Paralel Yapıların Tarihçesi ve Bir Kitap

Paralel Yapılardan Bir Demet
İslam dünyası-batı mücadelesinin tarihi peygamberimizin zamanına kadar giden bir tarihi süreci kapsamaktadır. Mute ve Tebük Savaşlarıyla başlayan mücadele günümüzde de sürmektedir. Türk-batı savaşları da esasen daha eski bir tarihi işaret ediyor. Avrupa Hunları, Avarlar, Hazarlar, Selçuklular… Aslında mücadele bir doğu-batı mücadelesi şeklinde sürüyor.
Osmanlı Devleti’nin Kuruluş ve yükselme dönemlerinde, batı dağınık bir haldeydi. Selçuklular döneminde ve Osmanlı’nın 1300-1600 arası yıllarında batı ile yapılan savaşlar esasen fiziki ve teknolojik savaşlardı. Batı Vatikan-papa öncülüğünde haçlı orduları ile geliyor, Selçuklu ve Osmanlı orduları da teknolojik üstünlükle savaşları kazanıyordu. Haçlılarda tek tip kılıç vardı. Bakır-demir ya da bronzdan yapılan bu kılıçlar 3-3.5 kg ağırlığındaydı. Türk ordularında ise askerin sınıfına ya da fiziki özelliğine göre değişen 14 farklı kılıç kullanılıyordu. Türk kılıçları çelik alaşımdı ve ağırlıkları 700 gramdan başlıyordu. Haçlının iki eliyle tek hamle yapma zamanı süresinde Türk askeri üç hamle yapabiliyordu. Hatta yeniçeri askeri kılıç yerine çift yatağan kullanıyordu. (Kelle makası)
600’lü yıllardan 1600’lü yıllara kadar yaklaşık bin sene boyunca süren mücadelede doğu başarılı olurken; batı, İran, Irak, Suriye, Arabistan, Anadolu ve Afrika’yı kaybediyor. Bu fiili durum üzerine düşünen batı, doğu-batı mücadelesinde asimetrik savaş unsurları dâhil etmeyi keşfediyordu. Mücadeleye artık satılık unsurlar da katılmıştı.
Osmanlı döneminde 17. Yüzyıl ve sonrasında dışarıdan destekli olduğu iddia edilen bazı kişi ve grupların devlet içinde devlet olma, paralel yapılar oluşturma eylemlerini görüyoruz. Doğuda Timur zamanında Fazlullah Esterebadi örneği var. “Rüya yoluyla gerçeği bulduğuna inanan Fazlullah, âyet ve hadisleri kendi geliştirdiği te’villerle açıklayarak fırkasını kurmuş, mensupları onu Allah’ın zuhuru olarak görmüş ve eseri Câvidânnâme’yi ilâhî kitap saymışlardır” (Aksu, 1995). Timur tarafından şeriata aykırılık gerekçesi ile idam edilmiştir. Bu anlamda Osmanlı dönemi ilk örneklerinden biri Kadızadeler… Zihniyet olarak, kendi inanç biçimi dışındakileri, devlet içindeki güçlerini kullanarak çeşitli yollarla tasfiye eden, İslâmiyet dışına iten, “tekfir” eden bir dini harekettir Kadızadeler. Kadı, müderris, imam, müezzin gibi dini meslek gruplarından oluşan bu hareket, 1651 yılında Sadrazam Melek Ahmet Paşa’yı da ikna ederek Sufi grupların yerlerini bastırarak kan dökülmesine sebep olur. Kadızadeliler, İstanbul ve taşrada bulunan bütün tasavvuf ehli şahsiyetlerin yerlerinin yıktırılarak taş ve topraklarının denize dökülmesini savunmuş ve taraftarlarına silahlarıyla Fatih Camii’ne toplanmalarını isteyecek kadar ileri gitmişlerdir. Liderleri padişahın huzuruna çıkarak; “cümle bid’atleri kaldırmaya izin isteyip sultanlar tarafından yapılan (selatin) camilerin birer minarelerinin bırakılarak diğerlerinin yıktırılmasını, diğer camilerin bütün minarelerinin yıkılması” benzeri selefi taleplerde bulunur. Bu gelişmelerden sonra, Köprülü Mehmed Paşa, Kadızadelerin bir fitne grubu haline geldiğini tespit ederek, bu grubun önde gelenlerinden Üstüvani Mehmed Efendi ile Divane Mustafa adlı vaizi yakalatarak Kıbrıs’a sürgüne gönderir. Daha sonra Şam’a geçen Üstüvani Mehmed Efendi burada vefat eder. (Taş, 2018)
