Sahafiye3: Mabetsiz Şehir
Cumhuriyetin ilanı ve akabinde girişilen devrimlerin neyi devirmeye yönelik olduğu o zamanlar tam anlaşılmamış bir realitedir. Bu anlaşılamama meselesi yapanların da bir tercihidir, değişim ve dönüşümün toplum tarafından net görülememesi için iletişim yolları bir tür toz bulutuyla kapatılmış, özgür yayın yapma imkânının önü kolluk tarafından kapatılmıştır. Tek yönlü yayınlar ve manipülatif etkiler de tam olarak çare olamamış, o devrimleri insanların çoğunluğu bir türlü kabullenememiştir. Bunun üzerine tonlarca yazı ve kitap yazılmıştır. Neticede öyle ya da böyle bir realite ve sosyal olgu olarak hayatın içinde yerini alır devrimler. Ancak devrimleri yapan ekibin tasarladığı ama karşı çıkanların pek göremediği gerçekler de vardır. Çünkü devrimlerle devirilip yok edilen şey ne saltanat ne de hilafetti. Topyekûn bir sistem-zihniyetti yok edilen. Bunu kendilerine bir saldırı olarak algıladılar. Oysa kendilerine değil zihniyetlerine karşıydı devrim. Tabi bu tam bir asırlık sancılı bir süreç oldu. Bu bağlamda yazılan ve artık sahafiye olan dolayısıyla değerini yitirmeyen bir kitabı yazıya mevzu edeceğim: Osman Yüksel Serdengeçti'nin "Mabetsiz Şehir" adlı kitabı. Kitap "Serdengeçti Neşriyat" yayını. Yazar kitabın hikâyesini anlatıyor. Biraz çetrefilli bu hikâye. "Bu Kitap" adlı giriş-sunuş yazısının altındaki tarih 1949. Baskı sayısı yazmıyor. Kuvvetle muhtemel ilk baskı. Ha bende ne arıyor? Bu kitabı Bursa'da bir sahaftan alıştım. Söz buraya gelmişken Bursa'nın sahaflık meselesini çok ciddiye aldığını, sosyal medyada ve dükkânlarında tıpkı İstanbul'da olduğu gibi kitap mezatları yaptığı notunu iliştireyim buraya.
"Mabetsiz Şehir adlı bu kitapla ilgili ilk olarak genel bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bu kitap, cumhuriyet Ankara'sına yapılan bir tarizdir. Kitapta yer alan yazılar 1949 ve sonrasında yaşananları anlatıyor. Yaşanan siyasi gerilim ve çalkantılar, tek parti diktasından çok partili hayata geçişle beraber yaşanan değişen ve değişmeyen şeyler dönemin en ünlü kalemlerinden biri olan Osman Yüksel Serdengeçti tarafından masaya yatırılıyor. Osman Yüksel Serdengeçti'nin bizzat yaşadığı olayların da içinde olduğu ilk elden şahitliklere dayanan yazılar bunlar. Osman Yüksel'in anılarından oluşan bir silsile okuyormuş hissi veriyor kitap. Belki bundan olacak çok hızlı okunuyor. Bir de o derece büyük ve ileri hamakatlar var ki anlatılan "gerçekten bu da mı yaşanmış" denecek sayfalar oluyor."
En fazla öne çıkan şey onun keskin ifadelerle yaptığı eleştiriler. Bu yazılarda toplumdaki ve sistemdeki çarpıklıkların en üst perdeden nasıl eleştirildiğini görüyor ve benzer durumların başka zamanlarda da nasıl eleştirilebileceğine dair ipucu alabiliriz. Özellikle dikkat çekmek istediğim metinler 3 Mayıs olayları ve Mareşal Fevzi Çakmak'ın ölümü ve defnedilmesine kadar yaşanan olaylarla ilgili bölümlerdir.
Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan devrimlerin halkta açtığı yaralardan biri de sosyal hayatın ciddi değişimlere uğraması bu değişimler için sistem-rejimin zorlamalarıdır. Buradaki amaç da istenen yaşantı şeklinin doğal süreçle oluşmasının beklenmesi halinde uzun yıllar alacak olmasıdır. Rejimin isteği anlaşılınca biraz da zorlamayla (birkaç bombalama –Rize- ve yeter miktar idam –İskilipli Atıf-) toplumun makul kesimleri sesini çıkamaz hale gelmiştir. Önde gelen fikir ve sanat adamları da (N. Fazıl, N. Hikmet, Kemal Tahir, S. Ali vb.) değişik vesilelerle mahkûm edilince ortamın süt liman olacağı düşünülmüş olmalıdır. Ancak bütün bunların Anadolu insanında oluşturduğu tahribat ve bıraktığı dini boşluk toplumda büyük bir ahlaki çöküşe sebep olmuştur. Osman Yüksel devrimlerin ürettiği ahlaki çöküşe tanıklık eden ve kayıtsız kalamayan bir genç yazardır. Yaşananları bütün sadeliğiyle ve korkusuzca kaleme alma cesaretini göstermiştir.
