Sahibinden Satılık Hikâye

Soğuk ve uzun kış gecelerinde, üç odalı evin tek soba yanan salonunda otururduk. Babam işten döndükten sonra akşam yemeğine kadar biraz kestirir, sonrasında yemek ve çay faslına geçilirdi. O yaşlarda anlam veremediğim ve kızdığım bir şey vardı ki babam, televizyonu sobasız odaya kurdurmuştu. Tüm eş, dost, akrabaların çanak antene geçtiği dönemde babam bu duruma direnmiş ve TV üstü antenle uzun yıllar geçirmiştik.
Televizyonda sadece TRT kanalları çekiyor, dolayısıyla diğer arkadaşlarımın mahallede, okulda anlattığı popüler hiçbir diziyi takip edememiş olmanın burukluğunu yaşıyordum. TRT kanallarıyla o kadar içli dışlı olmuştum ki dizilerin jeneriğinde geçen tüm oyuncu, yönetmen ve asistanların adlarını ezberlemiştim. Babam için TV karşısında fazla geçirilen her süre zararlı ve gereksizdi.
Elektriğin sık sık gittiği, suyun ise devamlı kesik olduğu güneydoğunun taşra kazasında zaman çok yavaş akıyor ve biz zamanı değerlendirecek şeyler bulmayı da babam sayesinde öğreniyorduk. Çünkü babam soğuk ve uzun geçen kış gecelerinde hayatımdan izleri hiç silinmeyecek, kişiliğimin oluşmasında da büyük etkisi olan düzenli bir şey yapıyordu. Geceleri tüm abilerimi ve annemi sobanın başına toplayıp, çay ve meyve eşliğinde kitaplar okuyup hikâyeler anlatıyordu. Kimi zaman cenkname, kimi zaman peygamber hayatı, kimi zaman tezkire, kimin zaman kıssadan hisse diyebileceğimiz çok özel hikâyeler.
Babam çok iyi bir anlatıcıydı, anlatırken sesi titriyor, bazı yerlerde anlatmayı bırakıp dolan gözlerini temizliyordu. Ben o zamanlar büyülenmiş gibi onu izliyor, heyecanla hikâyenin devamını bekliyordum. Babam yarıda kestiği hikâyeleri en büyük abimden başlayarak sırayla okutuyor, bir yandan da portakal kabuklarına elindeki bıçakla şekiller veriyordu.
Aradan geçen onca zamana rağmen hafızamda tazecik duran bu anının bende uyandırdığı hisleri neden döküyorum? Çünkü bana huzurun resmini çiz deseler, çizebileceğim anlardan biri de bu resim olurdu. Babamın gözlüğünün altından beş oğluna gizlice attığı gururlu bakış, annemin ellerinde ördüğü kışlık yün çoraba eşlik eden mutluluğu, sobanın çatırdayışı, çay kaşığının bardağa değen sesi, yavaşlayan ancak nasıl geçtiğini anlamadığımız zamanlar…
Evet, babam gitti; anları, hatıraları, hikâyeleri kaldı. Bir de modern zamanlarda ondan kalan hislere yabancı, tatsız, anlamsız bir yaşayış. Kendimize ait hikâyeleri kaybettiğimiz, artık bir hikâyemizin bile olamayışının burukluğu yayılıyor zihnimde. Onca imkânsızlığın içinde yaşadığımız hazzın, tüm imkânları elinde bulunan bizler için çok uzak olduğunu gördükçe ters giden bir şeylerin olduğunu da fark edebiliyorum. Evet, insanlar hikâyelerini kaybetti. Artık yapay besleniyor, yapay yaşıyor ve kendimizin olmayan hikâyelerin peşinde ömür tüketiyoruz.