Diğer bir örnek Feyzullah Efendi. Bu şahıs Erzurum’da medresede okumuştur. Aracılar sayesinde İstanbul’a alınmış, Sultan 4. Mehmet’in oğlu Mustafa’ya (2. Mustafa) hoca tayin edilmiştir. Büyük bir hırsla ilerlemeye çalışan bu şahıs bir yıl sonra da padişah fermanı ile müderrislik diploması alır. Bundan sonra çevresinde etki gücünü yükseltmek için Mehmet olan ismini Feyzullah olarak değiştirir. Haydarpaşa, Üsküdar Mihrimah Sultan, Sahn-ı Semân ve Ayasofya Medreselerinde müderrislik yapar. 1674’te İstanbul Kadılığı pâyesiyle Sultan Ahmed Medresesi’ne tayin edilir; 1678’de ise Rumeli Kazaskerliği pâyesiyle Şehzâde Ahmed’in hocalığına getirilir. Şöhret ve kariyer peşinde koşan Feyzullah Efendi muaşeret kurallarını çiğneyince sürgün edilir. 2. Mustafa tahta çıkınca İstanbul’a döner, şeyhülislam olarak atanır, oğlu Fethullah da İstanbul kadısı olur. Hatta oğlu Fethullah’ın kendisinden sonra şeyhülislam olması için de ferman alır. Müderrislere baskı yaparak ortanca oğlu Mustafa’ya 2 yılda medreseyi bitirtip Anadolu Kazaskeri tayin ettirir. Üçüncü oğlunu 14 yaşında Bursa kadısı ve Rumeli kazaskeri, 12 yaşındaki dördüncü oğlunu Yenişehir kadısı, diğer pek çok makama da akrabalarını yerleştirir. Ayrıca Dârüssaâde ağalığı, silâhdarlık, Edirne bostancıbaşılığı gibi önemli saray görevlerine de kendi adamlarını getirir. Durum o haldedir ki; bürokratik yapının terfi-tayin durumu tamamen bitmiştir. Her göreve Feyzullah efendinin adamları yerleştirilmektedir. Şikâyet heyetleri onun adamlarının engellemesiyle hiçbir şekilde sultanla görüşememektedir. İlk direnç sadrazamın evlatlığı tarafından yapılır. Feyzullah efendinin adamları onu alır, İstanbul kadısı olan oğlu Fethullah tarafından idam ettirilir. Sadrazam görevindeki Hüseyin Paşa istifa eder. Yerine gelen paşa da Feyzullah efendiye karşı çıkınca bu sefer sadrazam idam edilir. Feyzullah Efendinin gücü tavan yapmıştır. Rami Mehmet Paşa, sadrazam olur. Feyzullah Efendiye görünüşte karşı çıkmaz ama gizlice onun nüfuzunu kırmaya çalışmaktadır. Bazı askeri gruplarla işbirliği yaparak Feyzullah Efendi liderliğindeki paralel yapıyı yok etmek için harekete geçer. Ancak beklenmeyen şekilde bu hareket sultana karşı bir isyana dönüşür. Sonunda kaçmaya çalışan Feyzullah Efendi ve oğlu Fethullah yakalanır. Çeşitli işkence ve aşağılamalar içinde öldürülür. Cesedini papazlar taşır.
Takiye, Kumpas, Tasfiye… Fetö’nün Yol Haritası
Kopernik Kitap tarafından yayınlanan Takiye, Kumpas, Tasfiye adlı eser Gazeteci Kemal Gümüş tarafından yazılmış. Daha ilk bakışta olay ve olguların gazeteci gözüyle ve incelikli dizilimine şahit oluyorsunuz. Kitabın sıra dışı olduğunu baştan ifade etmek gerekiyor. Mesela bu tarz kitapların rutininden sayılacak şeyi, kronolojik sıralamayı yapmamış yazar, bunun yerine örgütün stratejik tavır alma metotlarını belirleyerek tematik ve şahsen bana göre ilginç bir dizilim yapmış. Kitap, Halime Kökçe’nin yazdığı ön sözle başlıyor. Önsözde önemli gördüğüm bazı tespitler var. Örgütün henüz terör örgütü sayılmadığı süreçte elde ettiği gücü nasıl kullandığına dair izleri sürüyor Kökçe: “…kendi namına yahut dış aktörler lehine kullanmaya başladığının ilk işaretlerinden sayabileceğimiz 12 Şubat MİT krizi…” Kökçe bu izleri şöyle ilerletiyor: 17-25 Aralık 2013 tarihinde Fetö’nün emniyet ve yargı yapılanması marifetiyle hükümeti devirme girişimi; 15 Temmuz 2016 darbe girişimi… Ön sözdeki bir diğer önemli cümle de; Fetönün “pkk ve daiş saldırılarında da istihbarat karartması” yaptığı ifade ediliyor.