Kitabın girişinde bu kitabın macerasıyla ilgili önemli şeyler söylüyor yazar. Bir kısmına bakalım: "Bu kitabın başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi. Bu kitabı eline alan okuyucu şaşıp kalacak? Bu ne biçim baskı, bu formalar neden buruşuk ve kirli. Serdengeçti'nin kendisi perişan, düzensiz olsa da kitaplan, temiz ve düzenli idi. Bu ne hal!.. Yangından mı çıkmış bunlar, sel ağzından mı kurtarılmış? Diyecekler... Haklısınız, hakkınız var muhterem okuyucularım. Evet, bu kitap, felaket sellerinin her devirde başımıza yağan, sellerin, yıldırımların yangınların içinden alınmış, kurtarılmıştır. Macerasını kısaca anlatalım: Malatya hadisesini biliyorsunuz. 1952 senesinin sonunda Malatya'da Hüseyin Üzmez isminde bir lise talebesi, Vatan Gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman'a bir kurşun atmış, bu hadise üzerine, gazeteler pireyi deve, biri bin yaparak, bir kızılca kıyamet koparmışlardı. Her Allah'ın günü yüzlerce kişinin yaralandığı, öldürüldüğü şu garip memlekette bu hadise alabildiğine şumullendirilmiş, bu basit hareket siyasi irtica, teşkilatlı bir hareket olarak peşinen kabul edilmiş ve zamanın iktidarı gazete ve gazetecilerin tesiri altında, o istikamette düşünmeye hareket etmeye icbar edilmişti. Her hadiseden bir din ve mukaddesat düşmanlığı çıkarmasını bilen, malum ve mahut gazetelerin yarattığı bu havanın tesiri altında bizim idarehanemizde de iki defa arama ve tarama yapılmış fakat bir şey bulunamamıştı. Bir sabah erken, büyük ağabeyim aynı zamanda bana yatakhanelik vazifesini de gören idarehaneme, hayretle karışık bir heyecanla girdi. Beni sanki yeni tanıyormuş gibi yüzüme bakarak, yahu dedi, senin tevkif edildiğini yazıyormuş gazeteler... Bizim odacının oğlu falan gazetede çalışıyormuş o söylemiş babasına. O da bana söyledi."
Kitabın 14. Baskısı vesilesiyle yayıncı Türk Edebiyatı Vakfı kitaptan bir bölüm kullanmış tanıtım için. Bu bölüm de şöyle:
"Asrımızın Faciası, hiç şüphesiz bir takım insanlara ifratla bağlanmak, onlara tapmak, onları ilahlaştırmaktan ileri geliyor. Yirminci asır diktatörlerinin peşinde koşan, onlara kayıtsız şartsız inanan insan sürüleri bugünün felaketini hazırladılar. Biz yaptık, biz yarattık, biz her şeye hâkimiz diyenlerin hali bugün gözlerimizin önündedir. İşte Hitler, işte Mussolini ve işte güneş imparatorluğu, Japonların Allah'ı... Kimlerin önünde diz çöktüler! Gördük; daha neler göreceğiz. Çünkü dünya henüz yarı ilahlardan kurtulmamıştır."
Osman Yüksel sadece tek parti döneminin zorluklarını yaşamakla kalmamış Menderes zamanında da sürekli takip altında tutulmuş, tutuklanmış, cezaevlerinde yatmış bir yazar. Hatta Adnan Menderes'i de tek parti dönemindeki zulümlere ses çıkarmamakla, kendi yazılarını meydanlarda halka okuyarak iktidara gelip sonra yazılarını meydanlarda okuduğu kişilere chp gibi zulmetmekle suçlamıştır. O, dp dönemini de tek parti döneminin devamını gibi değerlendirmektedir. Chp döneminde yetiştirilen kuşağın bazı özelliklerini sıralayarak profilini çıkarır yazar: "Onlar mazisinden bîhaber istikbâline karşı lâkayt; âilesiz, gâilesiz, yalnız kendilerini alkışlayan kendilerine tapan bir gençlik yetiştirmek istediler. Ezel ve ebediyeti kucaklayan, diğerkâmlığa, sevgiye, aşka, fedâ-i nefse dayanan yüksek bir hayat felsefesi yerine, dar, mahdûd, hodbin, muvakkat, 24 saatlik bir dünya görüşü getirdiler!"
