Şairler Geçidi: Erhan İksamuk ile Konuştuk
Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Huzursuz biri olarak… Sanırım yazı sanatıyla ilgili olan pek çok kişi gibi beni de yazma eylemine götüren itki bu oldu. Marazi bir düşünce olarak görülebilir belki ama huzursuzluğu çok da olumsuz bir durum olarak görmediğimi itiraf ederim. Huzursuzluğu kişinin en azından bir varoluş belirtisi gösterdiğine işarettir, şahsiyetidir.
Şiir yazma biçiminizi anlatır mısınız? Şiirin mutfağı sizde nasıldır?
Çoğu zaman tek bir kelimenin cazibesine kapılarak yazmaya başlarım. Hele ki bu kelimenin çocukluğumun evreninde bir karşılılığı varsa yarattığı çağrışımlar ve imgelemimdeki etkisi çok zengin olabiliyor. Söz konusu bu kelime, ortaya çıkan metnin omurgasını oluşturur. Geriye ses ve vurguyu yerli yerine oturtmak ve form oluşturmak kalır. Metin enikonu ete kemiğe kavuşup bütünlük duygusunu verdiğini bana hissettirince noktayı koyarım. Anın duygusu çoğu zaman yanıltıcıdır. Ancak bir süre sonra ortaya ne menem bir metin çıktığını kısmen de olsa anlamaya çalışırım. Kısmen diyorum çünkü kişinin kendi yazdığı ile ilgili tam bir kanaate varması çok güç bir iş. Cılız bir metin olduğunu düşünürsem söz konusu metinle ilgili çok da ısrarcı olmam, başka bir çalışmanın kapısını aralamanın yoluna bakarım.
Günümüz şiirlerinin sorunları nelerdir? Çözüm ne olabilir? Şiirimizin bugünkü durumu hakkında neler dersiniz?
En büyük sorun sağlıklı bir eleştiri ikliminin olmayışı. Metin, metni yazan kişiden gerçek anlamda bağımsız değerlendirilmiyor ne yazık ki. Ortalıkta pek çok sayıda kliklerin varlığı söz konusu. Yine buna paralel olarak şiirle ilgili neredeyse her tartışmanın belli başlı birkaç ismin gölgesi altında yürütülmesi. Bir diğer sorun ise kopya metinlerin çokluğu. Şiir uğraşında kalem oynatanların karşılaşabileceği en büyük tuzak sanırım basmakalıplıktır.
Şiirimizin bugünkü durumuyla ilgili kötümser değilim. Onca güçlük göze alınarak pek çok sayıda dergi çıkarılıyor, emek veriliyor, gerçekten ilgili çok sayıda şair, ortaya çıkan işlerin niteliği tartışılır olsa da, şiir uğraşında kalem oynatıyor. Yine de yukarıda değindiğim durumları göz önünde bulundurursam çok da iyimser olmanın mümkün olmadığını düşünüyorum.
Dergi takip ediyor musunuz? Hangi dergilerde yazdınız/yazıyorsunuz? Dergilerdeki şiirler üzerine neler söylersiniz?
Olanaklarımın elverdiği ölçüde dergileri takip etmeye çalışıyorum, ancak o kadar çok basılı ve dijital mecra söz konusu ki artık, hepsini okumaya imkân yok.
Bugüne kadar Eliz Edebiyat, Akatalpa, Varlık, CazKedisi, Edebiyat Nöbeti, Deliler Teknesi gibi birçok dergide şiirim yayımlandı ve düzenli olarak da Hece'de yayımlıyorum şiirlerimi. Üzerinde çalışmakta olduğum şiir dosyamdaki şiirlerin en azından bir kısmını dergilerle sınamak dosyamla ilgili kanaatimi olgunlaştırıyor.
Dergilerde özellikle genç yaştaki şairlerin iyi şiirlerine denk gelmekle beraber elbette zayıf bulduğum şiirler de olabiliyor. Hikâye / öykü türü günümüzün popüler edebiyat türleri arasında. Şiire ilginin az olduğunu düşünüyor musunuz? Evet ise neden?
