Ritüellerin Yok Oluşuna Dair

Kutsal olan sessizlik gerektirir, sadece susmak birleştiricidir.(s.46)
Giriş
Günümüz modern insanı, kutsalı hayatından çıkarmaya devam ediyor. Son zamanlarda, dini bayramlarda insanların aile ziyaretine gidip büyüklerin ellerini öpmek yerine deniz kenarlarına tatile gitmesi artık dini ritüellere ülkemizde de pek değer verilmediğini gösteriyor. Hâlbuki hayatımızda anlam yaratan, bizi toplum olarak birbirimize bağlayan, tarihin teröründen ve zamanın geçiciliğinin yarattığı hiçlik duygusundan koruyan önemli törenlerdir onlar. İşte tam da benim "metropol dervişi" dediğim, manevi değerleri yok sayan neoliberal maddeci kültür karşısında yazdığı kitaplarla kadim değerleri yeniden hatırlatan, canlandıran, onların savunuculuğunu yapan filozof Byung Chul Han, "Ritüellerin Yok Oluşuna Dair" isimli kitabıyla, ritüellerin hayatımızdan çıkıp gitmesinin yarattığı tahribatları okuyucunun konu üzerine yeniden düşünmesini sağlayacak şekilde ele alıyor. Han kitabında, ritüellerin insan ve toplum için önemini ve işlevlerini tek tek sıralayarak, kadim değerlerin hayatımız için neden vazgeçilmez olduğunu tekrar vurguluyor. Peki, ritüeller hayatımızda ne işe yarar, onların önemi nedir?
Ritüeller dünyada olma halini evinde olma haline dönüştürür
İnsan dünyayı tanıdık ve güven duyulabilen bir yer yapmak ister. Kendini güvende hissedebilmek için bu elzemdir. Zaman ve mekân algısı güvenlik duygumuzu derinden etkiler. Çünkü tekinsiz bir mekân ve hızlı akan bir zaman bizde korku, yabancılık ve hiçlik duygusu uyandırır. Ritüeller bu anlamda zamanı ve mekânı aşina kılmanın sembolik teknikleridir. İnsanlar semboller üreterek çevresini ve dünyayı daha tanıdık hale getirirler. Tıpkı bir ipek böceğinin ipekten koza örüp kendisine daha uygun bir dünya inşa etmesi gibi. "Sembollerle yapılan ritüeller de, dünyada-olma halini evinde-olma haline dönüştürür. Dünyayı güven duyulabilen bir yer [Ort]haline getirirler. Mekânda bir ikametgâh neyse, onlar da zamanda odur. Onlar zamanı ikamet edilebilir kılmaktadır."(s.10)
Zamanın hızla akıp gitmesi bizde geçicilik ve önemsizlik duygusu uyandırır. Zamana uygun bir anlam yüklemediğimizde bizi aşındırıp tüketen, tahrip eden bir şey gibi görünür. Hâlbuki ritüeller sayesinde zaman bizi tamamlayan ve yetkinleştiren bir şey haline dönüşür. Mesela geçiş ritüelleri hayatımızda eşikler oluşturarak hayatımızı mevsimler gibi yapılandırır.(Çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık gibi.) Onlar olmasa kesintisiz ilerler dururduk. Bu da bizim yaşlı olmadan yaşlanmamıza, hep çocuk kalmamıza sebep olurdu.
Ritüeller yaşamı istikrarlı hale getirirler
Modern toplumun hayatta sürekli bir üretim ve tüketim süreci içinde olması şeylerin sürekli yenilenmesini ve değişmesini de beraberinde getirir. Neoliberal düzen, toplumu bir üretim ve tüketim zorlaması içine sokarak her şeyin hızlı bir şekilde tüketilip yerine hızlı bir şekilde yenilerinin üretilmesini ister. İnsan böyle bir ortamda kalıcı bir düzen kuramadan sürekli değişim ve kaos içinde yaşar. Bu da hayatımızda istikrarsızlığa sebep olur. Hâlbuki ritüeller yaşamı istikrarlı hale getirirler. "Mekânda şeyler ne ise yaşamda ritüeller odur."(s.11) Ritüeller aynılıkları ve yinelenmeleri vasıtasıyla yaşamda süreğenlik duygusu yaratırlar. Günümüzdeki üretim zorlaması şeyleri dayanıklılıklarından da yoksun bırakıyor. Ritüeller yaşamı dayanıklı kılarlar.
