Şairlerle Şiir Soruşturması: Bayram Zıvalı
M. Hüseyin Özer konuştu...
Bize Bayram Zıvalı'dan bahseder misiniz?
Almancayı yeni öğrendiğim dönemde kursta konuşma pratiği adı altında yaptığımız konuşmalarda bizden, önce kendimizi tanıtmamız istenirdi. Benim gerçekten çok zorlandığım bir mesele bu. Yani ne desem ve ne kadar kendimden bahsetsem yeterli olacak bilemezdim. Şimdi de aklıma o geldi. İsmimi biliyorsunuz zaten ben biraz daha genişleteyim. İsmet Özel bir konuşmasında söylemişti onun isminin de normalde Bayram olması gerektiğini çünkü benim gibi Bayram gününde doğmuş. Ama ne olmuş olmuş ismini İsmet koymuşlar. Soyadım ise Giresun'da bir belde olan Zıva'dan gelmekte. Bu ismin ne anlama geldiğini bilemiyorum. Düşüncem o ki; Zıva denilen yere biz Çepni Türkleri yerleştiğinden bölgeye de adını onlar getirmiştir, belki de Çepnilerin Zıva diye bir kolu vardı bilemiyorum. Bizimkiler de oradan ayrılma bir grup olduğu için Zıva'dan olan anlamında Zıvalı soyadını almışlar.
25 yaşına kadar Giresun'daydım. Orada Master dönemimin son aşamasında iken evlenip Almanya'ya geldim. Kısaca Karadeniz'den Karaorman'a geldim diyorum muhabbet sırasında soranlara. Karaorman ise şu Grimm Kardeşler Masalları'nın geçtiği mekân ve de Heidegger, Hermann Hesse gibi efsane isimlerin memleketleri. Daha ne diyeyim bilmiyorum. Bir Online satış firmasında büro çalışanıyım. Çalışmaktan nefret ediyorum aslına bakılırsa. İşime her gün trenle gidiyorum bu iyi, araba kullanmayı hiç istemedim bu da iyi. Rahatsız kitapları okumayı, hasta eden filmleri izlemeyi ve kafası değişik insanlarla konuşmayı seviyorum. Gerisi Çin işkencesi.
Neyse bu kadar yeterli sanırım. Ha unutuyordum Olağanhiçç adlı eseri ben yazdım. İyi de ettim. Şimdi birkaç kitaba aynı anda çalışıyorum, tıpkı bir anda birkaç kitabı okumaya başladığım gibi. Ve henüz yeni bir çeviri kitap yayımladık Arthur Schnitzler'den (Teğmen Gustl).
Belki popüler biri olurum da çalışmak zorunda kalmam.
Şiir ile ünsiyetiniz nasıl gelişti?
Bilmem ki nasıl. Çocukluğumdan beri anlamadığım şeyler okumayı çok sevmişimdir. Tabii okudukça anlıyor ya da kendinde bir anlama getiriyordum bunları. Ve yazmak da hep ilginç gelmiştir bana. Önceden yazılan her şeye kutsal ve hatasız bir şey gibi bakardım, hatırlıyorum. İnsan yeterince bilmediği şeyleri kutsallaştırabiliyor. Üniversite döneminde hayran olduklarım vardı mesela Dostoyevski, mesela Kafka, mesela Cemal Süreya, mesela bir İsmet Özel, Edip Cansever. Sokakta onlarla yürürdüm hep. Onlarla konuşurdum, çay içerdim, bir şeyler yazmak için her şeyi malzeme olarak görürdüm. Ne güzel günlerdi anlatamam. Yazmak için gerekli böyle yaşam heyecanları. Sonrasında okuya - yaza, sile - yaka bu zamana geldim. Artık yazdıklarımı denize atmıyorum ya da yakmıyorum. Bu sebepten korkar oldum kötü bir şey yazmaktan, çok çok az yazmaya başladım. Bu açığımı ve açlığımı çeviri ile gidermeye çalışıyorum.
Şiir ile yaşadığınız hayat arasındaki ilişkiden biraz bahseder misiniz? Hayatınızdan şiiri çektiğinizde geriye ne kalır?
