Pearl Harbor’a Farklı Bir Bakış: Rüzgâr Yükseliyor
Ayşegül Uyar, Kitaphaber için kaleme aldı...
Belçikalı sanatçı Joseph Plateau 1833 yılında ilk çizgi filmi yapmıştı. İç içe helezonlarda hareket eden çeşitli hayvanlar (kuşlar, köpekler) ile insanların dans ettiği yaklaşık 4 dakikalık bu çizgi film o dönemde çok beğenilmişti. Plateau'dan 73 yıl sonra Amerika'da James Stuart Blackton tarafından yapılan Humorous Phases of Funny Faces isimli çizgi film ilk çizgi film olma unvanını Plateau'dan çabucak alacak ve çizgi film sektörünün kapılarını çocuklara aralayacaktı. Stop-motion tekniği ile 8 bin çizimden oluşan bu çizgi film, bir ressamın resim çizen eli ile başlıyordu. Ressam bir kadın ve erkek resmi çiziyorken resimler bir anda canlanıyor ve hareket ediyordu.
Bu ilk çizgi filmlerde bir dans müziği ve basit hareketlerle kurgusuz diyebileceğimiz insanlar yer alacaktı. Bugünden bakınca çocukların dünyasına hitap etmese de o yıllar için böyle bir görsel, cazibe sahibiydi. 1937'lere gelindiğinde çizgi film sektörü Amerikalı yapım şirketi Walt Disney'in adı ile anılmaya başlanacak, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler Walt Disney'in ilk uzun metrajlı ve sesli çizgi filmi olacaktı. Çok geçmeden 1940'larda İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde savaşın çizgi film sektörü üzerindeki etkisi akıllara gelmemişti muhtemelen. Büyük yıkımların ve felaketlerin sanatçıya, sanat eserine hatta toplumsal belleğe verdiği zararı biliriz, peki ya faydası, şifası? Taş duvarlar yıkıldığında, binalar yerle yeksan olduğunda, yollar boydan boya yarılıp yerin altı üstüne geldiğinde, maddi ve manevi buhranlar peyderpey geldiğinde gerçek sanatçılar ve sanat eserleri bilerek ya da bilmeyerek ortaya çıkmazlar mı? Küçük-büyük herkesin üzerine sinen bu bedbin hali sinelerden çekip alacak sanatçının elleriyle şekil bulan yüreği, ruhu değil midir?
İkinci Dünya Savaşı başladığında Japonya ve Amerika doğu ve batının karşıt bloklarında yerlerini çoktan almışlardı. Pearl Harbor, Hiroşima ve Nagazaki ile belleklerimizde yer eden karşılıklı saldırılar şüphesiz savaş bittiğinde her iki tarafta da derin yaralara sebep olacaktı. Savaş boyu uçaklarla birbirine direnen bu iki toplumun kutuplaşması savaş bittiğinde çizgi film ve animasyon üzerinden devam etti. Amerika'da Walt Disney kendi sektörünü büyütürken Japonya İkinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi Uzakdoğululara has bir zekâ ile farklı bir cenahtan boy verecek, anime ile dünyayı tanıştıracaktı. 1950'lerden itibaren Japonya'nın animasyonla anılacağı günler başlamıştı. Savaşın Japonlar üzerindeki aksi tesirini kaldıran güçlerden biri animasyon olmuştur dersek yanlış olmaz sanırım. Ülkemizde bir kuşağın hafızasında çıplak ayakları ile yer eden Heidi'nin de yönetmeni olan Hayao Miyazaki'nin savaşın ortasında geçen bir çocukluk ve ilk gençliğin ardından toplumsal meselelere bakan animasyonlar ile ortaya çıkması sürpriz olmasa gerek.
Miyazaki animasyonlarında bir yandan Japon kültürüne has fantastik ögelerden faydalanırken diğer yandan toplumsal meselelere eğilmiş, onların altını çizmiş ama bunu yaparken çocuklara has arı-duru bakışı kaybetmemeye çalışmıştır. Böylece "Çizgi filmler çocuklar içindir." fikrini animasyonları ile yıkan usta hem küçüklerin hem büyüklerin beraberce ve zevkle izleyebileceği animasyonlarla büyüklerin dünyasına girmiştir. Miyazaki 50 yıllık sanat hayatına veda ettiği 2013 yapımı son filmi Rüzgâr Yükseliyor'da çocuklar kadar büyükleri de düşünmeyi unutmamış yine. Rüzgâr Yükseliyor belleklerde tatlı kareler bırakması yanında anime ustasının hayatına dair ciddi ipuçları da veriyor bizlere.
