Şairlerle Şiir Soruşturması: Can Acer, Söyleşi, Misafir Köşesi

Şairlerle Şiir Soruşturması: Can Acer yazısını ve Misafir Köşesi yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Şairlerle Şiir Soruşturması: Can Acer

20.07.2023 09:00 - Misafir Köşesi
Şairlerle Şiir Soruşturması: Can Acer

M. Hüseyin Özer konuştu...

Bize Can Acer'den bahseder misiniz?

Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğini bitirdim. Edebiyat öğretmeniyim. 2014'ten bu yana çeşitli dergilerde şiir, öykü ve yazı yayımlıyorum. Demirin Demiri Kesme Sesi adlı şiir kitabım 2021 yılında Ketebe Yayınları'ndan çıktı. Hiç tanımayan okuyucu için bunlar yeterli sanırım.

Şiir ile ünsiyetiniz nasıl gelişti?

Şiire nasıl başladığımı hatırlamıyorum. Başlangıçlar hayatımızdaki en belirsiz alanlar zaten. Mesela bilincimizin uyandığı anı ya da kadınlık ve erkeklik farkındalığımızın başlangıcını bilemiyoruz. Uzak geçmişimizdeki başlangıçlara gitmeye de gerek yok bu belirsizliği görmek için. Birine âşık oluruz ama bunun başlangıcını o kişiyi tanıdığımız belirli süre içinde dahi tespit edemeyiz. Bir uyurgezer gibi kendi hayatımızın içinde yürüyoruz. Kafamızı bir yere çarptığımızda ise uyanıyoruz. O yer âşık olduğunu fark etmek ya da şiir yazma arzusu duymak olabiliyor.

Nasıl başladığımı tam olarak fark edemesem de şiire ilgimin nasıl derinleştiğini hatırlıyorum. Lisede okul kütüphanesinden Zühal Tekkanat'ın hazırladığı Papirüs Şiirleri Antolojisi'ni okumuştum. Orada Cemal Süreya, Turgut Uyar, İsmet Özel, Zarifoğlu, Dağlarca, Eloğlu, Ahmet Oktay gibi isimler vardı. Her birinden birkaç şiir olsa da bu kadar büyük ismi art arda okumak şiirin ciddiyetini fark etmemi ve o dünyaya girmemi kolaylaştırdı.

Şiir ile yaşadığınız hayat arasındaki ilişkiden biraz bahseder misiniz? Hayatınızdan şiiri çektiğinizde geriye ne kalır?

Şiirin bütün jestlerine uzak bir hayat yaşıyoruz. Buradaki çıkışsızlık şiirsel gerilimin biriktiği alan oluyor. Ahlakın peşinden getirdiği poetik imkânların biriktiği bir hareketsizlik. Eyleme şiirle dönüşüyor. En azından şair için böyle. Şiir olmasaydı bunu ne ile yapardım bilmiyorum.

Şiir yazım hayatınızda bir ustanız var mıdır? Var ise kimdir ve katkıları nelerdir?

Kökten karşı olduğum ya da kökten bağlandığım bir isim ya da poetik tavır olmadı. Her poetik tavır sanatçının mizacının bir aşırılığına işaret eder. Bu aşırılığın yetenekle buluştuğu yerde sanat için her zaman taze bir imkân oluyor.

Gerçeği kuşatma arzusu ve metnin konuşmaya cehd etmesi şairlerle kurduğum ilişkide belirleyici oldu. Platon'un yazdıklarına bakalım, Sokrates'in orada kendi başına düşünmekten çok başkalarıyla konuşmayı sevdiğini görürüz. Filozof konuşuyor, şairin de ödevi bu. Yüzüme bakıp benimle konuşan her metinden etkilendim. Diğer şairler de mutlaka temas etti bana, ama en çok bu doğrudanlık etkiledi beni. Turgut Uyar, İsmet Özel, Edip Cansever bu tavırla karşılaştığım ilk şairler. Burada konuşkanlıkla siyasi bir tavır kastetmiyorum sadece. Mesela Cansever'in siyasi tonu düşüktür hatta siyasileştiğinde çoğu zaman yapaylaşır da. Ama şiiri konuşur. Cevdet Karal lirizm içinde o konuşkan damarı yakalamıştır. Neoepik bu bağlamda geniş bir hançere oldu Türk şiiri için. Hakan Arslanbenzer, Osman Konuk, Ahmet Güntan, Enis Akın, Ahmet Murat, Yücel Kayıran yukarda bahsettiğim iki hasleti çeşitli açılardan fark etmemi sağlayan isimler oldu.

Şiir, şuur ve şiar üçlemesine bakış açınızı anlatır mısınız?

