Şairler Geçidi: Ahmet Tepe ile Konuştuk
Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Kitap Haber'i hayranlıkla takip ediyorum. Edebiyat, özelde şiir için güzel çalışmalar yapıyorsunuz. Bütün edebiyatseverlerin ve okurların size teşekkür borcu olduğunu buradan söylemek istiyorum. Soruya gelince; aslında bu soruya vereceğimiz cevap şiirimizin içeriği hakkında da bir ipucu veriyor. Çünkü kendimizi yazıyoruz, "yaşantı" bize ait. Yalnız şu da var, insanın kendi aynası size karşı dürüst olmayabiliyor. Yani ne, nasıl, kim olduğumuz konusunda size bir şey söylemiyor. Demem o ki şu güne kadar kendim için kendime ait bir tanımım olmadı. Ama başkalarının "iyi bir insan" olduğum konusunda hemfikir olduklarını da biliyorum. Rahmetli Sezai Karakoç "ama Müslümanız" demişti, bütün şartlar altında dosdoğru olmak adına. Sezai Ağabey'e katılmamak mümkün değil. Yaşadıklarınız hayatın belirli dönemlerinde sizi farklı davranış biçimlerine zorlasa da iyi olmaktan başka çaremiz olmadığını biliyorum.
Şiir yazma biçiminizi anlatır mısınız? Şiirin mutfağı sizde nasıldır?
Şiirin bir yazma biçimi var mı bilmiyorum. Bence her şairin yazma şekli ve beslendiği mutfağı farklıdır. Kolay yazan biri olmadım hiçbir zaman. Yazdığım bütün şiirlerde büyük bir emek var. İlla ki Allah'ın ikramı da (ilham) oluyor yazarken. Yalnız bendeki hiçbir şiirin tamamı ilhamla yazılmış değildir. Kimi zaman bir mısra oluyor bu kimi zaman beş mısra o dünyadan süzülüp gelen… Gerisi büyük bir işçilik... Bende böyle… Şiirde acele ettiğiniz zaman bu size pişmanlık olarak geri dönüyor. Bundandır ki "aceleciliği" şiir hayatımdan çıkardım. Sabırla kelime avına çıkarım. Şiir yazacak kimse şunu bilmelidir derim: Her kelime şiir olamaz. Dolayısıyla kelime seçmek hassaslık gerektiriyor. Ne zamanki "şimdi oturup şiir yazabilirim/yapabilirim" duygusu/düşüncesi bende hasıl olur beni rahatsız eder ya da ettiğini hissedersem oturup şiir yapmaya başlarım. Şöyle ki çarpıcı fikirleri olduğunu ancak bunları şiire dökmeyi bir türlü başaramadığını belirten ressam Degas'a cevaben Fransız şair Mallarme'nin söylediği "Şiir fikirlerle değil kelimelerle yazılır/yapılır," sözünü de hatırlatalım bu vesileyle.
Günümüz şiirlerinin sorunları nelerdir? Çözüm ne olabilir? Şiirimizin bugünkü durumu hakkında neler dersiniz?
Modern bir çağda yaşıyoruz. Her çağın kendine göre zorlukları/sorunları vardır ve olacaktır. Bu biraz da yaşadığın çağı anlamak ve yorumlamakla ilgili bir şey… Her çağda insan çıkmazlara girmiştir. Turgut Uyar vakti zamanında konuyla ilgili şiirin insanla ilişkisini çok açık biçimde dile getirmiş meselenin anlaşılmasında bize önemli bir kaynak olmuştur: "Bütün şiir yazanlara, edebiyat yazanlara hatırlatmak gerekir: Şiir çıkmazdadır. Çünkü insan çıkmazdadır, sorunlar çıkmazdadır. Toplum değişiyor, insan değişiyor, insanın yeri değişiyor, insanın ilişkileri ve sorunları değişiyor... Şiirin en azından artık bir avunma, oyalanma değil, bir saptama, belki bir önerme olduğu anlaşılıyor." (Uyar 1985, 154).
Bir de şöyle bir sorun var; şimdi herkes kendi şiirini yazıyor. Bu durum ister istemez şiirin akış yolunu değiştiriyor. Şiir eski gücünde değil. Şiir yıkmak isterse yıkardı eskiden, yapmak isterse yapar, kurmak isterse kurardı. Şimdi durum öyle mi? Duyarsız, etki gücü düşük şiirlerle yazıyoruz/yaşıyoruz. Bu insan/insanlık için iyi bir şey değil. Şiirde irtifa kaybı da var. Zirve diye bir şey kalmadı şiirde. Gerçeklikten/gerçekliklerden uzak yaşıyoruz maalesef. Yazdığımız şiirlerin insanda karşılık bulması lazım. Çünkü şiir sadece insan içindir.
