Şairler Geçidi: Yaşar Akgül ile Konuştuk, Söyleşi, Ethem ERDOĞAN

Şairler Geçidi: Yaşar Akgül ile Konuştuk yazısını ve Ethem ERDOĞAN yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Şairler Geçidi: Yaşar Akgül ile Konuştuk

04.08.2022 09:00 - Ethem ERDOĞAN
Şairler Geçidi: Yaşar Akgül ile Konuştuk

Kendinizi nasıl tanımlarsınız?

Bizim genç şairlerden Kaan Eminoğlu'nun Edebiyat Ortamındaki bir şiirinin başlığıydı: "Bir Tanımım Yok Hala" Evet, benim de bir tanımım var mı, bilmiyorum. Müslüman olduğum kesin. Şair miyim, bu konuda şüphelerim var. Tanımlanmak bir tarifin içine girmektir malum. İnsanın kendini tanımlaması zordur zaten. İman, fikir ve inanç konusunda bunun adı konulabilir, lakin iş sanat, edebiyat, felsefe, sosyal ve siyasal düşünceye gelince bu o kadar da kolay olmuyor. Bunu, insanın kendisinin değil de, başkalarının belirtmesi daha şık olur diye düşünüyorum. Hele bu tanıma bir de sıfat eklerseniz, iyice enaniyete düşmüşsünüz demektir. Ben Müslümanım diyebilirsiniz, ama "Ben iyi bir Müslümanım" diyemezsiniz. Bunu siz değil başkaları söylemelidir. Ben şairim de diyebilirsiniz, ama ben iyi bir şairim dememelisiniz. Müsaade edin de bu sözü başkaları söylesin değil mi?

Şiir yazma biçiminizi anlatır mısınız? Şiirin mutfağı sizde nasıldır?

İnsan, belki tüm edebi türler için masasının başına oturup yazmaya başlayabilir ama bunu şiir için yapamaz. Tabii ki diğer türler için de bir ön hazırlık, birikmişlik söz konusudur, hikayenin de, romanın da öncesi vardır, oysa şiir için bunu söylemek zordur. Hadi oturayım da şöyle bir şiir yazayım diyemezsiniz. Ben hep ilk dizeyi, hatta ilk kelimeyi beklerim. Çokça söylenir bu söz, Valery'nin dediği gibi "İlk dize Tanrıdandır, sonrası alın teridir, emektir, çalışmaktır." Evet, şiir kelimelerle yazılır. Ne kadar yoğun duygular içinde olursanız olun, neleri nasıl yaşarsanız yaşayın, sonuçta gelip kelimenin kapısına dayanırsınız. Çünkü kelime bir göstergedir. Duygu ve düşüncelerinizin dışa vurumu ancak kelimeyle mümkündür. Burada önemli olan kelime hazinenizin zenginliğidir. Hafızanızda ne kadar kelime, kavram, mefhum, ıstılahî deyim, terim yer alıyorsa yazdıklarınız o derece anlamlı, alımlı, akıcı, çarpıcı, cazip ve renkli olur. Bu sizin birikiminizle doğrudan ilgilidir. Denilebilir ki, bu saydıklarınıza sahip olan herkes o zaman şiir, hatta iyi şiir yazabilir. Tabii ki öyle değil. Tam da burada şairin şairliği, yeteneği, özgünlüğü ve özgürlüğü devreye girer. Şair burada kendini gösterir. Şairi görüp görmemek ise okuyucusuna ya da sade okura bağlıdır. Beğenip beğenmemek, olumlu veya olumsuz değerlendirmek öncelikle okurun, sonra da belki eleştirmenlerin, edebiyat tarihçilerinin bileceği bir iştir.