Sorudan kastınız yazanlar ile ilgiliyse hayır düşünmüyorum. En azından izlenimlerime dayanarak söyleyebilirim ki şiir uğraşında azımsanmayacak sayıda bireyin varlığı mevcut ancak okur açısından soruyorsanız şiire ilginin diğer türlere oranla az olduğu apaçık ortada. Bunun günümüzle ilgili bir durum olmadığını, şiirin her dönemde edebiyatın üvey evladı muamelesi gördüğünü düşünüyorum. Şiir kitaplarını alıp okuyanlar yine çoğunlukla şairler oluyor ne yazık ki.
Şiir sadece bireysel bir düşünüşün eseri mi yoksa toplumsal olay ve olgular da aynı oranda etkili midir?
Şiir; roman, öykü gibi edebiyatın diğer türlerine oranla daha çok kişisel sularda yüzülen bir alan olsa da şüphesiz sadece bireysel bir düşünüşün eseri değil. Şair ya da şair adayı yola çıkarken kendinden başlayarak dünyayı okumaya çalışır. Varoluşuyla ilgili temel meseleleri (ölüm, inanç, sevginin imkânı ya da imkânsızlığı gibi) irdeler. Bunu yaparken de içinde yaşadığı politik, sosyolojik, ekonomik şartlar yazdıklarına şu ya da bu şekilde sirayet eder. Bir şairin tüm malzemesinin salt kendisi olduğunu düşünmek çok zor.
Şiiri ortaya çıkartan koşullara ek olarak neler söyleyebilirsiniz?
İsmet Özel "Waldo Sen Neden Burada Değilsin" isimli eserine şu cümleyle başlıyor: "Dünyaya gelmek, bir saldırıya uğramaktır." Bu cümle beni hep etkilemiştir. Şiirin ve bütün sanat dallarının bir varoluşsal krizden, bu "doğmakla yaralanmak" meselesinden doğduğuna inanıyorum. Evrensel olan hakikat budur çünkü. Diğer tüm meseleler ancak bundan sonra sanatın "neden"ine eklenebilir kanaatimce.
Şiir ve şuur arasında birbirini etkileyen ya da tetikleyen bir ilgiden söz edebilir miyiz? Toplumun akıbeti açısından şiiri değerlendirmek mümkün müdür?
İnsanlığın belleğine tarih boyunca yığınla trajedi (savaş, göç, açlık, soykırım, hastalık, ırkçılığın yol açtığı korkunç tahribatlar…) işlenmiştir. Bizler bugün en eski trajik vakaları bile yine Homeros gibi büyük ozanlardan öğreniyoruz. Toplama kamplarında yaşanan vahşeti, Hitler faşizminin korkunçluğunu yine bir başka tanık ozandan Paul Celan'dan öğreniyoruz. Şiirdir estetiğiyle insan gerçekliğini ve belleği diri kılan. Şiirle bilinç ve bellek arasındaki ilgiye bunlar gibi daha pek çok örnek vermek mümkündür.
Şiirin metropol ya da taşra ile bağı nedir? "Büyük şiir büyük şehirlerde mi yazılır"?
Bir taşralı olarak taşra yaşamının yarattığı boğuntunun, kıstırılmışlık duygusunun şiiri besleyen bir kaynak olduğunu, özellikle zamanda duyulan yavaşlığın müziğinin, şiir dilinde ciddi bir karşılığı olduğunu düşünmüşümdür hep.
"Büyük şiir büyük şehirlerde mi yazılır?"
Bunun tam aksi büyük şiirin taşrada yazıldığını iddia edemem ama edebiyat tarihine baktığımızda taşrasından tüm dünyaya kelimeleriyle, karşı çıkışlarıyla ulaşan büyük şairlerin olduğunu görürüz. Yazın tarihinin en büyük şairlerinden biri olduğunu kimsenin inkâr edemeyeceği, geleneksel şiirin bütün yerleşikliğini darmaduman eden ve taşra duygusunun yarattığı bütün acılardan nasibini alan Arthur Rimbaud'yu bir örnek olarak sunabiliriz.
