Rüzgârın Kanadındaki Koku
Yıllar önce bir film izlemiştim, adı: ”Koku”. 17.yy.’da Paris’te yaşayan filmin başkarakteri, her türlü kokuya karşı sıra dışı algıları olan biriydi. Ancak koku alma duyusu yüksek olsa da diğer duyuları bunun aksiydi, gelişmemişti. Bir gün kendisine ait bir ten kokusunun olmadığını fark etti ve bu duruma çözüm bulmak için kendi kokusunu kendisi üretmeye karar verdi ve filme konu olan trajedi örgüsü böylece başlamış oldu. Patrick Süskind’in romanından beyazperdeye uyarlanan film, kokunun insan hayatı içinde ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Bazılarına iddialı gelse de gerçekte kokular insan hayatına yön verebilme gücüne sahiptir denilebilir ve hafıza ile sıkı ilişki içindedir. Bu durum “koku hafızası” olarak tanımlanır.
Etrafımızda bulunan her çeşit kokuyu, koku hafızamıza göre tanırız. Kokular, kendileri ile bağlantılı olarak geçmişte yaşanan bazı olayları, tanışılan kişileri, görülen yerleri hatırlatabilir. Mehmet Mazak da gezdiği şehirleri, sahip olduğu kokularıyla hafızasına kodlamış ve “Şehir Kokusu” ismiyle kitaplaştırmıştır.
Kitabında; portakal çiçeği kokusunun Adana, limon çiçeğinin Mersin, defne ve zahterin Hatay, taş kokusunun Mardin, gül kokusunun Isparta, mesir macununun Manisa, öğrenci kokusunun Eskişehir ve medeniyet kokusunun İstanbul’u anlattığını söylemektedir.(1)
Bu satırları okuyunca düşündüm de ne kadar doğru yazmış. Gezdiğim şehirler değilse de bazı kokular geçmişte bulunduğum mekânları hatırlatıyor bana. Örneğin; limon kolonyası kokusu çocukluğumdaki hastaneleri, yosun kokusu deniz korkumu, mum kokusu mütevazi doğum günlerimi, kına kokusu eski düğünleri, naftalin kokusu ise ananemin evini hatırlatıyor bana.
Erguvan Kokulu Şehir: İstanbul
İstanbul’u ayrı bir yere konumlandırarak kitabına başlar Mehmet Mazak. Dünyanın birçok yerindeki şehirden bahsetse de gönlünün sultanı İstanbul’dur. Nereye gitse hangi şehri görse yine İstanbul’dur rüyası. Erguvan ve ıhlamur kokan İstanbul…
“Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu,
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya.”
dizlerinin sahibi Turgut Uyar gibidir bir nebze.
İstanbul O’nun için gökkuşağının bütün renklerini, inançları, medeniyetleri barındıran aromatik bir kokuya sahiptir. Çarpık kentleşmiş, gökdelenlerle dolmuş, güç, iktidar, rant ve para kokan semtlerine rağmen bu aromatik koku bir mıknatıs gibi çeker kendisine Mazak’ı. Kendisi gibi İstanbul’a sevdalananlarıysa satırlarında anar, yad eder. Samiha Ayverdi, Edmondo Amicis, Amadeo Preziosi, Yahya Kemal Beyatlı gibi…(2)
Günümüz Şehirleri Toplanma Kampı mıdır?
Şehir ve insan ilişkisini bilinçli bir yaklaşımla ele alırsak; yaşanmaya değer, ilham alınası, yaşamdan zevkleri katre katre gönlümüze damlatan birçok değer görebiliriz. Bir şehri şehir yapan ve incelik katanların detaylarda gizli olduğunu görmek zor değildir.
Şehrin kimliğini oluşturan, bu gününün geçmişi üzerine kurulduğunu hatırlatan, ihtiva ettiklerini gün gibi açık eden değerleri vardır. Konya deyince Nasıl ki; Mevlana, Göynük deyince Akşemsettin, St. Petersburg deyince Dostoyevski ve Gogol, Paris deyince Balzac, Urfa deyince Balıklıgöl, Sakarya deyince balkabağı akla geliyorsa bu akla gelenlerin tümü şehrin geçmişi, hafızası, zenginliği ve şuurlu bir yaklaşıma mazhar olması gereken o aromatik kokunun katmanlarıdır.
Günümüzde şehirlerde yaşayanlar, yani şehirliler tüm bunların farkında mıdır? Örneğin İstanbul’da yaşayanlar Galata Kulesi’nin, İznik’te yaşayanlar surların, Divriği’de yaşayanlar Ulu Camii’nin neler fısıldadığını, varlığı ile şehre nasıl bir değer kattığının farkında mıdır? Hayat gailesi, yaşam koşuşturmacası, gelecek kaygısı vb. herkeste var ancak böylesine zenginliği olan şehirlerde yaşayanların bir farkındalık içinde olması gerekmez mi? Şehirli olmak bunu gerektirmez mi? Amma velakin bunun mümkün olmadığını bu varlıkların üzerine yazılan edepsiz yazılardan, mesken-mutfak rolü biçilmiş ateşlerin bıraktığı islerden, saygısızlığı had safhada dışa vuranların vücut ifrazatlarından arta kalan kesif kokulardan ve çöp ambarına dönüşmüş yığınlardan anlamak hiç de zor değil.