David Le Breton Acının Antropolojisi kitabının anestezi ile ilgili sayfalarında R. Selzer adlı cerrahın başından geçen bir olayı anlatır. Cerrah bir gün odasına girdiğinde yeni ameliyat olmuş bir kadını karşısında bulur. Kadın elindeki usturayla karnını yarmış ve eliyle organlarını karıştırmaktadır. Kadın tekrar tedavi edilir, tehlikeyi atlattıktan sonra cerraha şöyle der: "Çok canı yanar insanın bu durumda değil mi? Yani şunu demek istiyorum: gerçekten kendi bedenim olsa benim de canım yanardı. Ama hiçbir şey hissetmiyordum." Anestezi sebebiyle hislerini kaybeden kadının eylemini R. Selzer şu şekilde yorumluyor: "Ve birdenbire anladım kendi bedeninin içinde ne aradığını: Acısını arıyordu."

Sanat bunu yapmalı. Acının şuursuz belirsizliğinden bilinç alanına yükseldiğimiz yerdeki büyük gerçeği bize gösterebilmeli. Kendi bedenimizdeki acıyı fark ettirmeli, acıyı değil uyuşturucuyu dindirmeli. Belki bu yerden bir şair çıkar.

Taşra, kasaba, köy ya da metropollerin mekânsal açıdan şiire katkıları nelerdir? Şiirinizde hangi mekâna sığınırsınız?

Taşradan ya da merkezden olduğumuzu unutturacak temel insanlık durumlarını yakalamak için yazıyorum. Tanrı'nın bakışı altında herkes birbiriyle eşittir. Şair de biraz böyle, anlattığı her özneyi aynı eşitlikte birleştirir. Sanatçı taşrada ya da merkezde olsun kendini çemberin ortasında gördüğü için sözünü dünyanın merkezine koymaya gayret eder.

Bir mekânın şiire daha fazla katkı sağlayacağını düşünmüyorum. İnsan faaliyetinin olduğu her yerde şiir aynı cesametle ortaya çıkabilir. Karacaahmet mezarlığını ve İç Anadolu'daki küçük bir ilçe mezarlığını düşünelim. Ya da bir kasaba çarşısıyla Kapalıçarşı'yı. Hangileri şiir için daha büyük bir imkân sağlar?

Taşra-merkez bağlamında Türk şiirinde özel bir durum olduğunu düşünüyorum. Taşra, şairlerin ekseriyeti taşralı olmasına rağmen şiirimiz için bakir bir alan. Taşrayı güçlü şekilde anlatan her şiirin klasikleşmesi bu mevzuda Türk şiirinin bir zaafına ve okuyucunun arzusuna işaret ediyor. Taşrayı bilmeden insanın bütüncül görüntüsünü ıskalarız. Şehir hayatı kendi klişelerini doğurdu. Bugün bohemi yazmak şiir için ne gibi bir tazelik vaat edebilir? Etmiyor da. Ama hem toplumcu açıdan hem de varoluşsal açıdan taşradaki bir muhtarın evreni karanlık bize.

Kitaptaki şiirlerin neredeyse tamamı Ankara'da yazıldı. Ankara nereye denk geliyorsa benim şiirimde taşra-merkez açısından oraya sığınmıştır diyebilirim.

Günümüz şiirine olan ilgi ve iştiyakı yeterli buluyor musunuz? Bulmuyorsanız bu durumun sebepleri sizce nelerdir?

Her toplum klasiklerini okur. O yüzden yakın ve uzak dönemin klasikleşmiş şairlerinin okunması bizi yanıltmamalı. 25 yaşındaki bir şair kaç okunuyor, ona bakmalıyız bu soruyu cevaplarken. Güzel bir Arap atasözü var: Nadir olan şey yok gibidir. Güncel şiire ilgi o kadar az ki bu ilginin toplumsal hiçbir dinamiği harekete geçiremeyeceğini söyleyebiliriz.

Bu durumun temel nedeni, basmakalıp bir cevap olacak ama nesneyle kurduğumuz ilişkide saklı. Marx, kapitalist üretimin düşünceye ilişkin üretim dallarının bütününe, özellikle de sanata ve şiire düşman olduğunu söylüyor. Burada şiire ayrı olarak değinilmesinin sebebi, şiirin diğer sanatlardan farklı olarak nesne ile ilişkisinin kısıtlı olması, dolayısıyla meta olarak sunulamaması. Bugün şiirin sorunu milyon dolarlık resimler, heykeller gibi kapitalizm tarafından dönüştürülmüş olmak değil. Şiirin sorunu, iktisadi ilişkiler ağının dışında kalmak başarısını toplumsal ilişkiler ağının içine girmekle tamamlayamaması.

Gelenek mi, modern mi? Lirik mi, epik mi? Hece mi, serbest mi? İlham mı, deney mi? Ya da?

