Şairler Geçidi: Aykağan Yüce ile Konuştuk
Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Duygularımı kontrol etmeyi severim. Özverili ve çalışkan bir yapım var. Aileden gelen bir fıtrat bu. Kendimle barışığım. Eksik ya da üstün taraflarımı bilirim. Boşluğu hissetmek isterim, ayağımın bastığı yerin toprak olmasından yanayım. İnatçı bir tarafım var. Kafaya bir şeyi koymuşsam mutlaka onu başarmak için uğraşırım. Bu bazen beni hayal kırıklığına uğratsa da.
Şiir yazma biçiminizi anlatır mısınız? Şiirin mutfağı sizde nasıldır?
Günün sonunda genellikle gece saatlerinde sessiz bir ortamda bilgisayar başında yazarım. Herhangi bir sözcük yahut olay veya buna benzer bende etki uyandıracak beni tetikleyecek bir şey şiirde ilk kıvılcımı oluşturur. Hızlı hızlı ve koşarak yazmayı seviyorum. Böyle yapmazsam yazamayacağım gibi garip bir his oluşuyor bende. Hareketli bir şiirden yanayım. Durmadan hareket eden polisiye film ya da dizilerdeki kahramanlar gibi…
Günümüz şiirlerinin sorunları nelerdir? Çözüm ne olabilir? Şiirimizin bugünkü durumu hakkında neler dersiniz?
Şiirimizin temel problemlerinden biri eleştirel bir yapının şiirin merkezinde yer almaması olarak görüyorum. Bir süzgeçten geçen şiirin tatminkâr bir hale büründükten sonra okuyucunun karşısına çıkması gerekir. Pejmürdelik halinin hayatın pek çok alanında olduğu gibi şiirde de kendini hissettirdiğini görüyoruz. Bir türlü toparlanamayan, giyinemeyen, sabah yüzünü yıkamadan sofraya oturan çocukların haline benziyor. Eğer ki şiirimiz bir atılım yapacaksa bu yine şairler eliyle olacaktır. Şiirin merkezinde yer alan pek çok şairin aslında birer eleştirmen olduğunu varsayarak derli toplu bir şiir atmosferi ve şiir merkezleri kurulabilir. Şiir merkezleri diyorum çünkü şiirin pek çok ırmaktan beslenen bir yanı var. Bu farklı merkezlerde şiirin pişirilip aş haline geldikten sonra sofraya konulması en doğru yol gibi geliyor bana.
Dergi takip ediyor musunuz? Hangi dergilerde yazdınız/yazıyorsunuz? Dergilerdeki şiirler üzerine neler söylersiniz?
Hece, Varlık, Yolcu, Yedi iklim, Şiar ve Muhit gibi pek çok dergiyi imkânlar ölçüsünde takip etmeye çalışıyorum. Yedi iklim benim ocağım, onun dışında Şiar, Yolcu, Ayasofya, Lacivert şiir ve öykü dergisi, Fayrap gibi dergilerde şiir ve yazılar yayımladım. Şairleri dergiler üzerinden değil de kitapları üzerinden takip ediyorum. Bir şairin herhangi bir şiirine dergide rastladığımda ilk işim eğer kitabı varsa kitabını alıp şiiri üzerine kafa yormak oluyor. Bugün dergicilik hala geçer akçe konumunda. Matbuat âleminde bu işi canla başla sürdüren pek çok edibimiz mevcut. Aslına bakarsanız çıkan pek çok derginin şiirin kıymeti harbiyesi üzerine çıktığını düşünenlerdenim. Eğer ki şiiri içinden çıkarırsanız ben pek çok derginin çıkmayacağını, çıkamayacağını biliyorum. Bazı dergilerde aynı tornadan çıkmış gibi pek çok şiir yayımlanması garibime gitse de şiirin ve dergilerin her zaman diriltici olduğuna yakinen şahidim.
Hikâye/öykü türü günümüzün popüler edebiyat türleri arasında. Şiire ilginin az olduğunu düşünüyor musunuz? Evet ise neden?
Şiire ilginin az olduğu düşüncesinde değilim. Şiirin kendine has bir okuyucu kitlesi var. Öykü/hikâye sever halkımızın teveccühü belki popülariteden yana olabilir. Yalnız şiir okuyucusu damıtılmış bir okuyucudur, beğeni frekansı yüksektir, bu da onun az okunduğunu ya da ilginin farklı türlere kaydığını gösterse de merdivenin en üst basamağında her zaman şiir vardır. Şiire varmak/ulaşmak zordur, gizli hazineyi çıkarabilen şair sayısı azdır. Şiirin yolu uzun, merdivenleri çoktur.