Dergi takip ediyor musunuz? Hangi dergilerde yazdınız/yazıyorsunuz? Dergilerdeki şiirler üzerine neler söylersiniz?
Dergileri takip ediyorum. Dergilerin tamamına ulaşmak imkânsız olduğu gibi tamamını okumak da imkânsız gibi bir şey… Karatahta vardı (şimdi çıkmıyor) orada başlamıştım. Sonra sırasıyla Yedi iklim, Temmuz, Hece ve Yitiksöz dergilerinde şiirlerim yayımlandı. Şöyle ki şimdi herkes her dergide görünebiliyor. Geçmişte de çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Hassasiyetlerimiz var buna kimsenin bir şey söylediği yok ama bu hassasiyetlerimize karşı olan hassaslığımız kalmadı. Bunu şunun için söylüyorum; şiirini beğendiğim, beklediğim şairleri nerede yani hangi dergide bulacağım konusunda sıkıntılarım oluyor. Bu yüzden epey bir dergi karıştırmam gerekiyor. Bunu her zaman başaramıyorum. İyi şair ve iyi şiir bulmak neyse ki mümkün…
Hikâye / öykü türü günümüzün popüler edebiyat türleri arasında. Şiire ilginin az olduğunu düşünüyor musunuz? Evet ise neden?
Garip akımıyla birlikte şiirde bir atılım gerçekleşmişti. İkinci yeni ile birlikte şiir altın çağını yaşadı. O dönemde öykü ilgi fakiriydi. Yani şimdi şiir için söylenenler o gün öykü türü için söyleniyordu. Şayet bir durum tespiti yapılıyorsa demek ki bir sıçrama vakti gelmiş demektir. Ve o sıçrama mutlaka olacaktır. Ben böyle bir sıçrama bekliyorum şiirde. Ama altını çizerek şunu da söylemek isterim şiir popüler bir tür olsun istemem. Böyle bir şey şiir için iyi olmaz. Şiire ya da öyküye ilgi dönem dönem artabilir ya da azalabilir. Bu toplumun talebi ile alakalı bir durum. Yazdıklarımız çağımız insanında ne kadar karşılık bulabiliyor? Şiirde ya da öyküde imajlarımız, imgelerimiz ya da şiir dilimiz okuru ne kadar ilgilendiriyor? Twitter, Facebook, İnstagram ya da Tik Tok çağ insanı için daha cazip ve eğlenceli değil mi? Günümüz çocukları daha çok eğlence kültürü ile yetişiyor. Şiir ise eğlenceyi asla sevmez. Çağımızda bu kadar at koşturacak alan varken çağ insanı ne yapsın şiiri. Böyle de bakılabilir duruma…
Şiir sadece bireysel bir düşünüşün eseri mi yoksa toplumsal olay ve olgular da aynı oranda etkili midir?
Şiiri anlamada en önemli ölçüt insanın toplum içindeki yaşamıdır. Tarihin hiçbir döneminde bir şair toplumsal olaylardan ve olgulardan bağımsız yaşamamıştır. Yukarıda bir sorunun cevabında da demiştim, şiirin gerektiğinde yıkan, kuran, yapan bir gücü vardır. Hal böyleyken bir şiir nasıl sadece bireysel bir düşünüşün eseri olabilir. Dilthey, yaşama deneyiminin şair ve şiirle nasıl bir ilişki içinde olduğu bağlamında şunları yazar: "…bütün sahih şiirlerin alt katmanı yaşanmış ve yanaşan tecrübeler ile onunla ilişkiye giren psişik bileşenlerdir. Harici imajlar ancak böylesi bir ilişki aracılığıyla dolaylı olarak şairin yaratıcılığı için gereç olabilir" (Dilthey, 1985: 135).
Şiiri ortaya çıkartan koşullara ek olarak neler söyleyebilirsiniz?
Şair huzursuz adamdır. Şair yalnızdır. Bu meziyetler aynı zaman da "baba rolü" de olan bir şair için iyi şeyler değil. Çünkü şairin bir de ailesi vardır. Şiirin ortaya çıkma zamanlarında bu iki duygu baskın olur. Şiiri yapmanın sürekli büyük ağrısıyla yaşar şair. Bu kaldırılabilecek hafif bir yük değildir. Hayat şairin kaçması mümkün olmayan bir gerçekti. Hayata alışmak bir şairin ölümü demektir. Şairi şair yapan hayat karşısında yaşadığı hayal kırıklıklarıdır. Şair görmek zorundadır. Soruyu doğru anladım mıJ?
Şiir ve şuur arasında birbirini etkileyen ya da tetikleyen bir ilgiden söz edebilir miyiz? Toplumun akıbeti açısından şiiri değerlendirmek mümkün müdür?