Serdengeçti, Mabetsiz Şehir kitabında yetiştirilen yukarıda profilini verdiği gençliğe karşı kendi yaptıklarını da kitabın değişik yerlerinde dağınık şekilde anlatır. Adeta rejimin yetiştirdiği kuşağa bir alternatif olmaya, diğerinin profilini göstermeye çalışmaktadır. Kendisi coşkulu, nüktedan bir fikir ve aksiyon adamıdır. Bu durumuna bir açılım yapalım: 1965-69 döneminde adalet partisi Antalya milletvekili olur. Bu dönemde davasını anlatmak için yaptığı sert söylemleri sebebiyle ihraç edilmiştir. Kravat takmadığı için TBMM'den uyarı alır. Hatta bu yüzden 'kravatsız vekil' lakabı alır. İkazları dikkate almaz tabiatıyla. Sonuçta TBMM genel kuruluna girişi yasaklanır. Serdengeçti, bu defa kravatı beline bağlayıp TBMM'ye girer. Kravatı yakasına takması istenince de: "Kanunda nereye takılacağı belli değil. İstediğim gibi takarım." sözleriyle karşılık verir. Mukaddesatçı özelliği bilinen Serdengeçti; CHP'nin din düşmanlığından, ahlâk ve mukaddesat düşmanlığından, gençleri neyi aşılamak istediğini çeşitli örnekler verir kitapta. Üniversitede yıllarında 'Çanakkale Zaferi'ni kutlamak, millet için canlarından geçen şehitleri anmak için program yapmak istediğinde, önüne Ankara Üniversitesi DTCF Türkoloji'de kendisine "Tahtakale günü mü yapacaksınız? Vatan için ölmüşler, bir sürü zavallı budalalar…" cevabı verildiğini anlatır. Ayrıca DTCF'de öğrenci ve akademisyenlerin ahlâksızlıklarını açıkça anlatır. CHP'nin Ankara Altındağ'da bir ağaca verdiği değeri Anadolu'ya vermediğini aktarır. Akademisyenlerin Anadolu'ya giderek solculuk yaptıklarını ama Anadolu halkının muhteşem cevaplarıyla geri döndüklerini dile getirir. Dinden, ahlâktan uzak, içkici, âlemci siyasi ve eğitimcileri; gençlik ve millet idealinin kaynağının Batı değil; kendi millî değerlerimiz olduğunun altını çizer.
Osman Yüksel'in nasıl bir Serdengeçti olduğu milli çevrelerde efsane gibi anlatıldı yıllarca. Kitaplarını da okumak şart. Hatta sizlere Üstat Sezai Karakoç'un Hatıralar eserinin 2. Cildini bu bağlamda tavsiye ederim. Necip Fazıl ekseninde Osman Yüksel anlatımıyla karşılaşacaksınız. Necip Fazıl'la Osman Yüksel'in dostluğunun farklı varyantlarını ilk elden görmüş olacaksınız. Onun kitapta kullandığı ve günümüzde aforizma niteliğine kavuşmuş bazı cümlelerini de paylaşmak istiyorum:
"Uçurumun kenarındayız. Namuslu, şerefli bir şekilde yaşamak istiyorsak, mesut aile yuvaları kurmak istiyorsak, her şeyden evvel kadın meselesini ele almak zorundayız." (Sayfa 71)
"Bugünün en Medenî, en mütekâmil milletleri hep geçmişlerini saya saya, mazilerini tetkik ede ede ilerlemişler; kökten sürmüşlerdir. Halbuki bunlar her şeyi inkar ettiler eski nesille yeni nesil arasına nifaklar soktular. Babalarla çocuklarını birbirine düşman yaptılar. Kadınlara rastgele birdenbire geniş hürriyetler verdiler. Böylece cemiyetin nüvesi olan aile müessesesini ta kökünden sarstılar. Komünizmin gelişeceği zemini kendi elleriyle hazırladılar." (Sayfa 83)
"Bir santim yükselmek için bir metre eğilen başlar, baş olmaktan çıksın."(Sayfa 140)
"Allah'tan korkmayan bu adamlar, Allah diyenlerden, Allah'a inananlardan neden korktular acaba?" (Sayfa 179).
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 07.03.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 09.03.2024 15:46