Şiir sadece bireysel bir düşünüşün eseri mi yoksa toplumsal olay ve olgular da aynı oranda etkili midir?
Şiirlerin hayatımızdan izler taşıdığını düşünüyorum. Çünkü insan denen varlık yaşadıklarından bağımsız birisi değil. Bu diğer türlerde de böyledir. Yani bir romancı ya da hikâyeci mutlaka ortaya koyduğu metinlerde kendi hayatından izlere yer verir. Bu gayrı ihtiyari olan bir şey. Yaşadığımız pek çok şeyin karşılığını ararız yazdıklarımızda, okuduklarımızda. Şiiri şiirden ayrı düşünmek mümkün değil. Ruhun kisvesi olan tenin hissettiği şeydir şiir. Evlatlık diye bir şiirim var. Şiirin hikâyesi beni her zaman hüzünlendirir. Şöyle ki çalıştığım kurumdaki öğretmen ve idareci olmam nedeniyle karşılaştığım bir durum. Bu yaz bir öğrenci velisi gelmişti. Benden oğluyla ilgili yardımcı olmamı istedi. Oğlu üveymiş. Ve ''evlatlık'' gibi bir kelime kullanmıştı. Bu beni şaşırttı. Sarsmıştı. Evlat değil evlatlık nasıl oluyor diye düşündüm akşama kadar. Baba ile oğul arasında oluşmayan bir bağ bu. Yani yeteri kadar sahiplenilmemiş bir çocuk var görüntüde. Bu olayın akşamında yazmıştım bu şiiri. Özellikle son kısmındaki
Çünkü annem sarı saçlıdır benim
Beni her gün tabuta koyar
Babam, özken fiildir
Üveyken, isimleşir rüyamda
Bu dizeler bireysel bir duygunun toplumsal izdüşümü değil de nedir sizce?
Şiiri ortaya çıkartan koşullara ek olarak neler söyleyebilirsiniz?
Her şeyden önce şiirin bir cehdetme, hissetme, akletme gibi evreleri olduğu düşüncesindeyim. Kendinizi zorlarsanız. O hale bürünürseniz şiirin sizi bulması an meselesidir. Yeter ki uygun koşullarda uygun zamanı oluşturabilesiniz.
Şiir ve şuur arasında birbirini etkileyen ya da tetikleyen bir ilgiden söz edebilir miyiz?
Toplumun akıbeti açısından şiiri değerlendirmek mümkün müdür? Şuurun varlığı şiiri geçerli kılar. Şiir mecnun haliyle ortaya çıksa bile şuur halinde etrafa saçılır. Saçılır; çünkü şiirin böyle bir tarafı var. Sıçrar ve siz fark edemezsiniz nereye sıçradığına. Toplumun bütün katmanlarına bulaştırır rengini. Toplumdaki bu renkliliğin temel sebebi şiirin saçtığı şeydir. Toplumun bütün duygusu, düşüncesi şiirin küresinden çıkan elementlerdir.
Şiirin metropol ya da taşra ile bağı nedir?
"Büyük şiir büyük şehirlerde mi yazılır"? şiirin metropol ya da taşrayla değil de insanla bağı olduğu kanaatindeyim. Şehirli ya da taşralı ayrımı öznesel bir ayrım değil. Şairin dili, temi ortaktır. İnsan tektir, yaşadıkları birdir. Yoksa büyükşehirde yaşamakla/yazmakla, taşrada yazmak/yaşamak arasında bir fark göremiyorum ben. Büyük şiir her yerde büyüktür, nerede yazıldığının pek bir önemi yok.
Şiirde kuşak kavramı üzerine değerlendirme yapmak ister misiniz? Bu konuda neler söylersiniz?
Şiirin süreklilik taşıdığını düşünenlerdenim ben. Şiir hiç ölmez, yaşamına hep devam eder. İnkıtaa uğramış değildir. Kuşak ya da dönem ayrımları belki şiirin tarihsel izleğini ortaya koymak için yapılagelmiş bir tespit. Ben bu ayrımı kuşaklar ya da dönem üzerinden değil yaşamlar üzerinden yapabilirim. Doğrusu bu benim için.
