Şairlerle Şiir Soruşturması: Kadir Tepe
M. Hüseyin Özer konuştu...
Bize Kadir Tepe'den bahseder misiniz?
Şairin sesi, son şiirinde söylediği tondadır diye düşünüyorum. Bu sebeple de şairin yaşamını değerlendirirken, ondan bahsederken son göz açıp kapatmalarını esas almamız gerekir. Bağın en sıkı olduğu an, bir elin o ipe son dokunuş hâlindedir.
Kadir Tepe, son zamanlarda çok yemek yiyip hızlı kilo veriyor. Koltukları huzursuz edecek kadar da ayakta. Bir yerleri gösterirken ayıp el işaretlerini sık sık kullanıyor. Utanmıyor. En mesafeli uzaklıklar, yakınlıktır ya hani... Epey vakittir günlük koşuşturmacasını uzaklıkları izlerken dalıp yakınlıklara doğru yola çıkmakla geçiriyor. Tabii, zaman kavramı insandan insana değişir: Bu aralar Kadir Tepe için zaman kavramı "aşk" ibaresine karşılık geliyor. Nefretin bir duygu olmadığına da kanaat getirmiş durumda. Esasen "duygu" kelimesinin eş anlamlısının "sevgi" olduğunu düşünüyor. Nicedir şiir söylemiyor. Arıyor, gözlemliyor, siniyor, kulak asıyor, kokluyor, çok sigara içiyor ve adımları her zamankinden hızlı. Şiirin poetikası üzerine ve şiir eleştirisine kafa yoruyor. Sözünü sakınmıyor. Kavgacı. Saldırgan. Olduğu gibi yani. Halk masallarına inanmıyor. Kimseden emir almayıp kimseye emir vermiyor. Antika onu hiç ilgilendirmiyor. Küçümsenmesini de engellemiyor. Rahat. Asla taklit etmiyor. Israrlı, azimli. Nazlanmayıp delişmenliğini koruyor. Gayet şık çünkü bütün katillerin iyi giyindiğinin fikrinde. Arkadaşlarıyla birlikte Ruhsatsız 04'ü hazırladılar. Yakında yayımlanacağı malumatına sahip. Hep birlikte, bu sefer Edebiyat Taklitçileri'ni hedef aldılar. Fabrik Kitap'la ilgileniyor.
Ayrıca şiir, hem kıskanç hem de bencildir. Yanında hiçbir uğraşı istemez, kabul etmez ve barındırmaz. Belki de böyle olmakta haklıdır. Muamma. Bu sebeple de Kadir Tepe, artık resim yapmıyor. Hâlâ öğrenci. Genç şaire karşı. Dinozorları pek umursamıyor. Medeni hâli bekar, hiç çocuğu yok, İstanbullu, sahaflar yurdu, Müslüman.
Şiir ile ünsiyetiniz nasıl gelişti?
Ortaokul yıllarımda, bazı tatil günlerinde babamın çalıştığı hastaneye gider, kitap okurdum. Bazen de okul defterime bir şeyler karalardım. Belki de içimdeki serseri çocuğu, canavarı bastırmanın yollarını arıyordum. Muamma. Babamın hastanedeki odası, zemin katta olduğu için odanın camlarını açtığım zaman beni hep karanlıklar karşılardı ve bir gün o camın kenarına, bir güvercinin karanlıklar içinde yuva yaptığını gördüm, zaman içerisinde de gözlemledim. Belli bir vakit sonra da güvercin yavruları o karanlıkta belirmeye, ses çıkarmaya başladı. İşte, o an şiirin ne manaya geldiğini yavaş yavaş idrak etmeye başlamıştım. Umarım anlatabilmişimdir.
Şiir ile yaşadığınız hayat arasındaki ilişkiden biraz bahseder misiniz? Hayatınızdan şiiri çektiğinizde geriye ne kalır?
Şiirde de olduğum adam gibiyim. Olmadığım birisi gibi asla davranmam. Yalan da pek söyleyemem zaten. Beceremem. Tiyatro yeteneğim de yoktur. Taklit etmem. Beni biraz olsun tanıyınca şiirim ile şahsiyetim arasında bir fark göremezsiniz zaten. Bazen de yaşadığımı yazmıyor, yazdığımı yaşıyorum. Sıklıkla yaşıyorum ama. Esas benliğim şiir söylerken beliriyor.
