Şairler Geçidi: Nadir Aşçı ile Konuştuk
Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Huzursuz biri olarak tanımlarım. Huzurlu bir yazar var mıdır orası işin başka bir yönü ama zaten huzursuz biri olarak adım attığımız dünyada, bir de üstüne yazma mesuliyetini üstlendiğimiz için huzursuzluğumuz katlanıyor doğal olarak
Şiir yazma biçiminizi anlatır mısnız? Şirin mutfağı sizde nasıldır?
Bunun cevabı biraz da şiiri nasıl tanımladığınıza göre değişkenlik gösterebiliyor. Şiir, imâl edilen, üretilen bir şey olduğu için yoğun bir mesaiyi de beraberinde getiriyor. Valery'nin de bahsettiği o ilk dize Tanrı'dan gelince kelimenin tam anlamıyla belli olmayan bir süre zarfında o henüz imâl edilmemiş olan şiirle cebelleşiyorsunuz. Bu söylediğim şey ayniyle bende de vuku bulan bir şey. Bir şiirin nihayete ermesi aylarca süren bir çaba… O süre içerisinde yediğimiz içtiğimiz, düşündüğümüz konuştuğumuz, sevabımız günahımız, yaptığımız ya da yapmadığımız her şey o şiire dâhil oluyor ister istemez. Bu bağlamda kolay yazan biri olmadığımı da söylemem gerekiyor sanırım.
Günümüz şiirlerinin sorunları nelerdir? Çözüm ne olabilir? Şiirimizin bugünkü durumu hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Farklı bir noktadan bakayım. Günümüz şiirinin en büyük sorunu internet dergiciliği, sosyal medya ve matbu dergilerin fazlalığı. Bu durum şiirin niceliğini artırırken niteliğini düşürüyor maalesef. Zaten şiirin kolay yazılır bir şey olduğu yanılgısı, görünürlüğün artmasıyla birlikte zahmetsiz bir kapıyı da açtı. Bunun yanında matbu merkez dergilerinde bile şiir denemeyecek metinlere tesadüf edebiliyoruz artık. Çok kimsenin söylemiş olduğu şeyi ben de söylemiş olayım. Şair çok, şiir yok. Günümüz şiirinin en büyük açmazı, en büyük sorunu bu bence. Tam bunu söylerken, Yahya Kemal'in, kendisini son büyük şair olarak görmesini ya da Behçet Necatigil'in "şiir çıkmazda çünkü insan çıkmazda" tespitini düşünüyorum. Onlardan çok önce Nabi'nin, kendi şiiriyle, diğer şairlerin şiirleri arasındaki farkı su ve şekerli şerbet arasındaki farka benzetmesini de buraya eklersek, şiirin kolay beğenilir ve kabul görür bir şey olmadığını kabul etmekle birlikte, şimdilerde işimizin daha zorlaştığını da teyit etmiş oluyoruz aslında. Haliyle bunca şiir bolluğunda beğeninin ve takdir görme meselesinin geçmişten beri aynı çizgide olduğunu da söyleyebiliriz.
Dergi takip ediyor musunuz? Hangi dergilerde yazdınız? Dergilerdeki şiirler üzerine neler söylersiniz?