Savaş uçakları için yedek parça üreten bir babanın küçük oğlu olan Miyazaki'nin filmlerinde bir metafor olarak sıkça kullandığı gökyüzü ve uçak figürünün büyüyüp netleştiği bir film var karşımızda. Pearl Harbor için ilk yerli savaş uçaklarını tasarlayan uçak mühendisi Jiro'nun hayatını anlatıyor filmimiz. Pek çok animesinde kız çocuklar üzerinden hikâyesini anlatan Miyazaki son filminde bir erkek çocuk üzerinden anlatıyor hikâyeyi. Fantastik ögeler üzerine kurulan diğer Miyazaki filmlerinden farklı olarak Pearl Harbor gibi politik bir konuyu mevzu edinmesi sebebiyle Rüzgâr Yükseliyor'da eleştirilen Miyazaki "Kavganın haklı bir tarafı yoktur." repliği ile savaşa bakışını anlatıyor aslında.
Filmde, gözlük kullanması sebebiyle pilot olamayan ama uçaklara olan tutkusundan da vazgeçmeyen bir çocuğun (Jiro'nun) hayallerinin peşinden gidişinin öyküsünü izliyoruz. Hayranı olduğu mühendis Caproni ile rüyasında konuşan Jiro "Bir uçak kullanamayabilirim ama bir uçak tasarlayabilirim." diyerek gerçeğin katılığına karşı hayalin esnekliği ile çocuklar kadar büyüklerin de ruhundan tutup çekecek bir yerden başlıyor. Hayalle gerçeğin kesiştiği çizgide izleyici Jiro'nun hayatından 10 yıllık bir dönemi izlerken "En son hangi hayalinin peşinden gittin?" cümlesi filme dair bir iç ses olarak yankılanıyor zihnimizde.
Rüzgâr Yükseliyor; Jiro'nun rüyaları ile gerçek hayatının iç içe geçtiği yılları anlatırken rüyalar Miyazaki animasyonlarında alıştığımız fantastik ögelerle besleniyor. Bir yönüyle Jiro'nun rüyaları ustanın hayal dünyasını, umutlarını sembolize ederken; Jiro'nun yaşadığı gerçek hayat da İkinci Dünya Savaşı gerçeğini sembolize ediyor. Savaş uçağı tasarlayan Jiro'nun merhametli tarafına vurgu yapan ve Paul Valery'nin "Rüzgâr yükseliyor, yaşamaya çalışmalıyız" dizesini filmde farklı ağızlardan sık sık tekrar ettiren usta sanki içinde bulunduğu şartlarda Jiro'nun yapacağı en iyi iş oydu demeye çalışıyor. İtalyan mühendis Caproni rüyalarından birinde Jiro'ya, şimdi savaş için tasarlanan ve bomba taşıyan uçakların bir gün insan taşıyacağını anlatıyor. Animasyonlarında kötü karakterlerin yanında baskın bir şekilde iyiliğe vurgu yapan Miyazaki, Caproni'ye "Uçaklar savaş aracı değildir, para kazanmak için de değildir. Uçaklar güzel rüyalardır ve mühendisler bu rüyaları gerçekleştirirler." dedirtirken uçaklara ve savaşa bakışının altını bir kez daha çiziyor izleyici için.
Hayalinin peşinden giderek Tokyo'da üniversite okumak için yola çıkan Jiro trende Nahoko ile tanışıyor. Jiro'nun hayatındaki her önemli olay gibi bu genç hanımla tanışmasına da rüzgâr vesile oluyor. Yolculuk esnasında gerçekleşen depremde Nahoko'ya yardım eden genç adam şehre ulaştığında uçak çizimlerine dönerken, Nahoko da resimlerine dönüyor ve yolları uzun yıllar boyunca ayrılıyor. Jiro bu arada bir uçak şirketinde çalışmaya başlıyor. Nasıl daha hafif ve daha sağlam uçaklar yapabilirim sorusunun peşine düşen kahramanımızın kabiliyeti kısa sürede keşfediliyor ve eldeki uçakları revize etmek yerine Japonya'ya ait ilk yerli uçağı tasarlama imkânına kavuşuyor. Bu günlerde Jiro'nun yolu Nahoko ile yeniden kesişiyor. İşine âşık bir gencin hayatında ikinci bir aşka yer var mıdır? Verem olan ve sanatoryumda tedavi gören genç hanım Miyazaki'nin uzun yıllar boyunca verem tedavisi gören annesini anımsatıyor bize…
Not: yazı daha önce İtibar Dergisi'nin 2015 yılının Eylül sayısında yayınlanmıştır.
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 13.01.2016 10:13 - Güncelleme Tarihi: 11.05.2022 23:58
İlave yaparsak bu film aynı zamanda 2. Dünya savaşı sırasında Japonların kullandıkları Avcı Uçakları Mitsubishi Zero (Kamikaze uçaklar da bunlardan türüyor) uçaklarına ve onun şef tasarımcısı Jiro Horikoshi'ye bir saygı duruşudur...