Gelelim kendi şiirimi yazma serüvenime. Bu konuda kesinlikle kendimi sınırlamam söz konusu değildir. Şiir yazarken oldukça serbest ve rahatımdır. Şair, şiirini yazarken ne kadar rahat olursa, okuyucu da şiiri o kadar rahat okur, bana göre; sıkılmaz, bıkmaz, usanmaz. Zorla yazılan, zorlanarak yazılan şiirler, zor da okunur. Yazdığım şiiri önce ben beğenmeliyim, yazdıklarım içime sinmeli ki, şiir tamamdır diyebileyim ve okuyucu önüne çıkabileyim. Bazen bir form, bir kalıp içerisinde yazmak da gerekiyor, biçimsel olarak da kendinizi ifade etme ihtiyacı duyabiliyorsunuz ama bu sizi teslim almamalı bence. Resim tuvale bağımlı gibi görünse de ressam yine bildiğini okur. Kısacası şiir yazma biçimim yazdığım şiirin biçimidir. Şiirin hazırlanması, pişirilmesi, sunumu derseniz, ben mutfakta değilim mutfak benim içimdedir. Malum şimdi yemekler mutfakta yapılıyor, yine mutfakta yeniliyor.

y-_akgul_1

Günümüz şiirlerinin sorunları nelerdir? Çözüm ne olabilir? Şiirimizin bugünkü durumu hakkında neler dersiniz?

Her dönemde olduğu gibi günümüzde de elbette şiirin, şiirimizin sorunları vardır ve olacaktır. Tıpkı insanlar var oldukça insani sorunların olması gibi. Tek tek sıralamaya kalkarsak maddeler uzayabilir. Ama hemeninden söylemek gerekirse en başta Türkçenin kullanılmasıyla, dille ilgili sorunlar var diyebiliriz. Şairlerin önce dillerini çok iyi bilmeleri, bilmekle de kalmayıp, dilimizi çok iyi ve doğru kullanmaları gerekir. Bazı yanlışları görünce hem hayret ediyorum, hem üzülüyorum.

Önemli bir sorun da şiirlerin birbirine benzemeleri. Hani hep söylenir ya, şairlerin isimlerini kaldırsak, ya da yerlerini değiştirsek ne fark eder, kim fark eder diye. Bu kadar vahim değilse de doğruluk payı var bu sözde. Benzemek bazen etkilenmekle karıştırılıyor. Etkilenmek doğaldır hatta gereklidir de. Yine hep söylenir, "Etkilenmeyen etkileyemez" diye. Burada dikkat edilecek husus, benzememek, taklide düşmemek. Tehlikeli bir durumdur bu, mayın tarlasında yürümek gibi. Birçok şairin başına gelmiştir belki. Bazen yazdığım bir dizeyi, ya da ne bileyim ilk benim kullandığımı sandığım bir imgeyi, bir mecazı bir zaman sonra bir başka şairin kullandığını (tıpatıp olmasa da) görünce hemen siliyorum, en ufak bir şüpheye mahal bırakmamak için o dizeyi, imgeyi adeta imha ediyorum. Hadi son bir sorunu daha dile getireyim. Şairlerimiz bazen karınlarından konuşuyorlar, ne idüğü anlaşılmaz cümleler kuruyorlar, hayatta bir karşılığı olmayan metaforlar, bilimsel söylersek, nesnel karşılığı olmayan, kerameti kendinden menkul imgeler kullanıyorlar. Şiir tabii ki düzyazı gibi değildir, fakat sırf anlaşılmamak için de şiir yazılmaz herhalde. (Anlam açısından açık/kapalı, anlaşılmaz/zor anlaşılır şiirler konumuzun dışındadır.)

Dergi takip ediyor musunuz? Hangi dergilerde yazdınız/yazıyorsunuz? Dergilerdeki şiirler üzerine neler söylersiniz?

Günümüzde epeyce dergi yayınlanmasına rağmen, düzenli olarak Edebiyat Ortamı, Yitik Söz, Evvelahir, Müşterek, Bengisu, Muhit (arada bir de olsa) gibi dergileri takip edebiliyorum. Bir de e-dergiler var zaten. Dergibi, Hece Taşları, Açık kara, Yitik Bavul..

Bugüne kadar arada bir yazdıklarımı saymazsak, Elif, Köprü, Kırağı, Sur, Milli Gençlik, Muştu, Mavera, Aylık Dergi, Girişim, Kıyam, Kardelen, Düşçınarı, Edebiyat Ortamı dergilerinde şiir ve denemelerim yayınlandı.