"Dünyanın büyüsü gitgide bozulmaktadır. Efsanevi ateş çoktan söndü. Artık nasıl dua edeceğimizi bilmiyoruz ne de gizli gizli tefekküre dalıyoruz.(53) Hikâye anlatmak iyileştiricidir, şifa verir çünkü derin bir rahatlama ve temel güven yaratır. Anlatıcının eli gerginliği yumuşatır tıkanıkları açar ve katılaşmaları serbest bırakır.(67)"
Anlatarak hislerimizi boşalttığımız, anlatarak çoğaldığımız ve varlığımıza anlam kattığımız bir dönemin ardından, yeterince anlamsızlaşmış hayatları kendimize ömür diye dayatmış durumdayız. Kendimizi suçlayarak çözüme ulaşamadığımız, suçluyu bizden gayrı herkes de aradığımız bu bozuk devrin içerisinde; sükun veren sözlere, derin yaşanmışlıklara, hiç konuşmadan bilhassa dinlemeye o kadar çok ihtiyaç duyuyoruz ki! Herkesin bin bir ağızla haykırma yarışına girdiği ancak içi boş ve bağlamı olmayan bir sürü tantana içerisinde, şifalı, ruhumuza iyi gelen, bize insan olduğumuzu tekrar hatırlatan derin hikâyelerin yerini maalesef artık içi kof sloganlarla dolu storyler aldı. "Anlatılarla ilgili mevcut tantanaya ve reklam furyasına rağmen, anlatı-sonrası bir çağda yaşıyoruz.(10)"
Bünyemiz uzun zamandır hazır olanı tüketmeye alıştı. Hazır yemek, hazır giyim, hazır bilgi gibi anlatılar da önceden kurgulanmış, içi boşaltılmış, kısa ve vurucu anlardan ibaret artık. "Anlatılar bir topluluk yaratır. Buna karşı storytelling yalnızca geçici bir toplum ortaya çıkarır. Toplum tüketicidir. Tüketiciler yalnızdır. Story tüketilebilir formda anlatılar üretir. Ürünlere duygu yükler. Benzersiz deneyimler vadeder. Anlatıları ve duyguları satın alır, satar, tüketiriz. (11)" Evet, her şeyin alınır ve satılır olanına odaklanan günümüz insanı artık hikâyelerini de satılabilirlik, beğenilebilirlik üzerine kurarak, kendi senaryosunu elleriyle yazdığı bir oyunun figüranı olmayı seçti.
Enformasyonun, gerçeği ve hakikati tamamen yerinden ettiği, doğrunun ve hakikatin taliplisinin az olduğu günümüzde, yalan ve kurgulanmış hikâyelerinin kahramanlarının sahnenin önünde boy gösteriyor olması da bundan. Yalan hayatlar ve satılık hikâyelerle dolu vitrin dünyasında, insanların gerçek hikâyelerin değil de etkileşim peşinde koşacak anlık hazların peşine vermeleri yine bundan.
"Okurlarım açısından Latin Mahallesindeki bir tavan arası yangını Madrid'deki bir devrimden daha önemlidir. Buna göre en iyi işitilen şeyler artık uzaktan gelen istihbarat değil, en yakınındakine tutamak sağlayan enformasyon olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyar.(15)"
"Modern zaman insanı dokunduğu, yapmaya çalıştığı ve üretim adını verdiği her şeyde bilhassa kendini ve anlam yolculuğunu tüketmektedir. Yazdığı ve rol olarak oynadığı hikâyelerin bir alıcısı var mı diye baktığı için de asıl anlatıya bir türlü ulaşamaz. "Benjamin'e göre bir öykü kendini tüketmez. Enerjisini korur yoğunlaştırır ve uzun bir süre sonra bile onu serbest bırakabilir. Enformasyon ise kısa süreliğine geçerliliğini korur. (18)"
Uzun zamandır canımın çok az sıkıldığını fark ediyorum. Günlerce, bazen haftalarca devam eden can sıkıntımın yerini, anlamsız nereye gittiği belli olmayan meşguliyetler almış. Bu meşguliyetlerin nihai bir amacının olmadığını da görebiliyorum. Görsel, işitsel, algısal birçok uyarıcının hücum ettiği zihnim, buna adaptasyonu boş vererek sağlamış. Boş veriyorum, sokakta acısını gördüğüm bir düşkünü, boş veriyorum amansız acılarla ve parçalanmış çocuk cesetleriyle dolu, yanı başımızdaki zulmü… Moronlaşmış ve sağırlaşmış bir iradeye sebep olan şeyin, can sıkıntısıyla ters orantılı olduğunu ne yazık ki yine canım biraz daha fazla sıkıldığında fark edebiliyorum.
Anlatmak da aslında bir can sıkıntısının sonucu. Canı epey sıkılan insan, can sıkıntısını paylaşacağı birini arıyor. "Hikâye anlatmak bir gevşeme hali gerektirir. Benjamin'e göre zihinsel gevşemenin doruğu can sıkıntısıdır. Anlatmak ve dinlenmek birbirini besler. Anlatı topluluğu dikkatli dinleyicilerden oluşan bir topluluktur.(19)" Belki de önemli eksikliklerimizden biridir, anlatacağımız şeylerden önce anlatacak şeyleri olanları dinlemek. Nitekim daha az dinliyor, daha az dikkat ediyor ve daha az susuyoruz.