Düzenli olarak olmasa da dergi takip ediyorum elbette. Şimdiye kadar Dergâh, Türk Edebiyatı, İtibar, Barbar gibi dergilerde yazdım. Hâlen, Hece, Hece öykü, Yitik Söz, Yolcu'da yazıyorum. Diğer metinler için farklı dergi tercihim olabilse de, şiir için her zaman tek bir dergi tercih ettim. Bu da şimdilerde Hece… Diğer türlerle birlikte faal olarak devam ettiğim dergi sayısının şimdilik 4 olmasından da anlaşılacağı üzere, iyi mi kötü mü bilemiyorum ama çok geniş bir yelpaze seçmiyorum dergi olarak. Dergilerin özellikle şiir bağlamında olmazsa olmaz bir işleve sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Dergilerde şiirlerini gördüğümüz bir şairin kitabıyla karşılaşınca bir aşinalık oluyor haliyle. Dergilerde hiç şiirini görmediğimiz bir şairin kitabına aynı iştiyakla yaklaşamıyoruz. Dergiler, şairliğin tescil makamı bir anlamda. Şiir, dergilerde gürül gürül akan bir tür… Dergi için şiirin bir lokomotif işlevi gördüğünü söyleyebiliriz. Günümüz dergiciliğine ya da dergilerdeki şiir meselesine az önceki soruda bir giriş yapmıştım. Şu kadarını söylemekle iktifa edeyim. Dergilerde genel anlamda bir şiir enflasyonu var. Önceden herhangi bir derginin herhangi bir sayısındaki şiirlerin tamamına yakını sizde iz bırakabiliyorken, şimdilerde bir dergide 1 ya da 2 sağlam şiire tesadüf edince mutlu olabiliyoruz. İsim vermekte beis yok. Doksanlı yılların Dergâh dergisinde yayımlanan şiirlerin tamamını gözümüzün önüne getirirsek, söylediğim net olarak anlaşılacaktır.
Hikâye / öykü türü günümüzün popüler edebiyat türleri arasında Şiire ilginin az olduğunu düşünüyor musunuz? Evet, ise neden?
Şiirde yaşanan popülerleşme tehlikesinin hikâye/öykü'de değilse bile günümüzde romanda yaşandığını söyleyebiliriz sanırım. Ben bu ilgi kelimesini popüler kelimesiyle birlikte okumak istiyorum. Nitelikli yazar/ Nitelikli okur denkleminde nasıl birliktelik varsa, Popüler Yazar/Popüler Okur denkleminde de bir mütekabiliyet var. Olması gereken de budur zaten. Bizim burda ıskalamamamız gereken şey, Nitelikli Yazar/Popüler okur ya da Popüler Yazar/Nitelikli Okur diye yeni bir alan açılıp açılmadığı ile ilgili gözlemimiz. Böyle bir denklem hiçbir zaman kurulmayacaktır. Her okur, her şairini ve her yazarını bulur neticede. Bu iki kanal birbirine hiç karışmadan akmaya devam edecektir. Bunun yanında şiir, zaten diğer türlerden farklı olarak ben burdayım diye bağırmayan bir türdür. Şiir rafinedir. Ve şiir okuru diğer türlerin okurundan farklıdır. Şiir, okuru bulmaz; okur, şiiri bulur. Bu bağlamda şiire ilginin çok olması aslında şairlerin çok isteyeceği bir şey değildir. Bir şiir kitabının yirmi baskı, otuz kırk baskı yapması normal olmayan bir durumdur işin doğası itibariyle… O yüzden şiire ilgi yoksa da olmasın zaten. En azından ben kendi adıma bunu istiyorum. Eğer kitabım bırakın yirmi baskıyı, üç baskı bile yapsa, bundan şüphelenir belki de şiiri bırakırım.
Şiir sadece bireysel bir düşünüşün eseri mi yoksa toplumsal olay ve olgular da aynı oranda etkili midir?
Şair ne kadar bireysel düşünürse düşünsün kendini toplumdan soyutlayamaz. Çünkü bireysel özelliklerini de içinde yaşadığı toplumdan devşirmiştir çoğu zaman. Tanzimat'tan beri sorulan bir soru vardı hani. Sanat toplum için midir, sanat sanat için midir? Bu soruya hep sanat, toplum için sanat gibidir diye cevap verirdim kendi adıma. Şiir de o muazzam dengeyi çok iyi kurabilen bir sanat dalı aslında. Ne kadar kendi düş ve hülya bahçesinden çıkarsa çıksın şairin, toplum içinde yaşanan olay ve olgulardan bağımsız sayılmaz. Şiirin bireysel şiir mi toplumcu şiir mi olduğu konusunda net ayırımlar yapılıyor gibi gözükse de, Yunus'tan Divân şiirine, oradan 2.Yeni şiirine kadar bireysel düşünüş ve toplumsal olguların iç içe geçtiğini söyleyebiliriz. Kendi hayal dünyasının şiirini yazıyorlardı dediğimiz Divân şairlerinin mesela Fuzuli'nin, Şeyh Gâlib'in, Yenişehirli Avni'nin topluma bigane kaldığını nasıl söyleyemiyorsak, içinde yaşadığı toplumu çok iyi gözlemleyen Yunus'un da çok sonrasında Sezai Karakoç'un da, İsmet Özel'in içinde yaşadığı toplumun olgularıyla bireysel düşünüş inşa ettiğini söyleyebiliriz. Bu bağlamda bireysel düşünüş ve toplumsal olay ve olgular birbirini sürekli etkiler. O da aynı oranda şiire yansır.