Şiir eleştirisi var mı günümüzde? Bir şiir eleştirisi nasıl olmalıdır? Bu alanda dikkatinizi çeken isimler kimler?
Şiir eleştirisini ben şiirimizin bir problemi olarak görüyorum. Yeteri kadar bu sahanın canlı olmadığı düşüncesindeyim. Bu sahayı biraz canlandırabilirsek şiirimizin bugünkünden daha fazla mesafe kat edebileceğini düşünenlerdenim. Hakan Arslanbenzer, Celal Fedai bu alanda aklıma gelen ilk isimler.
Şiir, kurucu bir unsur olarak geçmişten günümüze birçok toplumun duygu ve düşünce bütünlüğü içerisinde hareket etmesini sağlayan bir etkiye sahip tür. Bu bakımdan şiirin kurucu rolü üzerinden kültür ve medeniyet okumaları nasıl yapılabilir?
Medeniyetlerin gelişmişlik düzeyini gösteren bir ölçüttür sanat/kültür. Bu alanda uğraş veren milletlerin başat öğesi kültür medeniyetine yaptıkları katkıdır. Geçmişten günümüze bu pek çok toplumda böyle olagelmiş. Yani geçmişin ana dinamikleri içinde biz güçlü bir şiir hafızasına sahibiz fakat bu hafızayı yeteri kadar canlı tutamamışız. Kadim bir medeniyetin en şaşaalı olduğu zamanlara baktığınızda devleti yönetenle kudemanın, üdebanın aynı sofrayı paylaştıklarını görürüz. Hatta ediplerin belli noktalarda yöneticilerin bile önünde olduklarını biliyoruz. Bu şunu getiriyor aslında. İnce bir zevkin yanında, ince bir mimari, ince bir müzik ve büyük bir devlet. Şairinizin sesi ne kadar yüksek çıkıyorsa o ölçüde etki gücünüz artıyor. Şiir dediğimiz şey toplumu kuşatan ve onu harekete geçiren bir iç dinamiğe sahip. Şairler bu iç dinamiği seslendiriyor.
Şiirde usta-çırak ilişkisi bağlamında bu ilişkinin eğitim-etki/gölge riski üzerine neler düşünürsünüz?
Şiirin bir yetenek, kabiliyet meselesi olduğunu düşünenlerdenim. Çok öyle öğretilebilir bir yanı yok. Belki çalışarak bir noktaya gelebilirsiniz ama bu da yine yeteneğiniz ölçüsünde oluşacak bir şeydir. Bu tür kabiliyetler tamamen Allah vergisi bir durum. Şairlerin okuma hafızalarında birbirlerine öykündükleri belli noktalar illaki olabilir ama bu onu başka şairlerin gölgesine sokmaz. Bilakis bu durum şairin gölgesinden çıkmak üzere olduğuna dair bir işarettir.
Folklor şiire düşman mıydı hala öyle midir?
Folklor şiire düşman değildi ama şiiri ihata eden, onu sınırlayan bir yanı vardı. İster istemez yönlendirici bir etkisi oluyor bu tür yapısal kavramların insanlar üzerinde. Folklor da bunlardan biriydi edebiyat tarihi içerisinde. Şiir yenilenen, değişen, kabuk değiştiren bir şeydir. Folklor buna izin vermez çünkü yapısında böyle bir durum yok. Şiir ise her an değişen ve dönüşen bir canlı gibi sürekli deri değiştiriyor. Bu tarafından bakınca belki düşman değil ama dost olduğunu da söyleyemem.
Roman, hikâye/öykü yazarların birbirleriyle çekişmeleri pek gözlemlenen bir durum değilken şairlerin çekişmeleri, Türk edebiyatında en sık rastlanan bir durum olarak görülmektedir. Şiirin ve şairlerin çekişmeleri hakkında neler söylersiniz?
Bu çok doğal bir durum kanımca. En iyisini, en güzelini söylemekle matufsunuz çünkü. Düşünün bir duyguyu en rafine şekilde söylemek zorundasınız. Roman ya da hikâyenin lafı güzaf etme hakkı vardır ama şairin böyle bir hakkı yok. Her sözcüğün çok kıymetli olduğu bir tür şiir. Böyle olduğu için de şairlerin kavgaları/çekişmeleri kayda değer bir durumun varlığına işaret. Olumlu manada.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 01.09.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 29.07.2022 23:17