Kişisel bazı nedenlerle uzun bir süre şiir yazmaya ve yayınlamaya ara vermiştim. Son iki yıldır yalnızca Edebiyat Ortamı dergisinde şiirlerim yayınlanıyor.

Mümkün olduğunca kitap okumaya ağırlık veriyorum. Okumam gereken o kadar çok kitap var ki. Aynı anda değişik türde iki, hatta üç kitap okuduğum olmuştur. Biri şiir, biri deneme, biri inceleme türünden. Malum önce testiyi doldurmak lazım.

Dergilerde oldukça güzel şiirler yayınlanıyor. Kaliteli, sağlam, umut veren şiirler. Tabii birçoğunu derginin kendisinden, bir kısmını da facebookta, twitterda vs. yapılan paylaşımlardan okuyabiliyorum ancak. Bazıları "Yurdum Şairlerinin Şiirlerine " benzese de kendi payıma şiir adına ümitvarım. Elenenler zaten bir zaman sonra kendiliğinden silinecek veya unutulup gidecektir. Kalıcı olanlarsa günümüzde de önümüzdeki yıllarda da varlığını sürdürecektir.

Hikâye / öykü türü günümüzün popüler edebiyat türleri arasında. Şiire ilginin az olduğunu düşünüyor musunuz? Evet ise neden?

Edebi türleri birbirleriyle yarıştırmanın doğru olmayacağını düşünüyorum. Birçok yazarımızın hem şiir hem hikâye hem de denemeleri olduğunu hepimiz biliyoruz. Her yazarın kendini ifade etme biçimi farklıdır. Yazarı bu konuda özgür bırakmalıyız. Yazar hangi alanda başarılıdır, hangi türde daha çok okunmaktadır, bunu okura, eleştirmenlere bırakmak en doğrusu bence. Doğrudur, hikâye/öykü/roman/anlatı türü en parlak günlerini yaşamaktadır. Bir zamanlar aynı şey deneme için de geçerliydi. Velakin şiir bana tüm zamanların hâkim türü gibi geliyor. Bunda kadim şiir geleneğimizin büyük bir etkisi var.

İslam öncesinden (sözlü ve yazılı) İslamiyet sonrasında tekke, halk, divan şiiri, Tanzimat, Servet-i Fünûn, Fecr-i Âti, Milli Edebiyat, Milli Mücadele Cumhuriyet dönemi, Yedi Meşaleciler, Garipçiler(1.yeni), İkinci Yeniciler, Toplumsal Gerçekçi Şairler, Maviciler, Hisarcılar, 70'li, 80'li, 90'lı ve 2000'li yılların ve nihayet günümüzün şiiri. Dolayısıyla şiire ilginin az olduğuna veya azaldığına inanmıyorum.

y-_akgul_1-jpg_3 Şiir sadece bireysel bir düşünüşün eseri mi yoksa toplumsal olay ve olgular da aynı oranda etkili midir?

Toplumsal olay ve olguların doğaldır ki, tarihi, siyasi, felsefi, edebi, sosyal ve düşünsel etkileri vardır. Her alana yansıması farklıdır. Mesela, İstiklâl Harbimizi, tüm boyutlarıyla ele alırsak, Milli Şairimiz Mehmet Akif'i göz önüne getirin ve büyüklüğünü düşünün. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz. Hiçbir şair sosyal olaylara, olgulara bigâne kalamaz. Örnek vermek gerekirse: 28 Şubat Direniş Şiirleri, 15 Temmuz Destanı, Kudüs Şiirleri. İşte burada şairin duygulanımları, bireysel düşünceleri, hissedişleri kendini gösterir. Tıpkı aynı güneşten yararlanan canlılar gibi, ya da aynı yağmurdan beslenen ağaçlar, çiçekler gibi düşünebilirsiniz.

Şiiri ortaya çıkartan koşullara ek olarak neler söyleyebilirsiniz?