Şiiri ortaya çıkartan koşullara ek olarak neler söyleyebilirsiniz?
Bir önceki sorunun devamı olarak da okuyabiliriz bu soruyu. Şairin yaşadığı iç çatışmalar, huzursuzluk, gelgitler, kişisel çıkmazlar yanında toplumun içinden geçtiği dönemler şiire ya yeni bir yol açar ya da şairi oraya sürükler. Somutlaştırarak söyleyeyim. Siz ne kadar toplumcu şiirden uzak durursanız durun, ne kadar kendi imge dünyanızda gezinirseniz gezinin, mesela yaşadığımız Gezi kalkışmasına, ya da 15 Temmuz işgaline karşı kayıtsız kalamazsınız şairseniz. Doğrudan vatan, bayrak, toprak diyerek bir şiir kurmasanız da oraya göndermelerde bulunabilir şair. Bunu bir imgeye dönüştürüp anlatmak da şaire kalmış bir şey.
Şiir ve şuur arasında birbirini etkileyen ya da tetikleyen bir ilgiden söz edebilir miyiz? Toplumun akıbeti açısından şiiri değerlendirmek mümkün müdür?
Şuuru açık birisi, şiir ile şuur arasında mutlak surette bir bağ olduğunu söyleyecektir. Şairler şuuru açık insanlardır. Zaten "farkında" olmayan insanın şiir üretmesi mümkün değil. Geçelim ikinci soruya. Aslında ikinci soru da, şiirin şuura açılan yönüyle ilgili. Yukarıda bahsetmiştik. Şiirin, bireyselliği ya da toplumcu oluşundan. Şuuru açık olan şair toplumun akıbetiyle ilgili bir tasarrufta mutlaka bulunacaktır. Mesela Necip Fazıl'ın ilk dönem şiirlerini bohem yaşantısının bireysel izdüşümleri olarak değerlendirir ve başarılı buluruz. Fakat Necip Fazıl bizde "Kaldırımlar" ile değil "Sakarya" ile makes bulur. Bunun şiir-şuur-toplumsal akıbet üçgeninde önemli bir veri olduğunu düşünüyorum. Bizde yüzyıllardır "düşünce"nin şiir ile yayıldığını ve ikisinin yol arkadaşlığını düşündüğümüz zaman üçgenin kenarları sağlam bir duvar olacaktır. Tamamen içe dönük, bireysel bir şiir yazsa da, toplumun ahvali ve akıbeti, şairin üzerinde bir mesuliyettir.
Şiirin metropol ya da taşra ile bağı nedir? "Büyük şiir büyük şehirlerde mi yazılır"?
Hayır, büyük şiir büyük şehirlerde yazılır diye bir çıkarım yapamayız. Yazmaya başladığım ilk yıllarda içimde müthiş bir İstanbul'da yaşama hevesi vardı doğrusu. Fakat İstanbul'da ikamet eden yazarların birbirleriyle neredeyse hiç görüşmediğini öğrendiğimde bu hevesim kırılmıştı. Galiba o dönemlerde bu özlemi, bu hevesi tetikleyen şey, yazmak için İstanbul'da olmak şart diye düşünmemdi. Bugün itibariyle dolaşımda olan şiirlerin, öykülerin, romanların, yazıların, denemelerin belki de yarıdan çok fazlası taşrada yazılıyor. Bunda ana etken, çağın çok hızlı değişmesi, internet vasıtasıyla insanların birbirlerine ulaşımının kolaylaşması… Şiirin metropol ya da taşra ile bağından ziyade şairin metropol ya da taşra ile olan bağını yine Necip Fazıl üzerinden okuyabiliriz. Trabzon'da memuriyet hayatına başlayan üstad, burada yazamayacağını anlayınca kısa sürede istifa edip İstanbul'a dönmüştü. Necip Fazıl o dönem "Canım İstanbul"u, Trabzon'da yazamazdı. Veya Yahya Kemal Süleymaniye'de Bayram Sabahı'nı başka şehirde yazamazdı ama değişen taşra şartlarında ben Trabzon'da bir İstanbul şiiri yazabilirim.