Chul Han'a göre akıllı telefon hayatımızı istikrarlı hale getiren şeylerden değildir. Örneğin aynılığıyla her zaman karşımıza çıkan bir masa gibi değildir. Dikkatimizi dağıtan medyatik içeriklerin sınırsız kaydırmaca ile karşımıza çıktığı kaotik bir içeriğe sahiptir. "Hızla değişip durması, en ufak bir [şeylerde]oyalanma haline izin vermemektedir. Aygıtın içine işlemiş huzursuzluk, onu bir şey-olmayan yapmaktadır. Dahası, eli kendisini tutmaya zorlar. Oysa, şeyin zorlayıcı olmaması gerekir."(s.12)
Ritüeller anlam ve topluluk inşa ederler
Ritüeller sembolik eylemlerdir. Bir topluluğun taşıyıcılığını yaptığı değerler ve düzenleri gelecek kuşaklara aktarır ve onların temsilciliğini yaparlar. Symbolon; ilişki, bütünlük, esenlik anlamlarını bünyesinde taşıyan bir sözcüktür. "Ritüeller de bu açıdan sembolik praksislerdir, insanları buluşturan ve bir ittifak, bir bütünlük, bir topluluk oluşturan bir symbâllein praksisi." (s.14) Anlam ve topluluk tesis eden, yaşamı istikrarlı kılan imgeler ve metaforlar yitip gittiğinde bağlar yok olur, parçalanma başlar. Topluluk inşa eden bir vasıta olarak semboliklik, günümüzde gözle görülür derecede yok oluyor. Byung Chul Han, kitabında sosyal antropolog Mary Douglas'ın şu çarpıcı tespitine yer verir: "Çağımızın en ciddi problemlerinden biri, ortak semboller sayesinde oluşan bağlı-olma halinin yok olma sürecine girmiş olmasıdır.(s.14)
Sembollerin yok oluşu, toplumun gittikçe daha fazla atomize olmasına sebep oluyor. Buna paralel olarak da toplum narsistleşiyor. Atomize olmuş narsistik bireyler toplumdan kopup içe (ben'e) dönük bir hayat yaşamaya başlar. Hâlbuki ritüellere katılanlar kendi kendisini ön plana çıkarmaz. Ortak bir ben yaratarak bütünü işaret ederler. Ritüeller bireyi kendine mesafeli kılarak toplumun parçası yapar. Böylece hem toplumsal bağları güçlendirirler hem de bireyi psikolojik bir yalnızlık ve yabancılık içine girmekten kurtarırlar.
Ritüeller geçicilik yerine süreğenlik deneyimi yaşatırlar
Sembollerin yeryüzünden çekilmesi, dünyanın daha fazla olumsal, daha fazla geçici olmasına sebep oluyor. Süreğenlik deneyimi gittikçe erozyona uğruyor. Süreğenlik deneyimi ortadan kalktıkça yerini dizisel algı alıyor. Medya araçları tarafından şiddetli enformasyona maruz kalan insan, dikkat ve algı sorunları yaşamaya başlar. Bir enformasyondan diğerine, bir yaşantıdan diğerine atlayan bilinç yoğunlaşma becerisini kaybeder. Günümüzde dikkat eksikliğinden bu kadar dem vurulmasının sebebi sembolik algının yerine dizisel algının patolojik ölçüde keskinleşmesinin sonucudur. Çünkü Byung Chul Han'ın sözleriyle söylersek, dizisel algı yayılımcı/dağılımcı [extensiv], buna karşılık sembolik algı yoğunlaştırıcıdır [intensiv]. Dizisel algının dikkati, yayılmacılığı nedeniyle düz ve sığdır. Günümüzde yoğunlaşma bu yüzden her yerde dağılmaya boyun eğmek durumunda kalıyor.(s.15)
Sembolik algının yitimiyle insan bir süre sonra şeylerde oyalanmayı unutur. Hâlbuki bir kültür tekniği olarak derin dikkat, tam da ritüellerden ve dini pratiklerden doğar. "Ne hikmettir ki din sözcüğünün kökeninde relegere vardır ve bunun dikkat etmek anlamına gelmesi bir tesadüf değildir. Her dini pratik bir dikkat egzersizidir. Tapmak bir derin dikkat mekânıdır. Dikkat, Malebranche'a göre ruhun doğal duasıdır. Günümüzde ruh dua etmiyor. Sürekli kendini üretiyor."(s.16).