Şuur şairin olmazsa olmazıdır. Şair yaşadığı toplumun şuurudur diyebiliriz. Değerlerin hiçe sayıldığı bir çağda yaşıyoruz. Bir önceki soruda da söylediğim gibi şair "görmek" zorundadır. Toplumun aksayan yönlerini, yanlışlıklarını, problemlerini saptamak zorundadır. Şair bunun için vardır. Bütün değerlerin silinmeye başladığı, bilinçsizliğin bu kadar tavan yaptığı bir dönemin şairiyseniz bilinçsizce körlüğü, yanlışı değil bilinçlice doğruyu, aydınlığı göstereceksiniz/göstermek zorundasınız. Döneminin şartları sebebiyle bunu en güzel yapan Mehmet Akif'tir. Haliyle Akif kendi toprağının sesi olmuştur. Dönemini iyi okumuş şuurunu milletinin hizmetinde kullanmıştır.
Şiirin metropol ya da taşra ile bağı nedir? "Büyük şiir büyük şehirlerde mi yazılır"?
Bu soruyu şöyle cevaplayayım; sizler de bana katılacaksınız, köy ve kent ayrımı çok da kalmadı zamanımızda. Şöyle ki köye "şehri" taşıyıp köyde şehir hayatı yaşayabiliyorsunuz tam tersi mümkün. "Köyü" şehre taşıyıp şehirde köy hayatı yaşayanlar da az değil. Şehirde köyde yapamayacağımız en kral kahvaltıların yapıldığı sayısız yerler biliyorum. Ya da köyde şehirde rastlamayacağımız manzaralarla karşılaşabiliyorum. Geçmişte bunlar yoktu/olmazdı. Bir de şu var ki, ulaşım kolaylaştı. Gündüzü şehirde akşamı köyde geçirebiliyorsunuz. Bu kadar içi içe köy ile şehir artık. Hal böyle olunca şu dönemde metropol ya da taşra şiirinden bahsetmek bana pek inandırıcı gelmiyor. Bana soruyorsanız büyük şiir kalmadı ama güzel şiir her yerde yazılabilir derim.
Şiirde kuşak kavramı üzerine değerlendirme yapmak ister misiniz? Bu konuda neler söylersiniz?
Günümüzde edebiyat ya da özelde şiirin kuşaklar üzerinden geliştiğini söylemeyeceğim. Şair Mehmet Sümer "Tehlikeli Sınırlar" kitabında konuyla ilgili olarak 90'lardan sonra 10 yıllık bakış/değerlendirmelerden bahseder. Ben daha da ileri gidiyorum, özellikle 2000'den sonra her şey o kadar hızlı gelişim ve dönüşüm yaşıyor ki 10 yıllık bakış/değerlendirmeler bile fazla. 5 yıllık bakış/değerlendirmeler daha güvenilir olur derim.
Şiir eleştirisi var mı günümüzde? Bir şiir eleştirisi nasıl olmalıdır? Bu alanda dikkatinizi çeken isimler kimler?
En başta şunu söyleyeyim, edebiyatın hiçbir türünde iyi bir eleştirmen yetiştiremedik. Haliyle okur eleştirmenimiz de bize benzeyecekti. Çünkü iyi bir okur aynı zamanda iyi bir şairdir. Çok bekledik iyi bir eleştirmen için daha da çok bekleyeceğiz gibi. Bir T.S. Eliot çıkaramadık maalesef. Edebiyat konusunda sıkıştığımızda hemen onun " Edebiyat Üzerine Düşünceler" kitabını ararız. Dergilerde eleştiriden ziyade kitap değerlendirmelerine/tanıtımlarına rastlıyorum. Ya da tek tek şiir değerlendirmeleri… Bir şiir eleştirisi elbette olmalıdır. Ancak eleştirmen ya da eleştirmenlik yeteneğini sergilerken gördüklerini yazmalı ve edebiyatı bilen bir kimlik sahibi olmalı. Edebiyatın dışında yetişmiş bir eleştirmen edebiyata bir fayda sağlamaz. Şu dönemde dikkatimi çeken şiir eleştirmenleri; Ali Emre, Ali K. Metin, Yücel Kayıran, Hakan Arslanbenzer… Arkadaşlar şiirle ilgili yazıyorlar ama yazdıkları tam olarak eleştiri midir bunun üzerinde ayrıca konuşulabilir tabii ki…
Şiir, kurucu bir unsur olarak geçmişten günümüze birçok toplumun duygu ve düşünce bütünlüğü içerisinde hareket etmesini sağlayan bir etkiye sahiptir. Bu bakımdan şiirin kurucu rolü üzerinden kültür ve medeniyet okumaları nasıl yapılabilir.