Dünyanın her gün yeniden kurulması, güneşin her sabah doğması, dört mevsimin her yıl dönüşümlü gelmesi, geceleri ay ve yıldızların gökyüzünü süslemesi, yağmurun, karın yağması, çiçeklerin açması, ağaçların meyve vermesi…bütün bunlar şiiri ortaya çıkartan koşullardan sadece bir kısmı. İnsani boyutuna girmiyorum bile. Gerisi günümüz dünyasında ve ülkemizde yaşanan güncel hadiselerdir. Şairler, neye, nereden ve nasıl bakıyorlarsa şiiri ortaya çıkaran şartlar da orada kendini gösterir.

"Büyük şiirin büyük şehirlerde yazılacağı" savını kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca "Büyük Şiir" in ne olduğu, nasıl olduğu da tartışılır. Şiir iyiyse, kaliteliyse, sizin deyiminizle büyükse taşrada da yazılabilir pekâlâ. Bunu sınırlamak doğru değildir bana

Şiir ve şuur arasında birbirini etkileyen ya da tetikleyen bir ilgiden söz edebilir miyiz? Toplumun akıbeti açısından şiiri değerlendirmek mümkün müdür?

Şiiri şuurdan soyutlamak zaten mümkün değildir. Aksi deli saçması olur. Laf olsun torba dolsun, dostlar alış verişte görsün kabilinden bir şeyler karalamak şiir olamaz. İlk gençlik yıllarımızda gazetelerin magazin eklerinde çeşitleme açısından şiir köşelerine, sayfalarına yer verilirdi. Yukarıda bahsettiğim "Yurdum Şairleri" gibi. Burada yayınlanan şiirler genellikle aşk (aşk dedimse komşu kızına karşı hissedilen duygular), kadın, çiçekler, böcekler (şimdilerde alay konusu ediliyor ama)ayrılık, acı, çile, gurbet, yalnızlık vs. üzerineydi. Samimiyetle yazılıyordu bunlar ama bilinçten yoksundu. Komşu kızıyla evlenince, ya da kız bir başkasıyla evlenince aşk da, şiir de biterdi. Bunu nerden biliyorsun derseniz, tabii ki kendimden. İlk Okul 2.sınıfta ön sırada oturan bir kıza âşık olmuştum ben de. Yıllar sonra da karşı komşunun kızını çok sevmiştim, o da öğretmen oldu ve evlenip başka bir ile gitti. Arabesk takılıyordum. O yüzden Gencebay hayranıydım. Tam bir melankoliktim yani. Sanırım ilk aşk şiirlerimi de o dönemde yazmaya başladım. Bu şiirler bazı magazin gazetelerinde ve antolojilerde de yayınlanıyordu. En son âşık olduğum kızla da evlendim zaten. Bunları niye anlattım. Şunun için. Evet, bir şeyler yazıyordum, daha doğrusu karalıyordum ama bunlar şiir değildi, sonradan anladım. Çünkü ortada şuur yoktu. Rüzgârın önünde savrulup gidiyorduk işte. Genelde şiir sanki gençlik duygularını rastgele, düşünmeksizin, öylesine ortaya saçmak gibi anlaşılır. "Sen de mi şair oldun…" deyimi sanırım buradan çıkmıştır. Roman, öykü vs. nasıl bir şuurun mahsulü ise şiir de aynı şekilde bir bilincin ürünüdür. Değilse bulmaca hazırlamaktan, çözmekten farkı olmaz. Eğlencelik bir şey yani. Gelelim şiir ve toplum meselesine. Bu alanda şimdiye değin çok şeyler söylendi ve söylenecek. Toplumcu Şiiri, Şairleri hatırlayalım. Şair bu toplumda yaşadığına, bu toplumun içinden çıktığına göre, toplumun hem geçmişini, hem bu gününü, hem de geleceğini, akıbetini dikkate almak zorundadır. Fikri, zikri ne olursa olsun, bu onun birinci görevidir. Sadece şairler değil, yazarlar, düşünürler, aydınlar, toplumun istikbalini düşünmek zorundadır. Yani "Toplumun canı cehenneme! diyemezsiniz.

Şiirin metropol ya da taşra ile bağı nedir? "Büyük şiir büyük şehirlerde mi yazılır"?