Şiire bulaşmasaydım, o zehri tatmasaydım ne mi olurdu? Elbette daha mutlu, huzurlu, dertsiz tasasız, ruhu rahat, kafası boş, derslerini hiç asmayan, saygılı, kibar, nazik, derli toplu, hesaplı kitaplı bir adam olurdum. Bazı kırılma noktaları kaderimizi belirler ya hani... Benim hikâyemde de şiir, bir kırılma noktasıdır. Belli ki şiir, yakamdan hiç düşmeyecek. Gayet farkındayım. İnsan, rahatsız oldukça can sıkıcı bir hâl alırmış. Huzursuzluğuma derman aramayı bırakalı çok oldu. Rahatsız etmeye devam...
Şiir yazım hayatınızda bir ustanız var mıdır? Var ise kimdir ve katkıları nelerdir?
Ruhsatsız 02'de mezkûr konunun dosyasını yaptık, üzerine çalıştık: "Edebiyat ve Genç Yazar Kavramı: Yaşlıları Niçin Öldürmeliyiz?".
Edebiyatçılar, daima "genç" kalmalıdır. Şiir, asla yaşla ilgili bir mesele değildir. Yıllardır, "usta" olmaya uğraşmayan, her eserinde metnini yenileyen ve genç bir heyecanla bizi karşılayan "yaşlı" birçok şaire ve yazara da şahidiz.
Edebiyattaki "usta" ibaresine tamamen karşıyım. Saçma. Neyin ustası? Ustaları ve genç şairleri adamdan saymıyorum ki. Her yaşta genç kalınması gerektiğini ve ustaca şiir yazılması gerektiğini savunuyorum. Mevzu bahis durumla ilgili düşüncelerim bu şekilde. Dileyen bu konuyu daha iyi kavrayabilmek için Ruhsatsız 02'yi de temin edebilir.
Şiir, şuur ve şiar üçlemesine bakış açınızı anlatır mısınız?
Bu konu hakkında birkaç sözüm var: Şiir, -etimolojik- hâl bakımından "Şa'r" kökünden gelir. "Şa'r" -kıl kökü- manasındadır ve şiir vesilesiyle de ilhamı, sezgiyi çağrıştırır. Yani şiir, şairin zihin dünyasından filizlenerek kafatasında, vücudunun herhangi bir yerinde -saç, kıl- şeklinde belirir. Şairin ruhu, daima çıldırma evresinde olduğu için -ise- şair o kılları, tüyleri başından yolma hâlindedir. Böylelikle "ivme" kazanır. "Somut" bir fikirdir şiir, "Soyut"tan peydahlanır. Görünür, dokunulur, hissedilir, bazen ağıza bile yapışabilir:
Kıl-dır ya hani, -rahatsız- eder. İnsanın kökü-dür kelimeler…
Taşra, kasaba, köy ya da metropollerin mekânsal açıdan şiire katkıları nelerdir? Şiirinizde hangi mekâna sığınırsınız?
Şairin yaşantısını, şiirinde söylediğinin kanaatindeyim. Yani, yer yurt şiire elbette dahildir. Bulunduğumuz yer, kişiliğimizi belirler ya hani... Dediğim gibi şairin esas benliği şiirini söylerken belirir. Bu sebeple şairin vatanına göre benliğini şekillendirdiğini düşünüyorum. Böylelikle de şairin sesi, şekline sirayet ettiği kadar yankı buluyor.
Şiirimde nereyi mi sığınıyorum? Tabii ki, "Ayıp El İşaretleriyle Gösterilen Uzaklıklar" nereyi hedef olarak belirtiyorsa oraya doğru yola çıkıyor, sığınıyorum. Parmağa göre yani. Birkaç gün konaklayıp, yiyip içip, merdiven altı yerlerde takılıp, arabaya benzin atıp geze geze eve geri dönüyorum.
Günümüz şiirine olan ilgi ve iştiyakı yeterli buluyor musunuz? Bulmuyorsanız bu durumun sebepleri sizce nelerdir?