Şiir nedir? Şair kimdir? Bu sorular bağlamında bir şeyler söyleyebilirim. Şiir denilince aklıma öldükten sonra ilk gecede olacaklar aklıma gelir. Alıştığınız dünyadan bambaşka bir dünyada gözlerinizi açıyorsunuz. Karşınızda sorgu melekleri var. İşte bu bütün insanların başındaki yok sayılmayacak bir gerçek. Ölüm öldürülmüyor. Şiirle ölüm arasında böyle bir yakınlık kuruyorum. Yani benim için şiir, öldükten sonraki ilk gecede karşılaşacaklarım/yaşayacaklarımdır. Mesela bu ilk gece (ölüm) düşünülerek şiirle varoluşsal biçimler/etkiler yaratılabilir diyorum. Mesela Mehmet Akif, "Asım'ın Nesli" derken neyi kastediyor? Karakoç'un "Diriliş" düşüncesi ümmetçe bir yeniden doğuşu gerçekleştirmek değil midir? İslam medeniyetine geri dönüş… Başta Sezai Karakoç olmak üzere Mehmet Akif, Necip Fazıl, Mehmet Akif İnan ve Nuri Pakdil şiirlerini ayrı bir değerlendirelim. Hepsinin bu hassasiyetle yazmışmış olduklarını görürüz.
Şiirde usta-çırak ilişkisi bağlamında bu ilişkinin eğitim-etki/gölge riski üzerine neler düşünürsünüz?
Şiire çıraklıkla başlıyorsunuz. Aslında bütün sanatlarda bu böyledir. Ustayı tam olarak tanıyana kadar çıraksın. Usul usul yanıyorsun, pişiyorsun kendi ateşinde. Sessiz sessiz akar gibisin bu yolda. Bir yol açmaya çalışıyorsun kendine. Ustayı tanımaya başladıktan sonra ustayı beğenmemeye başlıyorsun. Zamanla ustayla kavgalara başlıyorsun, kafa tutuyorsun. Ustayı geçmekte kararlısın ama. Usta direniyor. Bu işler böyle oluyor. İddian yoksa başlamamak en iyisi derim. Çünkü seni bir noktaya getirecek olan içinde taşıdığın bu inançtır. Ama çıraklıktaki rahatlığı ve mutluluğu da bir daha bulamıyorsun sonradan.
Folklor şiire düşman mıydı hala öyle midir?
Şiire düşman hiçbir şey yoktur bence. Cemal Süreya'nın "folklor şiire düşman" sözü o dönemin şiir anlayışına karşı yapılmış bir çıkıştır. O dönem şairleri şiirlerini etki gücü düşük klişe kelimelerle yapıyordu. O dönem itibariyle şiirde yeni bir akım başlamış (ikinci yeni akımı) şiirde büyük bir sıçrama gerçekleştirilmiştir. Yeni pırıl pırıl bir şiir ikinci yeni… Cemal Süreya'da bu sıçramayı gerçekleştirenlerin belki de en başındaki isimlerden biri oluyordu. Belki de bu sözü ona söyleten "yenilik ruhunun" gücüydü. O dönemin söyleme/anlatım biçimlerine karşı söylenen... Bu söz anlaşıldı mı, doğru yorumlandı mı? Cemal Süreya yazılarında bu sözün o dönem için pek anlaşılmadığını yazar. Ben bu sözün şimdi de tam olarak anlaşılmadığını söyleyeceğim…
Roman, hikâye/öykü yazarların birbirleriyle çekişmeleri pek gözlemlenen bir durum değilken şairlerin çekişmeleri, Türk edebiyatında en sık rastlanan bir durum olarak görülmektedir. Şiirin ve şairlerin çekişmeleri hakkında neler söylersiniz?
Hayatın her alanında bir çekişme vardır. Bu çekişme roman, hikâye/öykü yazarlarında da vardır. Kimse hikâye anlatmasın. Şayet sadece şiirin ve şairlerin çekişmelerinden bahsedilip bu şekilde olduğu dayatılıyorsa o zaman ben de derim ki bu şiirin/şairin yegâneliğindendir. Hatta bunu bütün canlılara teşmil edebiliriz. Her canlı kendisinden iyi/güçlü olanı kıskanır. Zayıf eser güçlü eser diye bir gerçeklik var. Elbette güçlü eserin sahibi siz olmak istersiniz. Bu duygu fıtrattan gelen bir şeydir. Haliyle çekişmenin ölçüsünü bilirsen bunun şiirin ve şairin faydasına olacağını da söyleyebilirim. Çekişmek iyidir. Şöyle ki, çekişmek gayrete getirir, gayret ise başarının sırrıdır. Sonuç olarak çalışmak, gayret etmek sizi kıskanan değil kıskanılan bir yerde tutar. Düşüncem budur.
.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 08.08.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 30.06.2022 20:51
Teşekkürler.. size ve Ahmet bey kardeşimize selamlarımı sevgilerimi iletiyorum. dualarımla.