Roman Kitabı

İnsan niçin yazar ( ve yaşar ) ?
Semih Gümüş eleştiri kitabının ilk bölümünde çağdaş dünyanın yanıltıcı, acımasız, ürkünç görünümü karşısında yazının cesaret veren gizil gücüne sığınmak, varoluşunun bilgisini edinmek, roman sanatının insanın iç dünyasını arındıran sorularıyla iç içe yaşamak için yazdığını söylüyor. İkide bir romanın öldüğüne dair ortaya atılan iddialara karşılık bu sanatın çağdaş insanın temel ihtiyaçlarından okuma ve üretme edimlerini giderdiği için yaşamaya devam edeceğini düşünüyor.
Yaşadığımız hayatın edebiyata hiç kuşkusuz önemli etkileri oluyor. Hayattaki yeni durumlara göre yeni edebi biçimler ortaya çıkıyor. On dokuzuncu yüzyılda hayat sınırlıydı, Yirminci yüzyılda bireysellik ön plandaydı. Yirmi birinci yüzyılda ise karmaşık ve parçalanmış yapılarla karşı karşıyayız. Her türlü değişime rağmen edebiyatın temel malzemesi insandır. Değişen insanı değişen biçimlerde anlatmaya çalışıyoruz.
On dokuzuncu yüzyıl modern romanında Balzac, Dickens, Flaubert üzerinden dönemi yansıtma isteği ön plandaydı. Metinlerde dönemin tipik özellikleri anlatılmaya çalışılıyordu. Örneğin Tolstoy’un Savaş ve Barış’ında, Anna Karenina’da dönemin Rus toplumu özelinde ahlaki yapısı anlatılır. Bu yüzyılda yazarlar dönemi iyi kötü kavrayabiliyordu. Gözlemci anlatıcı kullanılıyordu. Kişilerin önce dış görünümleri anlatılırdı. Bunun en önemli nedeni o dönemde iletişim araçları çok azdı, okuyucunun gözünde anlatılanları canlandırmak gerekiyordu. Buna ihtiyaç vardı. Paris’tekiler Rusya’yı bilmiyordu. Yirminci yüzyılla birlikte kapitalizmin yarattığı muazzam değişim bireyi özgürleştirdi, ön plana çıkardı. Modernist romana bu gözle bakabiliriz. Yeni biçimler ortaya çıktı doğal olarak. Dış gerçeklikten bireyin iç gerçekliğine doğru bir yöneliş söz konusuydu. İç dünyada malzeme çoktu, gerçeği daha iyi veriyordu. Modern romana özgü davranış betimlemeleri, diyaloglar doğal olarak yetersiz kaldı.Joyce, Beckett, Woolf, Kafka, Musil, Faulkner’da iç konuşma ve bilinç akışı teknikleri ortaya çıktı. Kafka gece toplantılarında bir araya geldiği Einstein’in Görecelilik Kuramından etkilenerek romanlarını yazdı. Marquez ise Dönüşüm’ü okuduktan sonra Latin Amerika edebiyatının en önemli romanı, çağdaş klasik Yüzyıllık Yalnızlık’ı üç ayda yazdı. Bu yöntemler bugün de çok geçerlidir. Oğuz Atay, Bilge Karasu, Leyla Erbil ise bizim edebiyatımızın bu teknikleri kullanan en önemli yazarları arasında sayılabilir.
Dış görünüm betimlemeleri günümüzde neredeyse bitti. Davranış, düşünce ve eylemler anlatılmaya başlandı. İletişim araçları gelişti, iç dünyalar daha da ön plana çıktı.Modern romana özgü tipik kişiler anlatmak, dönemi temsil eden karakterler yaratmak gibi özellikler artık eskidi. Olup bitene hâkim bir anlatıcı hikâyeler anlatılıyordu. Kronolojik( başlar, ilerler ve biter) zaman anlayışı vardı. Günümüzde ise kişiler, dil, kurgu teknikleri ön plana çıktı.
İşte yaşanan bu köklü dönüşüm karşısında eleştirinin yapması gereken estetik ölçütlere esnek bir biçimde yaklaşarak metnin sessizliklerini konuşturmaktır. Eleştiri romanın yazınsal gerçekliğiyle ancak bu şekilde bütünleşebilir. Bu yaklaşım doğrultusunda Semih Gümüş kitabının ikinci bölümünde öncelikle edebiyat-tarih ilişkisini sorguluyor. Şemsettin Ünlü’nün“ Yukarışehir” Bekir Yıldız’ın “Ve Zalim ve İnanmış ve Kerbela” romanlarına olumlu örnekler olarak yaklaşıyor. Kemal Tahir’in “Yediçınar Yaylası” romanını ise tarihin kötüye kullanımına örnek olarak değerlendiriyor. Çünkü romanda kişilerin sahici olması çok önemlidir. Kemal Tahir’in kişileri sahici değildir. Dünya görüşü, ideolojik tarih anlayışı, romanlarına yansımıştır. Yazarın dünya görüşü, ideolojisi tabiî ki vardır, insanlara önderlik de edebilir. Ancak yazar kendi düşüncelerini anlatıcı üzerinden kişilere dikte edemez. Yazarların yaşantılarında kişilere karşılık aramak yerine, o kişileri kurmaca kişiler olarak kabul edip metin içindeki yaşantılarına bakmak gerekir.
Üçüncü bölümde ise Nazım Hikmet ( Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim), Vedat Türkali ( Yeşilçam Dedikleri Türkiye), Nihat Behram ( Gurbet), Kaan Arslanoğlu (Devrimciler), Öner Yağcı (Turnalar), Mehmet Eroğlu ( Geç Kalmış Ölü)ve Ayla Kutlu’dan (Hoşça kal Umut) politik roman örnekleri; Bilge Karasu (Kılavuz), Latife Tekin (Berci Kristin Çöp Masalları) ve Kürşat Başar’dan ise(Konuştuğumuz Gibi Uzaklara) modernist roman örnekleri yazarın eleştiri anlayışı doğrultusunda çözümleniyor.
Günümüzün yaşayan en etkili eleştirmenlerinden olan Semih Gümüş, yazmaya başladığı ilk günden bu güne kadar kendine özgü bir eleştiri dili kurmaya çalıştı. Çözümleyici eleştiri adını verdiği bu yönteme özgü kavramları kitabın son bölümünde kendine özgü yorumlarıyla geliştiriyor. Bu kavramlar: Aşkın(lık), biçem, bilgi, bilinç-akışı, dışsal, edim, eleştirel okuma, görüngü, iç eylem, içkin(lik), imge, iyi roman, izlek, kategori, kitsch-roman, konu, organik(roman), retorik, teknik, yanılsama ve zaman.
Yazara göre edebiyat nasıl öznel bir sanat alanıysa, eleştiri de öznel olmalı. Eleştirmen soyutlamalardan hareketle kendine özgü eleştiri anlayışını geliştirmeli. Bu sayede eleştiri, çözümlediği kurmaca metinden hareketle kendi özgürlüğünü, eleştiri metni de eleştirmene bağlı özgün bir kurmaca metin olduğunu artık ilan etmeli.
Roman Kitabı, Semih Gümüş, Can Yayınları, 1. Basım, 2011
Yazar: Serkan PARLAK - Yayın Tarihi: 16.12.2015 09:00 - Güncelleme Tarihi: 07.12.2015 16:45