Şiirde kuşak kavramı üzerine değerlendirme yapmak ister misiniz? Bu konuda neler söylersiniz?
Kanaatimce 1980'li yıllardan sonra şiirde bir kuşak kavramından bahsetmek güç bir hale geldi, belirginliğini yitirdi. Bunda özellikle 1980 askeri darbesi ile birlikte yaşanan toplumsal, politik ve ekonomik dönüşümün payı büyük. 80 kuşağı şairlerine baktığımızda imgeci, daha geleneksel bir damardan beslenen ya da anlatıcı şiir gibi farklı yönelimler söz konusu oldu.
2000'li yıllarda ise internet kullanımın yaygınlaşması, sosyal medyanın ortaya çıkışı ve akıllı telefonların hayatımıza girmesiyle birlikte bir başka büyük dönüşüm yaşandı. Bunlarla birlikte her şair adayının yazdıklarını şu ya da bu şekilde okuruna ulaştırmayı başarabildiğini görüyoruz. Hiçbir dergide kendisine yer bulamazsa şair adayı bir blok açıyor, sosyal medya hesabından paylaşıyor şiirlerini ya da bir arkadaş gurubu bir araya gelerek e- dergi çalışmalarında bulunuyor.
Şiir eleştirisi var mı günümüzde? Bir şiir eleştirisi nasıl olmalıdır? Bu alanda dikkatinizi çeken isimler kimler?
Şiirin barındırdığı gizi, daha çok tinsel bir çaba oluşu, şiirin varlık nedeninin yine şairin kendisinin olduğunu göz önüne alırsak "şiirde eleştiri nasıl olmalıdır" sorusuna makul bir cevap vermek çok güç. Bu konudaki en büyük sakatlık daha önce de değindiğim gibi şiirin şairinden bağımsız değerlendirilmemesi (elbette bundan kastım şairin poetikasının göz önünde bulundurulmaması gerektiği değil çıkar ilişkilerinin söz konusu olmasıdır) ve şiirde varoluşunu bir kliğe yaslamayan şairlerin çoğu zaman görmezden gelinmesidir. Her ne kadar bu konuda kalem oynatan örneğin Necmiye Alpay gibi dilbilimcilerin ve bir takım şairlerin varlığından bahsedebilsek de ülkemiz için diyebilirim ki sistemli bir şiir eleştirisinin varlığından bahsetmek mümkün değil ne yazık ki.
Şiir, kurucu bir unsur olarak geçmişten günümüze birçok toplumun duygu ve düşünce bütünlüğü içerisinde hareket etmesini sağlayan bir etkiye sahip tür. Bu bakımdan şiirin kurucu rolü üzerinden kültür ve medeniyet okumaları nasıl yapılabilir.
"Kimliğin parçalanması" kavramından yola çıkarak bir okuma yapmaya çalışalım. Şair de her insan gibi dünyaya gelir gelmez bir koşullar kasnağının içinde bulur kendini. Bir çocukluk evreni kurar ve sonra da yetişkinliğe doğru giderken bu çocukluktan ve içinde bulunduğu şartlardan yaratılmış bir kelime evreni kurar, imgeleminde kendisini yeniden yaratır. Bu yaratım, çelişkileri de beraberinde getirir. Yani şair ile onu saran koşullar, yaşadığı çağ ve çoğunluk ile bir doku uyuşmazlığı söz konusudur. Şair çoğunlukla içinde bulunduğu topluluğun yabancısıdır. Hele bir de "kimliğin parçalanması" meselesi işin içine girerse bahsettiğim çelişkiler şair için çok daha yaralayıcı, travmatik bir hal alır. Paul Celan örneğinden devam edelim. Yahudi asıllı Rumen bir şair olan Celan ailesini Nazi toplama kamplarında kaybetmiş kendisi de bir süre toplama kampında kalmış, hayatta kalmayı başarabilmişse de bunun yarattığı travmayı ömrü boyunca atlatamamış nihayetinde de kendi isteğiyle hayatına son vermiştir. Yeni bir tanımlama yapalım bu noktada. Kimdir Paul Celan, Alman şiirinin önde gelen temsilcilerinden biridir. Yani Almanca yazmıştır. Toplama kampında tanık olduğu ırkçı vahşeti yine Almanca dile getirmek zorunda kalmıştır. Bu bahsettiğim çetin koşulların bir sonucudur. Celan üzerinden ifade etmeye çalıştığım bu korkunç parçalanmışlık hali üzerinden konuyla ilgili pek çok okuma yapmak mümkündür.