Tabii ki, bulmuyorum.
Maalesef, toplumumuz "tek boyutlu" bir hâle doğru evrildi. Yalnızca yiyip içen, tuvalet ihtiyacını giderip uyuyan bir topluma şiir hitap edebilir mi? Esasen şiir, hitap etmek, ilgi ve iştiyak gösterilmesi için mi var? Asıl sorulacak sorular şunlardır: Şair, kimin için yazar, niçin ve neyi hayal ederek yazar, yazarken nasıl bir dünyanın içindedir? İlk önce mevzu bahis durumları düşünmek lazım gelir. Özellikle de sosyal medyanın toplumu ele geçirmesi, avuçlarının içine alması bayağılığı sağladı. Zihni, düşünmeye, fikir üretmeye iteklemeyene, tek boyutlu bir yaşam profili algısı çizilene rağbet arttı. İş böyleyken günümüzde "sahih" şiirin mana bulması epey güçtür, gülünçtür. Şiir, toplumun neyine, kim ihtiyaç duyup ilgi göstersin ki şiire: Toplum gitgide ahmaklaşıyor.
Tek bir misal gösterecek olursam: Günümüzde insanlar, yetenekleri, hayal dünyaları, kısaca kapasiteleri kıtlık gösterdiği vakit teknolojinin ardına sığınıyorlar. Mesela şairler, "Görsel, Video, Montaj Şiir" adı altında kendilerine yeni bir kaçış rampası edindiler ve bu yolla da daha fazla görünürlük kazanacaklarını düşünmekteler. Ben bu durumu, kızların veya erkeklerin sosyal medyada çekici gözükmeleri, popülerlik kazanmaları için fotoğraflarına "shop" uygulamalarına benzetiyorum. Bir nevi, pazarlama biçimi... Yani şiiri de bayağılaştırma, pazarlama çalışmaları günden güne hız kazanmaya başladı. Tabii, her şey kötüye doğru evriliyor. Kimsenin, özellikle şairin edebiyat adına kurtarıcı da beklememesi lazım geliyor. Dünya dönüyor fakat döndükçe bütün güzelliklerini eteklerinden döküyor.
Gelenek mi, modern mi? Lirik mi, epik mi? Hece mi, serbest mi? İlham mı, deney mi? Ya da?
Ya da: Sıralamış olduğunuz, belirttiğiniz türler, biçimler, kalıplar vs. her daim yeniliğe kapı aralamaktadır, açıktır. Yeniliğe, alışılmışın dışına adım atan, klişeden arınan, duvara yaslanırken bir şey vaat eden her şiirin önemli olduğunu düşünüyorum. Her insan gibi her şairin de parmak izi farklı olmalıdır.
İlham mı, deney mi sorusunu da şu şekilde cevaplandırayım: Neyi oluşturduğunun idrakinde olan şair, yaratıcı değil, 'yapıcı'dır. Yani şiir, öncesinde 'tasarı' gerektiren bir yapıya sahiptir. "Yapmak" eylemi, tasarım içerir çünkü. Şiir, Ex Nihilo Nihil Fit'e yaratılan bir nesne değildir. Bu sebeple ne ilhamı savunuyorum ne de deneyi, yapılan bir şeydir şiir…
Günümüz Türk şiiri poetik ve teknik açıdan yeterli ölçüde eleştiriliyor mu? Eleştiri kültürümüze bir eleştiriniz var mıdır?