Şiirde kuşak kavramı üzerine değerlendirme yapmak ister misiniz? Bu konuda neler söylersiniz?
Şairlerin kuşaklara ayrılması mevzusu eleştirmenlerin işini kolaylaştırması ya da Türk şiirinin genel seyrini göstermesi bakımından elzem belki de. Her kuşağın şairlerinin kendi kuşağıyla etkileşim içinde olduğu bir gerçek… Fakat kuşağın içinden geçerken ne kadar sağlıklı bir değerlendirme yapılabilir kestiremiyorum. Ya da her kuşak, süresi dolduktan sonra değerlendirilse daha sağlıklı sonuçlar elde edilir mi desek. Bu bağlamda 70, 80, 90 ve 2000 kuşağı üzerinden net çizgilerle tahlil yapılabiliyorken, 2010 kuşağı sonrası sanki net bir şey ortaya koyamıyoruz. Eleştirmenlerin sahasına girmekten imtina ederek bu kadarını söylemekle iktifa edeyim. Kuşak bağlamında onların söz hakkı bizden fazla çünkü…
Şiir eleştirisi var mı günümüzde? Bir şiir eleştirisi nasıl olmalıdır? Bu alanda dikkatinizi çeken isimler kimler?
Yok. Orası da işin başka bir boyutu… Yok, çünkü şiir eleştirisi yapılmıyor bizde. Şiir eleştirisine niyetlensek belki eski yıllarda olduğu gibi şiir eleştirmenleri çıkar. Ben aslında çok güzel şiir eleştirisi ya da şiir tahlili yapan, yapabilecek olan akademisyenlerin, hocaların da şiir yazmaya yeltenmesiyle eleştiri ve tahlil kapısının bizde uzun süre açılmayacağını düşünmeye başlamıştım doğrusu. Oysa yazılan şiirin eleştirisini yapmak, şiir yazmak kadar belki ondan da kıymetli. Fakat kimse buna yanaşmıyor. Eleştirmeni şiirin teknik adamı olarak düşünmeliyiz. Ne kadar yetenekli bir oyuncu olursanız olun, bir teknik adama ihtiyaç duyuyorsanız, şair olarak da eleştirmene ihtiyaç duyuyorsunuz. Kendi adıma şiirde tıkandığım zamanlarda bana yol yordam gösterecek eleştirmen olmamasının handikapını yaşıyorum. Bizde şiir eleştirmeni olmamasını biraz da kırılganlığımızda aramalıyız belki. Eleştiriyi toptan kötü bir şey olarak algıladığımız için kimse yanaşmıyor belki de kim bilir. Şiir eleştirmenimiz yok. Arkadaşlarımızın kitaplarının tanıtım yazılarını yazarak mutmain olmaya devam edeceğiz. Yapacak bir şey yok.
Şiir, kurucu bir unsur olarak geçmişten günümüze birçok toplumun duygu ve düşünce bütünlüğü içerisinde hareket etmesini sağlayan bir etkiye sahip tür. Bu bakımdan şiirin kurucu rolü üzerinden kültür ve medeniyet okumaları nasıl yapılabilir.