Sorunun sonuna "ya da" koyarak aslında bunlar arasına sıkışmamak gerektiğini ima ediyorsunuz. Ama ben oyunu bozmayıp cevaplayacağım. Sondan başlayayım. İlham, çünkü bazı şiirlerimi okuduğumda bunları hakikaten ben mi yazdım diyorum. Yazarken bir yoğunluk, kendi gölgemin dışına çıktığım bir an oluyor, o anın hatrına ilham diyorum. Kötü bir hece şiirinin kötü bir serbest şiirden daha kötü olacağını düşündüğüm için tercihimi serbest şiirden yana kullanıyorum. Epik, çünkü büyük hikâyemiz toplumla, tarihle, sokakla vs. kavgamızın olduğu yerde duruyor. Lirik ise eve dönerken işimize yarayacak, çünkü kaybedecek gibi duruyoruz. Gelenek ve modern arasında kararsızım. Biri yeterince ölmedi, diğeri yeterince doğmadı. Çinli devlet adamına "Fransız Devrimi'nin sonuçları hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye soruyorlar. "Sadece iki yüz yıl geçti, kesin bir şey söylemek mümkün değil." diyor. O yüzden bu soruyu boş bırakıyorum.

Günümüz Türk şiiri poetik ve teknik açıdan yeterli ölçüde eleştiriliyor mu? Eleştiri kültürümüze bir eleştiriniz var mıdır?

Türkiye'de eleştiri Hüseyin Cöntürk-Eser Gürson hattından değil Nurullah Ataç-Mehmet Fuat hattından yürüyerek büyük bir imkânı yitirmiştir. Öznellik, ispat sunma ihtiyacı duymama, ortamcılık, izlenimcilik bugün de eleştirinin temel problemleri. O günün şartlarına sosyal medyanın sanatın kaldırmayacağı demokrasisini de ekleyelim. Eleştirinin belirleyiciliğinin olmadığı kaygan bir zemindeyiz.

Bir okuyucu ve yazar olarak dergilerle ilişkiniz nasıldır? Dergilerin şiir dünyamıza katkısı açısından neler düşünüyorsunuz?

Dergiler hür tefekkürün kalesidir, desem klişeye düşer, çok bir şey söylemiş olmam herhalde. O zaman şöyle diyeyim, dergiler bir şeylerin kalesi olmanın yanında, vitrinidir de. Vitrinde tamamlanmış, son halini almış metaların olmasını bekleriz. Edebiyat dergisinin herhangi bir vitrinden ayrılan yanı onun yarım, oluş halindeki edebi durumların sunulduğu yer oluşu. Her vitrin gibi edebiyat dergileri de insanlara sunduğu şeyi daha parlak, alımlı göstermek ister. Bu günümüz dergiciliği için oldukça geçerli. Bu yüzden dergilerin sıcağı sıcağına heyecanlı bir takibi bizi bir illüzyonun içine çekebilir, eksik bir yargıya sebep olabilir. Soğukkanlı, uzaktan bir eleştiri gerekiyor. Dergilerden başka yuvamız yok. Hem orada olup hem eleştiri mesafesini korumak zor.

Yayıncılık her geçen gün merkezileşirken edebiyat ve şiir dergiciliği merkezi yitiriyor. Artık merkezi dergiler yok. Bu şiirin dolaşımdan uzaklaşması demek. Geçmişte merkez olmuş bugün de yayına devam eden birkaç sebatlı dergiye de okuyucu ve genç kuşak o payeyi vermiyor. Merkezin olmamasını ben genel kanının aksine olumlu bulmuyorum. Eleştiri merkezden doğmaz ama merkeze doğrudur. Dolayısıyla belli başlı odak noktalarının olmaması karmaşayı doğuruyor. Eleştirinin olmadığı yerde bu karmaşa nitelik kaybı demek.

Sadece üç şairi okuma hakkınız olsa bu şairler kimler olurdu? Sadece üç şiir okuma hakkınız olsa bu şiirler hangileri olurdu?

Kolaya kaçacağım: Turgut Uyar, İsmet Özel, Sezai Karakoç. Üç şiiri de son zamanlarda daha çok okuduğum şiirlerden seçmek istiyorum: İsmet Özel- Kürek Sesi, Enzensberger- Her Şeye Tıpatıp Uyan Ve Her Şeyi Çoktan Bilenlerin Şarkısı, Hakan Arslanbenzer- Yaş Otuz Şiiri.


Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 20.07.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 03.09.2024 22:37
842

Misafir Köşesi Hakkında

Misafir Köşesi

Kitaphaber ailesine misafir olmuş konuk yazarların yazılarını bu profilde bulabilirsiniz.

Misafir Köşesi ismine kayıtlı 1091 yazı bulunmaktadır.