Mehmet Mazak tüm bunların farkındadır ve kitabında konuyu şu cümlelerle ele almıştır: “Günümüz şehirleri insanlığın toplama kampları gibi geliyor bana. Yaşadığımız şehirleri çölleştirmek, kültür ve medeniyet pınarlarını kurutmak, toplama kamplarındaki insan ihtiyaçlarını bile karşılamada zorlanılan yaşam alanları haline getiriyoruz. İnsanlık modern şehirlerde işin, aşın, sporun, kariyerin kölesi haline geliyor. Medeniyet değerlerine ve bu değerleri ortaya çıkaran şehri n kültür aktarıcı aktörlerine yabancılaşıyoruz.”(3)
Hayatı Eser, Eseri Hayat Haline Getirmek
Mehmet Mazak, eserini kalem alırken hayatını da o esere sığdırmış. Ülkemizden ve dünyanın çeşitli yerlerinden çok sayıda şehri anlatmış. Hayatı boyunca gezdiği-gördüğü yerleri ve hakkında yaptığı okumalarıyla hissettiklerini harmanlayarak bizlere aktarmış. Zaten tüm o içten anlatımlar, tasvirler, yerli yerince kullanılan özlü sözler, öznele seçilmiş mısralar yürekte hissetmeksizin yazılamaz ki.
Kitabın yazarının adı gizlenerek benden okumam istense tüm samimiyetimle derdim ki: ”Bu kitap bir kadın elinden çıkmış.” Öylesine narin, zarif ve kalbi tanımlar var ki, okurken çok defa aklımdan geçti bu yazdığım husus. Hatta bu ince ayrım kitaptaki başlıklarda dahi hayat bulmuş. “Hatıralarımda Beni Büyüten Şehir”, “Mazisinin Gölgesinde Kalan Şehir”, “Osmanlı’nın Nazlı Şehri”, “Balkanların Şiir Şehri”, “Aşkın ve Şehirlerin Yücesi”, “Taşın Ahşap İle Raks Ettiği Köy”, “Ruhun Aklın ve Gönlün Dinginleştiği Mekân” ve “Kaya Doruğu Ülkesi” gibi betimlemeler içeren bölüm başlıkları sadece birkaçı.
Şimdi bir düşünelim, bir şehri tanımlamak için böylesine naif ifadelerle başlıklar yazan birinin hayata bakışını, doğaya olan sevgisini, çocuklara ve kadınlara verdiği değeri, geçmiş özlemiyle eldekinin zarar görmesinden ve sonraki sahiplerine aldığı gibi aktaramayacak olma ihtimalinin doğurduğu gelecek kaygısının seviyesini… Kitabının bölümlerine böylesi başlıklar seçen biri ne canlıya ne cansıza zarar verebilir mi? Verene seyirci kalabilir mi? Böyle başlıkları yazan biri bence sararmışa hayat aşısı, yeni ekilmişe can suyu olur.
Yazarın cümlelerine konu ettiği şehirlerin bazılarına gittim bazılarınaysa henüz gitme fırsatım olmadı. “Şehir Kokusu”, o şehirlere gittiğinde rehberim olacak. Ancak kitapla yer alan üç şehir var ki, onlara ayrıla sayfaları okumaya doyamadım. Bu şehirler; Ohri, Ülgün ve Prizren’dir.
O bölümleri okudum, bir daha okudum hatta bir defa daha okudum. Sanırım ki çok özlemişim oraları. Okudukça tekrar göresim geldi. Yazarın gözüyle bir daha bakasım geldi. Kokusunu ciğerlerime çekesim geldi. Cennetten düşen bir inci gibi berrak Ohri Gölü canlandı gözümde. Prizren’deki Halveti Teknesi’nin uhrevi ve dingin havasını almak istedim. Ülgün Kalesi’nden Adriyatik üzerinde batan güneşi izleyesim var. Ne de olsa kanımda Balkan göçmenliği, serde ikinci vatanım var.
Sonuç
Demem o ki; okurken çok keyif aldığım bir kitap oldu Mehmet Mazak’ın “Şehir Kokusu” adlı kitabı. Ne güzel bir konu seçmiş yazmak için. İlgilendim, bilgilendim… Kültür ekilerek tarih biçilen bir kitap olmuş. Medeniyet çeşmesinden akan bir sevinç mi hüzün mü olduğuna karar veremediğim bir katre gibi. Çünkü okurken tüm bu değerlere sahip çıkılamama ihtimali çuvala doldurulup sırtıma yüklendi sanki. Ancak iyi düşünelim iyi olsun, iyi bir nesil yetiştirelim ki bizim de bu dünyaya bıraktığımız mirasımız olan bu nesil, hazinemizi koruyan kollayan, yüzünü güneşe dönüp çiçek açtıran bir nesil olsun.
Güzel gören güzel düşünür denir. Mehmet Mazak’ın yıllarını vakfettiği, kafa yorduğu, emek verdiği “şehirler” ve “şehirciliğe dair kaleme aldığı her şey” evvelidir ve ahiri olacak gibidir. Ne diyelim; var olsun… Yazsın, yazsın, yazsın… Bizler okumak için buradayız.
Mehmet Mazak
Şehir Kokusu
Yeditepe Yayınları
216 sayfa
(1)syf:15
(2) syf:18-19-21
(3)syf:22
Yazar: Necla DURSUN - Yayın Tarihi: 23.07.2020 10:00 - Güncelleme Tarihi: 17.07.2020 15:46
Tespitler güzel.