Şiirde usta-çırak ilişkisi bağlamında bu ilişkinin eğitim-etki/gölge riski üzerine neler düşünürsünüz?
Şiir uğraşını amatör olarak yürütmeyen, dilde ve üslupta olgunlaşma iddiasında olan her şair adayı bir başka şair ya da şairlerden etkilenerek, hatta çoğu zaman onları taklit ederek yazmaya başlar. Bu son derece doğal bir seyirdir. Kimsenin şair olarak doğmadığı inancındayım. Birey doğar ve bir varoluş belirtisi göstererek sorgulamalarla duyumsadığı dünyayı okumaya çalışır. Bu okumalar bir süre sonra salt duyumsalar ile değil aynı zamanda yazılmış metinler üzerinden yürütülerek devam eder. Yazma eyleminin başlarında duyarlığına yakın bulduğu başka şair ya da şairlerden bir etkilenme söz konusu olur. Yazma eylemi taklit, esinlenme ile başlar. Bu dediğim gibi çok doğal bir seyirdir. Şair adayı, bir süre sonra kendi üslubunu yaratma gayretine girer. Doğal olmayan şey esinlenme ve taklidin yazı hayatı boyunca devam etmesidir. Kendi üslubunu oluşturursa birey bir "şair" kimliği üzerinde yeni bir inşaya başlamış olur kendisini iç yaşamında.
Folklor şiire düşman mıydı hala öyle midir?
Cemal Süreya bu haklılığı su götürmez karşı çıkışı 1950'li yıllarda gerçekleştirdi. "Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı." O günden bugüne köprünün altından çok sular aktı. Artık insanlık için daha belirgin bir parçalanmışlık söz konusu. Bu parçalanmışlığın temel malzemesi kelime olan şiirde kendini duyurmaması imkânsız. Bu parçalanmışlığın ifadesi için kelimelerin daha çok tahribata, biçim değiştirmeye, kırılıp parçalanmaya ihtiyaç duyulan bir dünyada yaşıyoruz. Folklor şiire düşmandı, ancak hâlâ bir tehdit söz konusu mu emin değilim.
Roman, hikâye/öykü yazarların birbirleriyle çekişmeleri pek gözlemlenen bir durum değilken şairlerin çekişmeleri, Türk edebiyatında en sık rastlanan bir durum olarak görülmektedir. Şiirin ve şairlerin çekişmeleri hakkında neler söylersiniz?
Şairler cephesinde sıkı bir çekişmenin hep süregeldiği inkâr edilemez gerçekten. Burada önemli olan nokta bayağılaşmamak. Tartışmalar metinler üzerinden sağlıklı okumalarla yürütülürse bu olumlu bir durumdur. Şairlerde yetkinleşme itkisi uyanır yaşanan tartışmalarla. Ancak bu bir linç kültürüne sürüklerse kişileri, o zaman ortada ciddi bir sorun var demektir. Bu çekişmeler bir ötekileştirme, klikler, ideolojik ya da kimlikler üzerinden yürütülürse bunun adı çekişmeden de öte, apaçık bir faşizmdir.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 20.06.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 06.06.2022 20:19