Bu, öteden beri savunulan, tartışılan bir tez. Sanırım bu iddianın bu gün fazlaca bir önemi kalmadı artık. Doğrudur, bilimin, sanatın, siyasetin ve daha birçok disiplinin, etkinliğin merkezi büyük şehirlerdir. Sanırım burada bahsettiğiniz büyük şehir özellikle "İstanbul"dur. Bu, kısmen kabul edilebilir sanatsal faaliyetler, olanaklar açısından ama büyük şiiri büyük şehre bağlamak yanlış olur. Üstelik büyük şehirde yaşayıp da "Taşralılığı" bir türlü üstünden atamayanlar da var. O zaman Maraşlı şairleri nereye koyacağız. Ne yani bütün şairleri, yazarları, sanatçıları İstanbul'a mı toplayalım. Taşrayı da hor görmemek lazım. Hatta taşrada yaşamak avantaj bile sayılabilir.

Şiirde kuşak kavramı üzerine değerlendirme yapmak ister misiniz? Bu konuda neler söylersiniz?

Bir zamanlar bu kavram da uzun süre meşgul etmişti edebiyat/şiir çevrelerini. Bunu on yıllarla ya da yaşla tanımlamak çok da doğru bir yaklaşım olmaz. Yukarıda sözünü ettiğimiz 70'li, 80'li, 90'lı ve 2000'li yılların şiiri tanımlaması yazıldığı zamanları belirlemek için zorunlu olabilir, ama bunu şiirin algılanma, anlaşılma, aşamalar açısından değerlendirip, geri/ileri, eski/yeni, klasik/modern gibi biraz da görece kavramlarla izah etmek bizi yanıltabilir. Bazen 70'li, 80'li yılların şiirlerini özlemle anarız. O günlerin şiirlerini tekrar tekrar okuyup dururuz. Günümüz genç şairlerinin sayıklamalarına karşılık, halen hayatta olan o yılların şairleri ( kendimi kastetmiyorum tabii ki ) birden tozu dumana katıp genç kuşağa taş çıkartabiliyor. Önceki kuşak şairlerine şu anda emekli muamelesi yapmak haksızlık olur. Eskilerin de yeni şiire/şairlere alan açması, olanaklardan yararlanmasına fırsat vermesi, kısaca genç kuşağı tanımaları, tekebbüre kapılmadan onlarla yan yana durabilmeleri, aynı dergide veya ortamda hiç yüksünmeden bir araya gelebilmeleri gerekir.

Şiir eleştirisi var mı günümüzde? Bir şiir eleştirisi nasıl olmalıdır? Bu alanda dikkatinizi çeken isimler kimler?

Yok demek mümkün değil fakat istenilen düzeyde olmadığı söylenebilir. Takip edebildiğim kadarıyla az sayıda şiir eleştirmeni, hatta eleştirmen var diyebiliriz. Eskiden sayıca fazlaydı belki, onlar da ne yazık ki ideolojik bakışlarla, yaklaşımlarla olaya müdahil olurlar, poetikayı çok da dikkate almazlardı.

Tabii ki, bizim taraf karşı taraf, bizim cenah sizin cenah ayrımına girmeden, yalnızca şiirin kendisi üzerinde değerlendirme yapmak gerekir. Hatta yeri geldiğinde şairinden bile soyutlanarak tek başına şiiri, objektif ve gerçekçi ölçütlerle kritik etmek vazgeçilmez bir şarttır. Tarafsızlık ilk ilkemiz olmalıdır.

Bu alanda isim vermek istemem ama dediğim gibi sayıca az belki, oldukça sağlam eleştirmenlerimiz de var, olmalıdır da. Eksiklik şiir eleştirilerinin daha çok sosyal medya, dijital ortamda yapılması, dergi sayfalarında kalması, (son bir iki yılda yayınlananları saymazsak) kitap boyutuna ulaşamamasıdır.

Şiir, kurucu bir unsur olarak geçmişten günümüze birçok toplumun duygu ve düşünce bütünlüğü içerisinde hareket etmesini sağlayan bir etkiye sahip tür. Bu bakımdan şiirin kurucu rolü üzerinden kültür ve medeniyet okumaları nasıl yapılabilir?