Hiç kalır. Şiiri çekmesek de hiç kalır. Yani şiir yazmamış olsaydım daha sağlıklı biri olabilirdim. Başka 'saçma' şeylere zaman ayırırdım çevremdeki insanlar mutlu olurdu bu standart iyiliğimden. Şiir! ile hayatımı daha da mahvedeceğimden korkmuyor değilim. Ama bu korku daha da büyük bir istek doğuruyor.
"Ölsem mi Şiir mi yazsam?" arasında bir yerlerdeyim yani. Belki anlarsınız.
Şiir yazım hayatınızda bir ustanız var mıdır? Var ise kimdir ve katkıları nelerdir?
İyi şiirler!, iyi filmler, iyi kitaplar, müzikler, duygular vs. zaman zaman bende çok etkili olmuşlardır. Etkilendiğim birçok unsur var böyle ama tüm bunların merkezinde iki ana unsur var: Ben ve Tanrı. Bunlardan başka ustaları çok etkili ve gerekli görmedim. Belki (çok belkili bir hayat benimki) bunlar da yoktur.
Şiir, şuur ve şiar üçlemesine bakış açınızı anlatır mısınız?
Bu üç kelime ile de pek anlaşamam. Yani gerçekten benim olan kelimeler olamadılar hiç. Evet, şiir kelimesi Arapça bir kelime; sezgi, ilham, ilhama dayalı ifade ya da etkili bir şey anlamına geliyor en basitinden (zaman zaman "şiir nedir?" meselesi de gündeme geliyor, bence kimsenin tam olarak bir başka şaire! kabul ettiremeyeceği bir mesele). Yani bir şey ama açıklaması pek mümkün değil. Bu sebepten şiir kelimesini ve şair kelimesini kullanırken hep bir eksiklik hissettim. Şuur kelimesini de bilinç olarak ele alacaksak bazen pek de bilinçli olduğumu söyleyemeyeceğim. Yoksa şiir yazmak çok da mümkün olamaz. Ya da yazılan o şey her neyse işte. Şimdi neden şiir yazıyorsun diyen olabilir. Bir ara dönüyordu bu soru da etrafta hatta (Ne çok soru var).
Bilmiyorum. Yazmamak için yeterli bir özrüm yok. Yazmak içinse çok fazla iç kaşıntım var. Kimseyi de alakadar etmez.
Taşra, kasaba, köy ya da metropollerin mekânsal açıdan şiire katkıları nelerdir? Şiirinizde hangi mekâna sığınırsınız?
Ben nedense şairlerin en azından önemli bir süre şehirli olmaları gerektiğini düşünen biriyim. Sonrasında köyde kasabada vs. olabilir bir iç dinginliği ve önceki birikimlerin sonucunda bir felsefe oluşturma amacıyla. Sürekli taşrada olmak bence dünyayı tek bir pencereden seyretmek gibidir. Ben yaşadım ondan biliyorum. Karadeniz'in o dik yamaçlarında oluştu benim dünyam ama şehirlerde üslup kazandım diyebilirim. Şiir, sanat gibi şeyler ne de olsa genel olarak şehir hatta metropol endişelerinin, ihtiyaçlarının yansımasıdır. Ne demek istediğim biraz olsun anlaşılıyordur umarım.
Yani sanırım mekân olarak şehirci olduğum anlaşılmıştır. Tabii bu demek değildir ki bazı eserlerimde "doğanın felsefesi" ağırlıklı değil. Karadeniz'de büyüdüğümden ama şehirlerde yaşıyor olduğumdan dolayı kendimi iyi bir ölçekte görüyorum.
Günümüz şiirine olan ilgi ve iştiyakı yeterli buluyor musunuz? Bulmuyorsanız bu durumun sebepleri sizce nelerdir?
Elbette yeterli bulmuyorum gerek okuyuculardan gerekse şairlerden dolayı. Kitabım çıktığı andan itibaren insanlardan şu dönüşü çok aldım: "Ya kitaba başladım/başlayacağım ama kafamın dingin olduğu bir zamanı kolluyorum ki tam anlayayım."
Bu ne demektir?
