunda kalıyorduk.
Öyküleri okurken bizim kültür ve söz varlığımızda da karşılığı olan pek çok unsurla karşılaşmak mümkün. Mesela ilk öyküdeki “Hint fakiri” tiplemesi. Gheysu anlatılırken; tembel, boş vermiş bir tip üzerinden Hint yemek kültürüne, hayata bakışına ve atasözlerine kadar fazlaca birikime ulaşmak mümkün. ‘Atmacanın yuvasında et olmaz.’ Ve ‘Ot yolsam da eşek değilim.’ gibi. Kara Şalvar öyküsünde toplumdaki çözülmeyi net şekilde görmek mümkün. Dahası Hindu ve Müslümanların hayat karşısında aynı tutarsızlıkta oluşu ve iki kültüre ait insanların da yozlaşma serüveni. Bunu en bariz anlatan cümle şu olabilir: Muharrem ayının gelmesi ve ona yüklenen kutsiyete gösterilen önemi bir hayat kadını üzerinden anlatmış yazar. Buna paralel diğer öykü “Anendi”. Bu öykü, hayat kadınları tarafından kurulan bir şehirde geçer. Çok uzun bir zaman sonra hayat kadınları ahlaki gerekçelerle rahatsızlık beyan eden topluluk ve belediye meclisi tarafından şehirden uzaklaştırılır. 20 km uzak bir alanda onlara yer gösterilir. Oraya kurulan yeni düzen etrafında yine belediye diğer rahatsız olanlar tarafından yeni bir şehir kuruluna tanıklık edilir. Müthiş bir çatışma ve gerilim içinde gürül gürül akan hayat karşımızdadır. Kaçra Baba öyküsünde, uzun süreli tedavi gereken hastalıklarla boğuşurken eşi kaçan, hastane sürecinde tüm varlığı ve gücü tükenen bir tip anlatılıyor. Bu tip hastaneden çıktıktan sonra hayata dair her şeyi bırakıp çöpten beslenen birine dönüşür. İnsanlarla iletişimini kesmiş hayata küsmüştür. 25 yıl sürer bu hayat. Ta ki Kaçra Baba çöpte bir bebek bulana kadar. Bebeğin hayatiyeti için inşaatta çalışırken gösterilir son sahnede. “Evin Yolu” ve “Ağıt” anlatıları da modern “Kısa Öykü” şeklinde çok özel örnekler. İmam Ebelbereket tipinin anlatıldığı “Elhamdülillah” adlı hikâye de Anadolu yaşanmış hissi ve tadı veriyor.
Kitapta; diyalog, iç konuşma, bilinç akışı, kişi tanıtımı, olay anlatımı, geriye dönüş, iç çözümleme, özetleme, parodi ve ironi anlatım tekniklerinden güzel örnekler bulmak mümkün.
Hâsılı, o coğrafya tüm birikimleri, gelenek-görenek-inanç sistemleri, yemek, kıyafet ve yaşama şekilleri hatta sosyal, siyasal ve kültürel kırılmaların, yozlaşmaların anlatıldığı bir eserle baş başayız. Öykü ile hatta genel anlamda “anlatı” ile ilgili her ferdin okuması gereken bir kitap.
Pakistan ve Hindistan Öyküleri
Derleyen ve Çeviren: Celal Soydan
Hece Yayınları
240 s.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 23.06.2020 09:00 - Güncelleme Tarihi: 18.06.2020 09:29