Ritüeller sığlaşmayı ve rutini engeller
Günümüz neoliberal düzen insanları sürekli bir yenilik arayışı zorlaması içerisine sokuyor. Güya bu sayede hayatımız sığlaşmaktan ve rutinleşmekten kurtuluyor, daha heyecanlı, daha yoğun ve hareketli hale geliyor. Halbuki Byung Chul Han bu anlayışı da ters yüz ederek asıl sürekli yenilik peşinde koşmanın, bir noktadan sonra rutinleşmeye neden olduğunu söylüyor. Ona göre, otantiklik, inovasyon ve yaratıcılık gibi neoliberal dispozitifler sürekli bir yenilik arayışı zorlamasının parçasıdır. Oysa bunlar en nihayetinde aynı şeyin varyasyonlarıdır sadece, tüketilen ve yeniye olan ihtiyacı tekrar alevlendiren bir meta olmaktan başka bir işe yaramazlar:
"Yeniye yönelik bir zorlama olarak üretim zorlaması, rutin bataklığını derinleştirmekten başka bir şey yapmaz. Rutinden, boşluktan kaçmak için daha fazla yenilik, yeni uyarıcılar ve yaşantılar tüketiyoruz. İletişimi ve tüketimi hızlandıran şey tam da boşluk duygusudur. Neoliberal rejimin reklamı olarak 'yoğun yaşam', yoğun tüketimden başka bir şey değildir. 'Yoğun yaşam' yanılsaması da dikkate alındığında, devam edegelmekte olan tüketim ve iletişim sürecinden daha yoğun başka bir yaşam biçimi üzerine sürekli kafa yormamız gerekiyor." (s.19)
Ritüeller hız ve harekete karşı yavaşlamayı öğretir
Dijital iletişim günümüzde giderek topluluktan yoksun bir iletişime evrilmektedir. Neoliberal rejim, topluluktan yoksun iletişimi, herkesi kendi kendisinin üreticisi olarak yalnızlaştırmak yoluyla dayatmaktadır. Günümüzde her platformda saplantılı bir halde kendimizi üretiyoruz. Kollektif olması gereken üretim sosyal ağlar aracılığıyla birer öz üretime dönüşüyor. Bir araya gelmeden, bir duyguyu paylaşmadan, sadece kendimizi ön plana çıkararak bencil bir reklam fetişizmi içindeyiz. Topluluktan yoksun bu iletişim biçimi insanlar arasında müşterek bağları zayıflatıp insanları birer yalıtılmış bireylere dönüştürüyor. Hâlbuki ritüeller insanlar arasında cisimleşmiş bir ortak bellek, cisimleşmiş bir kimlik, fiziksel bir bağlılık meydana getirirler. "Ritüel topluluk bir topluluk bedenidir. Böyle bir topluluk olarak da içinde fiziksel bir boyut barındırmaktadır. Dijital iletişim, fiziksellikten arındırılmış bir iletişimdir." (s.19)
Enformasyon toplumu, daha fazla enformasyon, daha fazla iletişim, dolayısıyla daha fazla üretim vaat eder. Bu koşuşturmaca hayatta hızlanmaya yol açar. Böyle bir hıza insan bilinci dayanamaz. Dolayısıyla insanların yavaşlamaya ihtiyacı vardır. Byung Chul Han ilacı yine ritüellerde bulur:
"Topluluktan yoksun iletişim hızlandırabilmektedir, zira toplamsaldır [additiv]. Buna karşılık, ritüeller hızlanmaya izin vermeyen anlatısal [narrative]süreçlerdir. Semboller kımıldamadan yerlerinde durur. Enformasyonlarsa durmaz. Sirkülasyonda oldukları için vardır onlar. Sessizlik, iletişimin durması demektir. Hiçbir şey üretmeyen bir şeydir sessizlik. Post-endüstriyel çağda makine gürültüsünün yerini iletişim gürültüsü almıştır." (s.22)
Sonuç
Byung Chul Han, "Ritüellerin belirlediği bir toplumda depresyon görülmez." diyor. Bu cümle bana rahmetli Cemil Meriç'in "Namaz kılan toplumun psikolojiye ihtiyacı yoktur." sözünü hatırlattı. İnsanın ruh sağlığının günümüzde bozuk olmasının sebebini de açıklıyor sanırım. Ruh sağlığının korunması için ritüeller gereklidir. Çünkü ruh, ritüeller aracılığıyla hastalıklardan arınır ve kollektivitenin içinde yok olarak depresyondan kurtulur. Depresyon, ruhun kendi içine gömülmesi, boşluk duygusu içinde debelenmesinin sonucu olarak ortaya çıkar. Ritüeller ise ruhu özgürleştirir, bedenin içine hapsolmaktan kurtarır. Bireyin başkasıyla ilişki kurmasını sağlayarak toplumsal aidiyetler üretir.
Roland Barthes için de ritüeller; "Bizi varlığın uçurumlarından koruyan şeylerdir: "Seremoni [...]bir ev gibi koruyucudur: duyguyu ikamet edilebilir kılar. Örneğin yas… Yas seremonisi, bir cila katmanı gibi insanı koruyarak deriyi örter ve onu sevilen bir insanın ölümünün beraberinde getirdiği yasın dehşet verici yakıcılığına karşı yalıtır."(s.24) Eğer ritüeller olmasaydı yaşadığımız büyük acıların şiddetiyle başa çıkamazdık… Neoliberal kapitalist küreselleşmenin yol açtığı tahribat büyük. Şairin dediği gibi insanoğlu "neyi kaybettiğini" tekrar hatırlamalıdır. Ve insanlığa son bir çağrı olarak: "Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!" diyoruz.
Ritüellerin Yok Oluşuna Dair
Byung Chul Han
Çev: Çağlar Tanyeri
İnka yayınları
İstanbul-2022
111 sayfa
Yazar: Mustafa BUĞAZ - Yayın Tarihi: 22.05.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 24.05.2024 22:37