Romancı Gözüyle Suriye Zindanları

"Var git dünya hilafsız yalansın
Senden muradını doymazlar alsın
Çol çocuk, kız kızan, can canan vah
Halep'te apaşlar bir ceylanı kapıştı."
A.Murat Özel
Hayatın farklı mecralarda aktığı dünyada savaşlar, felaketler, baskı ve zorlamalar olurken bir yanda bir şeyler sessizce olup bitiyor. Saydığımız olağanüstü durumları yaşayan insanların da bir hayatı oluyor neticede. Biz bunu en iyi roman ve sinema yoluyla öğrenebiliyoruz. Bazen her şey çok yakınımızda yaşanıyor, farkına varmıyoruz. Farkındalığı sağlayan mecralardan biri edebiyat oluyor.
Komşumuz Suriye yıllardır savaşla mücadele ediyor. Bu doğru cümle mi bilmiyorum. Orada olup bitenler savaştan daha fazlası aslında. Kaldı ki, mağduriyetler savaşla başlamadı. Öncesinde de rejimin kurduğu baskıcı bir düzen vardı. Belki de fark, eziyetlerin bir düzen ve istikrar içinde yapılmasıydı. Şu anda ise düzen kelimesiyle Suriye toprakları asla yan yana gelmeyecek iki kelime gibi duruyor.
Ortadoğu'da İsrail ve dolayısıyla Amerikan varlığı gelişmelere paralel olarak diktatörlükler doğurdu. Otoriter rejimlerin bekası her şeyin başında yer aldı ve halk ezildikçe ezildi. Bu rejimler başlangıçta İsrail ve Amerika'ya karşı savaşırlarken nihayetinde onların güdümünde, onlar sayesinde bekalarını sürdürebilir hale geldiler. Demokrasinin uğramadığı bu ülkelerde ekonomik sıkıntıların yanına fikir özgürlüğünün olmaması da eklendi. Zikredilen her fikir, dillendirilen her düşünce birer tehdit gibi algılandı. Nice alimler, fikir adamları zindanlara ve işkenceye mahkum edildiler.
Ketebe Yayınları tarafından çevrilen Akdeniz'in Doğusu kitabının yazarı Abdurrahman Münif Ortadoğu'nun birçok ülkesinde çeşitli saiklerle bulunmuş bir isim. Arabistan doğumlu olmasının yanında, Ürdün de de yaşamış, Suriye'de vefat etmiş. En ilginç yanlarından biri de bir dönem baskıcı Baas üyesi olması. Baas Partisi'nin bursuyla Yugoslavya'ya gidip orada petrol üzerine doktora yapmış olması daha da ilginç. Fakat 1962'de partiden uzaklaştırılmış. Topraklarında dünyaya geldiği Suudi Arabistan tarafından vatandaşlıktan çıkarılmış. Irak'a girişi yasaklanmış. Suriye'de dokuz yıl kadar petrol bakanlığında çalıştıktan sonra bu görevinden de ayrılarak edebiyata yönelmiş. Kendisi bu durumu şöyle ifade etmiş:
"1950'den 1965'e kadar siyasete ve siyasi eyleme tamamen kendimi vermiştim. Ancak ne var ki bütün bunların büyük bir aldatmaca olduğunu gördüm. Her birimiz siyasal kurumun, siyasi söylemleri ve kanaatleri ifade etmek için güvenilir bir zemin olduğunu düşünürdük. Hâlbuki biz, inanılan ve çağrıda bulunulan düşünceler ile fiili uygulamalar arasında büyük bir fark gördük. Bu kurum içerisinde kalmak ve devam etmek için bir formüle ulaşamadık. Bizim bu kurumda devam etmemize engel olan şeyler vardı. Dünyaya karşı koymak ve onu değiştirmek için yeni yöntemler araştırmaya koyulduk. Bu, ister siyasi eylem içerisinde, ister sanatsal çalışma içerisinde olsun fark etmezdi. Buradan hareketle, başka bir ifade aracına yakınlaşma oldu ki o da, romandı."[1]
Fikirlerin özgürce ifade edilemediği ortamlarda roman türü güvenli bir sığınak gibi. Akdeniz'in Doğusu kitabı da buna bir örnek. Rejimin hapse attığı Recep isimli karakterle onun kardeşi Enise'nin ağzından dinliyoruz olan biteni. Benim en fazla anlam yüklediğim kısım kitabın ismi oldu. "Akdeniz'in Doğusu". Çok ucu açık bir ifade. Irak da olabilir Suriye de, Afganistan da olabilir Endozenya da. Kitapta, olayların geçtiği şehre dair bir isme rastlamıyoruz. Yazar sanki bunu bilerek ucu açık bırakmış. Fakat bir Ortadoğu ülkesinin anlatıldığını anlıyoruz. Malum olduğu üzere Ortadoğu'nun hapishaneleri meşhur. Recep de düşünce suçundan hapse atılmış, işkence görmüş, itirafçı olarak da hapisten çıkmıştır. Hastalığının tedavisi için çıktığı yolculukta, bindiği gemide anlatır olanları.
İş hapisten çıkmakla bitmemiştir. Rejim hapisten sonra da izlemeye devam eder Recep'i. Yalnızca onu değil ailesini, arkadaşlarını da takip eder adım adım. Recep itirafçı olmanın verdiği vicdan azabıyla boğuşmaktadır. Kitap boyu hapishane öncesi ve sonrası psikolojik tahlilleri görürüz. Son derece iç karartıcı, kasvetli bir hava hâkimdir romana. Hapishaneler gibi!
Akdeniz'in Doğusu, Suriye'de savaştan önceki durumu anlamak isteyenler için iyi bir eser. Bir zamanlar Baas üyesi olan birinin kişisel temayülünü de görüyoruz böylece. Bu anlamda edebiyatın sınır aşan, engel tanımayan yanına bir kez daha şahit oluyoruz.
1988'de gene bir Arap yazar olan Necip Mahfuz Nobel Ödülü alınca, Arap eleştirmenlerin ödülü Abdurrahman Münif'in hak ettiğini söyledikleri rivayet olunuyor. 2004'te vefat eden Münif'ten sonra Suriye'de işler çok daha kötüye gitti. Baskı ve zorlamalardan bunalan halk bir özgürlük hareketi başlattı. Fakat işler çok farklı yönlere evrildi. Ülke dünyadaki emperyalist güçlerin hesaplaşma sahasına olurken, ülke harabeye döndü. Abdurrahman Münif, Akdeniz'in Doğusu'nda, Recep'in ağzından "Önce medeniyet merdiveni keşfedilmeli, sonra basamakları çıkılmalı, benim ülkem henüz merdiveni keşfetmedi" der. Ne yazık ki ülkesi merdivenden çok çok uzağa düştü. Yaşıyor olsaydı olup biteni yazmaya kalemi varır mıydı, ülkeyi terk eden yirmi iki milyon insandan biri mi olurdu bilinmez…
Akdeniz'in Doğusu
Abdurrahman Münif
Çeviren: Ayşe İspir Kurun
Ketebe Yayınları
2018, İstanbul
200 sayfa
[1] Abdurrahman Münif'in Romancılığı, Arslan, Adnan
Yazar: Vildan KINALI - Yayın Tarihi: 18.03.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 19.03.2024 03:10