Türkiye'de her zaman poetik açıdan bir eksiklik söz konusu olmuştur. Sıkı eleştirmenler sayılıdır. Dönem dönem belirli dergiler, kişiler ortaya çıkıp eleştiri eksikliğini kapatmaya çalışmışlardır. Yani mezkûr eleştiri yapılanmasının dönem dönem boy gösterip kaybolduğunu kastediyorum. Eleştiri alanında önemli insanlar, zaman zaman peydahlanır, ses getirir ve alanı apansız terk eder. Bu böyledir. Günümüzde ise şu şekilde: Doğru düzgün eleştiremeyen, eleştirisi bir duvara dayanmayan, yalnızca tweet atabilen ilginç bir milletiz. Sırf toplum değil, edebiyat camiası için de mevzu bahis durum geçerlidir. Ayrıca şiir kitabı eleştirileri olarak önümüze konulan metinlerin bile tanıtım yazısı formatının ilerisine geçemediğini görüyoruz. Hep övgü var. Hiç sövgü yok. Ayrıca manifesto geleneğinin de "son" bulduğunu ya da bulacağını düşünüyorum. Ya bir şeyler ısıtılıp ısıtılıp önümüze konuluyor ya da tamamen saçmalanıyor, vaat meseli mevcut değil. Çoğu eleştiri akademik dile dayalı, verimsiz. Herkes aynı sözleri tekrar edip duruyor. Kekeme, peltek bir hâl de var. Yani eleştirinin Türkiye'de bozuk bir teyp gibi olduğunu düşünüyorum. Bence "Eleştiri Kültürü" olarak adlandırılan kültür, Türkiye için geçerli değildir. Kültür olarak nitelendiremeyiz çünkü kültür kavramının geçerliliği devamlılığına bağlıdır diyerek de yineliyorum. Ciddi anlamda ortaya konulan metinler, kitaplar sayılıdır. Yıllar öncesine dayanır. Hiç şaşmaz. Kel başa tarak sürülmez. "Umut" romantizmine de girip de hiç kendimizi kandırmayalım.
Bir okuyucu ve yazar olarak dergilerle ilişkiniz nasıldır? Dergilerin şiir dünyamıza katkısı açısından neler düşünüyorsunuz?
Sırf günümüzün şairleri/yazarları değil, dergiciliği de pazarlama yöntemlerini kullanmaya doğru evrildi. Bu dergiler, edebiyatta da tek boyutlu toplum yasasını ilan etmeye çalışıyorlar sanırım. Bir derginin yayın yönetmeninden de bizzat şu şekilde işitmiştim: "Okuyucuların kolay anlayabilecekleri, yalın bir dile sahip şiirler yayımlamak gerekiyor çünkü toplum, ülkenin yarattığı zorluklardan epeyce yoruldu. Onları dinlendirebilecek, gönüllerine hitap edecek şiirler yazmalıyız. Şiirin dünyasında açık kapı bırakmak değil bu, esas olan bütün kapıları direkt açık bırakmaktır. Yani hiç kapatmamak...". Zannımca kişi, apaçık klişenin bir pazarlama yöntemi olduğunu aktarıyor. Edebiyatı da "tek boyutlu" topluma göre şekillendirmek yani…
Şu an yeni bir şey söyleyen, bir tarafa dokunan dergi yok denecek kadar azdır. Esasen: Her derginin bir ömrü vardır. Yaşını tamamlayıp çıkmaya (ölmemeye) devam eder ise tekrar etmeye başlar. Tekrar etmenin de dişe dokunur tarafı elbette yoktur: İşte, faydasız "ölüm" bu durumdur.
Kısaca izah etmem gerekir ise: Birkaç dergi dışında çıkan dergilerin tamamen kâğıt israfı olduğunu düşünüyorum. Şiir dünyasına herhangi bir katkıları yok, olamaz.
Sadece üç şairi okuma hakkınız olsa bu şairler kimler olurdu? Sadece üç şiir okuma hakkınız olsa bu şiirler hangileri olurdu?
Bu soruyu farklı bir şekilde cevaplandırayım: Belirli şiirlerim yahut şairlerim yoktur. Bir şaire, şiire takılıp kalmam, kalınmaması gerektiğini de savunurum. Takıntı kısırlaştırır, alanı daraltır, verimi azaltır. Zihnimdeki isimler, şiirler dönem dönem değişiklik gösterir. Bu aralar: Ahmet Güntan, Enis Batur, Eren Safi gibi isimlerin üzerine kafa yoruyorum diyebilirim.
Aynı düşüncede, savunmayla üç şiire de şu şekilde cevap vereyim: M. Burak Çelik "Silah Bir Kez Görünse Herkes Ateş Eder", Can Ülgen "Son Güllede Çiğnenen Rezene", Berat Korkmaz "Yorgun ve Hatalı Günlerin Yitirilen Irmağı".
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 08.06.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 03.09.2024 22:35