Başka toplumlardaki etkisini, rolünü, öncülüğünü, önceliğini bilemem ama bizim toplumumuz için adeta vazgeçilmez bir unsurdur şiir. Padişahların, âlimlerin, velilerin, şair olduğu bir toplumda şiirin kurucu ve etkileyici rolü yadsınamaz. Bizim medeniyetimizin temel taşları, iman, ilim-irfan, tefekkür, sanat, mimari, edebiyat, şiir… gibi ilahi ve insani yüksek değerlerdir. Kültürümüz de bu değerlerin doğal yansımasıdır. Medeniyetimiz, kültürümüz yoksa biz de yokuz demektir.

Şiirde usta-çırak ilişkisi bağlamında bu ilişkinin eğitim-etki/gölge riski üzerine neler düşünürsünüz?

Hangi sanat vardır ki ustası ve çırağı olmasın? Güneş varsa gölge de vardır. Tekraren söyleyelim:" Etkilenmeyen etkileyemez." Bu doğanın kanunudur. Bunda gocunacak bir şey de yoktur. Benim diyen bir usta bile geçmişinin çırağıdır, geçmiş eserlerin.

Folklor şiire düşman mıydı hala öyle midir?

Cemal Süreya'nın bu sözü bir yargıdır, hatta ön yargıdır. Benimseyenler de olabilir reddedenler de. Sanırım burada folklorun tıpkı taşralılık gibi dışlanması, belki aşağılanması amaçlanıyor. Folklor şiire düşman olsa bile şiir folklora düşman olmamalı derim. Şairin (şiirin) içinde doğup büyüdüğü toplumun dolayısıyla bir parçası olduğu halkının değerlerini horlaması kabul edilemez. Dışlamak, düşman olmak yerine ondan yararlanmalıdır şiir. Bu nasıl gerçekleşir onu da şairler düşünsün artık.

Roman, hikâye/öykü yazarlarının birbirleriyle çekişmeleri pek gözlemlenen bir durum değilken şairlerin çekişmeleri, Türk edebiyatında en sık rastlanan bir durum olarak görülmektedir. Şiirin ve şairlerin çekişmeleri hakkında neler söylersiniz?

Romancılar, hikayeciler arasında da çekişmeler, tartışmalar olmuştur ama karşı taraf genellikle şairdir. Peyami Safa/Nazım Hikmet kavgası gibi. Necip Fazıl'ın kavgaları gibi. Örnekler çoğaltılabilir. Zannederim bunda şairlerin daha bir coşkulu, hırçın, biraz da zabtedilmez bir yapıya sahip olmalarının etkisi vardır.

Teşekkür ederim.


Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 04.08.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 13.07.2022 23:05
1.210

Ethem ERDOĞAN Hakkında

Ethem ERDOĞAN

Kütahya doğumlu. 1995 yılında Alkım edebiyat dergisini bir grup arkadaşıyla beraber çıkardı. Yazı ve şiirlerini Alkım, Kırağı, İpek Dili, Edebiyat Ortamı, Hece ve Yediiklim edebiyat dergilerinde yayınladı.

Yayınlanmış Kitapları

- Cari Şiir: Modern Şiir İncelemeleri, Hece Yayınları, 2025
- Türkçe'nin Çığlığı, Çıra Yayınları, 2024
- Hastalıklı Hikayeler, Hece Yayınları, 2024

- Modernite ve Beyaz Bayrak, Çıra Yayınları, 2024
- Anlatıya Giriş; Roman/Hikaye Öykü İncelemeleri, Ahenk Kitap, 2024
- Şiirden Şaire, Çıra Yayınları, 2021
- Şiirden Şuura, İzdiham Yayınları, 2021
- Ela Bentleri, Yedi İklim, 2017
- Yakaza-n / II Kılıçarslan, Mana Kitap, 2017

Ethem ERDOĞAN ismine kayıtlı 205 yazı bulunmaktadır.

Twitter Kitapyurdu.com