Tanıtım cümlelerinde şu bilgiler var:
Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ); 'gizlilik', ‘takiye' ve ‘katı hiyerarşik disiplin' uygulayarak inşa edilen ve içinde barındığı toplumun dinî, millî ve kültürel kodlarını maske olarak kullanan, tüm değer yargılarını manipüle eden illegal bir yapılanmadır. Bilgi/belge sızdırmak veya deşifre olmamak amacıyla, farklı takiyecilik tarzları geliştiren örgüt, 'renklendirme' adını verdiği, yöntem ile muhalif toplulukların içine sızdığı gibi, hükümet yanlısı grupların içinde de yer almıştır. Başka bir takiye yöntemi olan ‘renksizlik' için ise örgütle bağlantısı bilinen hiçbir kuruma ve oluşuma dâhil edilmemiş, hiçbir yapıya sızmamış, bağlantısız gibi görünen örgüt mensuplarını kullanmıştır. Araştırmacı gazeteci Kemal Gümüş bu kitapta, FETÖ militanlarının takiye ile nerelere ulaştıklarını, sosyal hayat ve bürokraside gerçekleştirdiği kumpaslar ile tasfiyeleri somut örnekleri ve belgeleriyle ele alıyor.
Fikir vermesi açısından içindekiler kısmından bazı başlıkları paylaşmak isterim: Fetö’nün Güç Kaynağı: Takiye, Çok Katmanlı Bir İstihbarat Örgütü Olarak Fetö, Sürekli Mutasyona Uğrayan Örgüt, Sosyal ve Politik Etkinlik Alanı Olarak Din, Özel Yapılanmaya Özel Takiye, Fetö’nün İşkence Mangaları, Yurtta Dinleme Cihanda Dinleme, Tsk’daki Kripto Yapılanma vb. Kitapta geniş ve ayrıntılı olarak bu bölüm başlıklarının 5-6 alt başlıkta açıldığını da kaydedelim.
Fetö’ye en çok hareket imkânı sağlayan zaman dilimleri darbe-muhtıra dönemleridir. (S. 114). Bunu yeteneğe dönüştüren de ordu, yargı istihbarat ve polis içine sızdırılan elemanları ile medya gücüdür. Elde edilen yeteneği kullanıma sokmak için kullanılan argüman da medya. Medya gücü esasen dört koldan gelişir. 1. Zaman ve bağlı yayınlar. 2. Stv ve bağlı tvler. 3. Seküler kesime de hitap edebilen Bugün, Millet, Kanaltürk vb organlar. 4. Örgütün zihniyet olarak oturduğu zemine muhalif yayınlar; bu bağlamda Taraf, Türksolu Dergisi, Karşı gazetesi… Tabi bunlarla sınırlı değil. Pek çok internet sitesi ve pek çok sosyal medya hesabı da örgüte hareket imkânı sağlamıştır. Basitçe operasyon şekli şöyle ifade edilebilir. Sosyal medyada dillendirilen hususlarla ilgili bilgiler içeriden alınır, ortam hazırsa medya organlarında geniş kitlelere duyurulur. Konuyla ilgili bazı yetkililer açığa alınır / kızağa çekilir hatta memuriyetten atılır. Yerine de örgüt elemanları geçer. Bu neviden tasfiyelerin çok ve çeşitli olduğu –özellikle darbe girişimi zamanında- medyada genişçe yer aldı. Özellikle GATA üzerinden yapılan hava kuvvetlerine yönelik operasyonlar, MEB, MİT, HSYK gibi strajejik kurumların ele geçirilmesi çalışmaları kamuoyuna meşgul etti.