İngiliz medeniyetini Shakespeare'in var ettiği kabul görür. Homeros ve antik Yunan çağı için de bunu söyleyebiliriz. Bizde de durum farksızdır. Benim durduğum yerden bakınca Türk medeniyetinin inşasına Yunus başlamıştır. Ve bu inşa süreci o yıllardan bugüne kadar hiç ınkıtaya uğramadan devam eden bir çizgidedir. Yunus ile başlayan kurucu rol ya da kurucu irade ne zaman bir kesintiye uğrayacak olsa ya da uğrasa, daha sonra tekrar Yunus çizgisinde yürüyen bir şair tarafından tekrar eski rayına oturtulmuştur. Şairler olmasa bu çizgi bu kadar sağlıklı bir şekilde devam edip gelir miydi? Gelse bile aynı güce yaklaşması biraz zor olurdu sanırım. Türkler olarak şiirin bizde ayrı bir yeri var evet. Kültür ve medeniyet çizgimiz bir bozulmaya uğrasa bile onu tekrar eski yerine oturtacak şairlerimiz her dönem oldu, olmaya da devam edecek. Ben buna inanıyorum. Ki uğradığında Yahya Kemal, Sezai Karakoç, İsmet Özel eliyle tekrar eski yerine oturtulmuştur mesela.
Şiirde usta-çırak ilişkisi bağlamında bu ilişkinin eğitim-etki/gölge riski üzerine neler düşünürsünüz?
Bahsettiğiniz risk her zaman mevcut. Şiirde usta çırak ilişkisi olmalı mı peki? Buna olmamalı diye bir cevap verseniz de usta çırak münasebeti hep olacaktır. Siz kendinize hiç usta seçmeseniz de ister sizinle aynı dönemde yaşayan isterse sizden yüzyıllar önce yaşamış olan şairlerin şiirlerini okudukça o etkilenme ve gölgede kalma riskini bile düşünmeden, düşünemeden bir şeyler tevarüs edeceksiniz. Yeryüzünde yalnız yaşamadığımız gibi yalnız yazmıyoruz da. Ben bu usta çırak ilişkisine ya da birbirinden etkilenme mevzusuna hep masum ve doğal bakmışımdır, bakıyorum.
Folklor şiire düşman mıydı hala öyle midir?
Bence değildi. Dolaysıyla hâlâ değil. Cemal Süreya'nın muradı neydi bilemiyoruz tabi fakat imge merkezli bir şiirde folklorik unsurların yerinin olmadığını düşündüğünü biliyoruz. Folklorik malzemeler, şairi köreltir anlayışının belki 2.Yeni'nin çıkış sürecinde bir anlamı olabilirdi ama şimdi öyle bir anlam yüklemek biraz tuhaf olabilir. Bu folklorik unsurların bendeki çağrışımı daha mühim aslında… Biraz da oradan cevap vermek gerekir. Bilindiği üzere "modern hece" diye tabir edilen bir şiir yazıyorum. Dolayısıyla folklor benim şiirimde vazgeçilmez bir figür değilse bile sıklıkla yer bulan bir öge. Bir düşmanlığını görmedim işin doğrusu. Nihayetinde yoğun folklorik unsurlar kullansanız bile netice itibariyle modern bir şiir yazıyorsunuz. Yani şiir önünde sonunda gelip kelimeye, imgeye dayanıyor.
Roman, hikâye/öykü yazarların birbirleriyle çekişmeleri pek gözlemlenen bir durum değilken şairlerin çekişmeleri, Türk edebiyatında en sık rastlanan bir durum olarak görülmektedir. Şiirin ve şairlerin çekişmeleri hakkında neler söylersiniz?
Şairler huysuz adamlardır çünkü. Bu biraz da şiirin doğasıyla alakalı bir şey… Şiir konforu sevmez. Sürekli "rahatsız" bir çizgi üzerinde gider gelir. Haliyle şiirden neşet eden bu gerilim şaire de yansıyor. Şairlerin birbiriyle sürekli polemik içre olması son derece olağan yani. Romancılar ya da öykü yazarları niye kavga etmiyorlar? Dingin bir hayatları var çünkü. Bırakalım şairler birbiriyle didişmeye devam etsin. Bu tabii akışı bozmayalım bence.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 18.07.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 30.06.2022 21:07
Teşekkürler kardeşim.. Selamlar olsun... size ve Nadir kardeşimize. dualarımla