Kafamız günümüz dünyasında pek de dingin olamıyor. Zaman ve hayat ile büyük problemlerimiz var. Zihnimiz karmakarışık ve şiirler pek de bu dünyayı silkelemiyor. Ya da bence kitap okumaktan haberimiz yok (Gerçekten çok cahiliz). Tıpkı birçok şairin şiir yazmaktan haberi olmadığı gibi.
Gelenek mi, modern mi? Lirik mi, epik mi? Hece mi, serbest mi? İlham mı, deney mi? Ya da?
Belki iki üç yıl önce böyle bir soru ile karşılaşsam detaylı bir şeyler söyleyebilirdim ama şimdi sadece ve aslında çok anlamla şunu söyleyeyim:
Hiçbiri Bini Binlercesi.
Günümüz Türk şiiri poetik ve teknik açıdan yeterli ölçüde eleştiriliyor mu? Eleştiri kültürümüze bir eleştiriniz var mıdır?
Bazen denk geldiğim kısa da olsa farklı bakış açıları var ama bunlar da pek sistemli ve arkası gelecek-dolacak olan eleştiriler değiller ya da henüz olamadılar. Bu aralar dergilerde ya makale formatında ya da deneme şeklinde bir şeyler okuyoruz eleştiri adı altında. Yukarda değindiğim gibi önce iyi bir okuma gerekli. Sonrasında eleştiri gelecektir. Sonuçta eleştiri eserden çok okuyucuya yazılan bir tür.
Bu konuda son sözlerim şunlar: Ben en çok kendime eleştirmenim, kendime okuyucuyum ve tabii kendime şairim. Bu konuda eksikliğimi kapatıyorum.
Ve belki de esasen her şey buradan başlar.
Bir okuyucu ve yazar olarak dergilerle ilişkiniz nasıldır? Dergilerin şiir dünyamıza katkısı açısından neler düşünüyorsunuz?
Almanya'da olmama rağmen Türkiye'de olup da benim kadar dergi takip eden, okuyan maalesef çok çok azdır diye düşünüyorum. Her yeni sayısında en az 10 dergiyi inceleme fırsatı bulabiliyorum. Bu konuda harika bir çevrem var. Yeni sayılarla heyecanlanan biriyim. Ama dergilerdeki eserleri görünce de nerdeyse her defasında hayal kırıklığı yaşamıyor değilim. İyi şiirlere denk gelince hemen şairine ulaşmak ve tebrik etmek istiyorum. Ayrıca ben, Ruhsatsız adlı yeni bir edebiyat dergisinin yayın kurulundayım. Değişik kafalarda, istekli ve edebiyat sanat alanında hep bir şeyler yapma endişesinde olan bir grup arkadaşız orada. Böyle ortamlar insana farklı bakış açıları kazandırabiliyor. Bunu diğer dergiler ve ortamları için de söylemek mümkün. Beni okurken heyecanlandıran dergilerde eser yayımlamak, o dergilerin çok değer verdiğim şairleri-editörleri ile muhabbette olmak harika bir şey.
Bunun yanında yeni çıkan özellikle şiir ve öykü kitaplarını da gündemime / takibime hemen alabiliyorum. Almanca dergilere şimdilik değinmeyeyim.
Sadece üç şairi okuma hakkınız olsa bu şairler kimler olurdu? Sadece üç şiir okuma hakkınız olsa bu şiirler hangileri olurdu?
Yani bilmiyorum bu soruya nasıl cevap vermeli ve sonrasında "ya saçmalamışım aslında şöyle de diyebilirdim" dememeliyim. Yani şimdi okuduğum bütün şiirlerden üç şiir mi söylemeliyim? Eğer öyleyse istemeye istemeye şunları yazayım:
Turgut Uyar - Geyikli Gece
İsmet Özel – Of Not Being A Jew
Edip Cansever – Gökanlam
Ama yok eğer bundan sonraki yaşamımda üç şiir okuma hakkım olacaksa bu elbette yazacağım şiirlerden bir üç şiir olsun isterim. Çünkü geçmişte okuduklarım zaten okundu. Onları tekrar okumasam da olabilir. Çünkü onlar zaten etime, kemiğime, bütün ruhuma işlediler. Ama gelecekte yazılacak şeyler her zaman daha heyecanlı geliyor bana.
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 17.08.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 03.09.2024 22:38