Örgütlenme çok daha eskilere dayansa da görünürlüğü 1971’den itibaren stratejik kurumlara sızma yapıldığı açıklanıyor kitapta. Örgütlenme biçimi olarak kitapta anlatılan yöntem de Guguk kuşu yöntemidir. Bu konudaki ilk bulgu Sızıntı dergisinde guguk kuşu ile ilgili 1980 darbesinden hemen sonra yayınlanan Fetullah Gülen imzalı yazıya dayanıyor. Guguk kuşunun özelliği başka kuşların yuvasına yumurta bırakması, o yuvada beslenen yavruların, o yuvanın gerçek sahibi olan yavruları yuvadan atmasıdır. FETÖ de bu taktiği uygulamış ve tehdit-şantaj-mobbing faaliyetleri ile vatanın gerçek evlatlarını her kurumda baskı altına alarak devşirmiş ya da o kurumlardan atmıştır. Bu gerçekliğin en keskin ve net örneklemi askeri okullardır. Bu okullarda alenen onlardan olmayanlara işkence etmek için mangalar oluşturulmuş, (S.164-166) aileler tehdit edilmiş ve ebeveynler çocuklarını tazminata rağmen okuldan almak zorunda kalmıştır. Kumpas ve tasfiye fetö elebaşının verdiği bir fetvaya dayanmaktadır. Kendileri için orada her yolu kullanarak kalmak mubah sayılmıştır. Hatta kendilerinden olan ve ‘diğerlerine yapılan kötü muamele karşısında’ merhameti kabaranlar bile atılmış ve başka alanlara çekilmiştir. “öyle ki 2009 yılında çıkan bir haber ‘Şoku Gören Kaçtı’ manşetiyle yayınlanmıştır.” (S. 164)
Kitapta DEAŞ ve FETÖ’nün aynı mantıktan hareket ettiği anlatılmaktadır. Her iki örgütün de ‘yaptığı işi Allah rızası için yaptığı, dolayısıyla zarar verdiği hatta öldürdüğü kişi için’ bile sorumlu tutulamayacağı düşüncesini işlediği bilinmektedir. Bu durum 15 Temmuz 2016 gecesi örgüt üyesi bir askerle vatandaşlar arasında çıkan tartışmada da tam olarak bu minvalde geçmektedir.
Örgütün bir noktadan itibaren, ‘küresel güç Türkiye’de tek partili yönetim istemiyor, koalisyon istiyor’ mantığına evrilmesi onu terörize etmiştir. (S. 176) Bu istek emir telakki edilmiş ve Deaş, Fetö, Dhkpc ve Pkk eşgüdüm içinde eylemlere başlamıştır. Bu eylemler üzerinden emniyet, asker ve istihbarat kifayetsiz gösterilmeye çalışılmış, Reyhanlı patlaması (2013-52 vatandaş şehit), 6-7-8 Ekim olaylarına zemin oluşturulmuştur. Bu zemin o dönemde devletin sürgün ettiği Fetö elemanlarının bölgede halka kasıtlı olarak kötü davranması, tahrik etmesi hatta polis imdat numarasını arayan ve Pkk’dan şikayet eden özellikle de Hüda-Par’lılara “biz bir şey yapamayız, siz de silahlanıp kendinizi savunun” denmesiyle ayyuka çıkmıştır. (S. 177-178) O dönem farklı illerde çıkan eylemlerde müdahil polislerin panzerlerle park halindeki araçları yangının içine sürdüğü tespit edilmiştir. (S. 179-180). MİT tarafından Hatay İl Emniyet Müdürlüğüne bombalı araçlar plakalarıyla bildirilmesine rağmen Fetö üyelerince göz ardı edilerek patlamaya çanak tutulmuştur. Şanlıurfa’da emniyet müdüründen gizli şekilde plaka takip sistemleri kapatılmıştır. Metni kitaba mebni olarak kotarmaya çalışıyorum ama hem durumun tarihsel bağlamı, hem kitaptaki genişliği hakkıyla aktarabilmek bu yazıyı da hakkı olmayan biçimde uzun tutmaya yol açıyor. Fazlası için bu kitabın okunması gerekiyor. ‘Nasılsa bildiğimiz şeyler’ bagajı kesinlikle yanlış. Çünkü bildiğimizin arka planı ayrıntılı şekilde, ilgililerin ifade tutanakları kaynak gösterilerek aktarılıyor.
Sonuç olarak şunu söylemeliyim: 1971’den bu güne gelen bir süreci temel alırsak, yakın tarihin hiçbir metinde bu kadar net anlatılmadığını rahatlıkla ifade ederim. Kitapta elbette fazlası var. Mesele yeterli genişlik ve derinlikte irdelenmiş. Elbette eksiklikleri de var kitabın. Mesela; dil hataları da var çokça ama editöryal. Ancak içerik o kadar sağlam ki, kusurları yazmaktan imtina ediyorum. Tv’lerde konuşulanları, gazetelerde suya sabuna dokunmayan köşe yazılarını boş verin. Bu kitap hepsinin üstünde bir müktesebatı içeriyor.
Kaynakça
Aksu, H. (1995). https://islamansiklopedisi.org.tr/fazlullah-i-hurufi.
Gümüş, K. (2021). Tahkiye Kumpas Tasfiye. İstanbul: Kopernik.
Taş, D. B. (2018, 1 11). https://www.aydinlik.com.tr/osmanli-nin-paralel-devleti-kadizadeliler-ozgurluk-meydani-ocak-2018.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 21.06.2021 09:00 - Güncelleme Tarihi: 14.06.2021 14:12