"Can sıkıntısının ortaya çıkmasına izin vermeyen günümüz hiperaktive durumunda asla derin zihinsel gevşeme durumuna ulaşamayız. Enformasyon tsunamisi algı aygıtımızın sürekli uyarıldığı anlamına gelir. Tefekküre dalmayı imkânsızlaştırır. Dikkati parçalar. (20"
Tüm insanların birbirine benzediği, aynı sesle konuştuğu aynı şeyleri söylediği bir aynılık cehenneminde hakikati ve asıl hikâyeyi arıyoruz. Artık insanlar bir şeyler anlatmıyor, kendilerini pazarlayan, teşhir eden, biraz daha göz önünde bulunmayı sağlayacak hezeyanlar sıralıyor. "Nereye gitti bütün bunlar? Hala adamakıllı bir şeyler anlatacak insanlara rastlanabiliyor mu? Kuşaktan kuşağa aktarılan dayanıklı sözler nerede? Bir atasözü kimin yardımına koşuyor. (23)"Hayat artık anlatılmıyorsa, bilgelik bozulur yerini sorun çözme teknikleri alır. Bilgelik anlatılabilen hakikattir. (s.24)"
Değişti, değişimin kendisi dâhil değişmeyen ne varsa. Üstü örtülen, saklanan ne varsa artık alelede ortada. Pahalı panjurlar ve pahalı perdelerle örtülen evlerin duvarları camdan. Herkesin her şeyini biliyor ama herkes ve her şeyden uzakta yalıtılmış bir yalnızlık çekiyoruz. Birbirimizin neler yediğini, hangi marka kıyafetler giydiğini, hangi lüks mekânlarda cafcaflı tatlılar yediğini bilirken, üç beş kelimeyi geçmeyen sığ muhabbetlerle camdan evlerimize geri dönüyoruz. Görünmeyi ve duyulmayı istiyoruz. Bu yüzden iyiliği bile göz önünde yaparak insanlığımızın da deri ve kemikten değil camdan olduğunu tüm dünyaya haykırıyoruz. "Camda hiçbir şeyin tutunamaması öylesine sert ve pürüzsüz bir malzeme olması boşuna değil. Aynı zamanda soğuk ve tarafsız. Camdan nesnelerin aurası yoktur. Cam zaten gizemin düşmanıdır. (26)"
Hikâye anlatıcılığı da artık esas itibarıyla bir ticaret ve tüketim meselesidir. Artık kendimizi hiçbir şeye adamıyoruz. Sürekli bir şeyler yapma zahmetine katlanıyoruz. Güncelliğe mecburiyet hayatımızı istikrarsızlaştırır. Geçmişin artık şimdi üzerinde bir etkisi yok. Gelecek daralır. Gelecek anlatı ile açılır. Çünkü anlatı bize umut verir. (s.28) İnstagram ve facebook gibi dijital platformlarda hikâyeler gerçek değildir. Anlatısal süreleri yoktur. Aksine bize hiçbir şey anlatmayan anlık izlenimlerdir. Sosyal medya geçicilik hissi vererek daha fazla tüketilmek ister. Selfiler anlık fotoğraflardır Tek dertleri o andır."
Bu anlamsız kara döngüyü kıracak gücün yine insanda saklı olduğunu bilmeliyiz. Önce kendimize dönmeli sonra kendimizden dönmeliyiz. Varlığımızı mutlak sebebini anladıktan sonra diğer varlıkların değerini de anlayacak, biriktirdiğimiz hikâyeleri kulaktan kulağa fısıldayacağız. Anlattıkça rahatlayacak, dinledikçe ortak bir sesin dünyayı kurtarabileceğine olan inancımızı tazeleyeceğiz.
"Artık birbirimize hikâyeler anlatmıyoruz. Bunun yerine durmadan aşırı ölçüde iletişim kuruyoruz. Gönderiyor paylaşıyor ve beğeniyoruz. İletişimsizlik topluluk yerini topluluksuz iletişime bırakıyor. Herkesin kendine tapındığı kendi kendisinin rahibi olduğu tribünlere oynadığı kendine oynadığı kendini ürettiği performans sergilediği yerde istikrarlı bir topluluk oluşamaz.(74)"
Anlatının Krizi
Byung - Chul Han
Ketebe Yayınları
2.Baskı, 2024
81 Sayfa
Yazar: Enes CAN - Yayın Tarihi: 02.05.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 27.04.2025 23:44