Şairlerle Şiir Soruşturması: Sadi Karademir
M. Hüseyin Özer konuştu...
Bize Sadi Karademir'den bahseder misiz?
1990 yılında Erzincan'da dünyaya geldim. Şiir konuşulan, samimi ve fedakâr bir ailede yetiştiğim için şanslı hissediyorum kendimi. Gerek annem ve babam gerekse kardeşlerim sanatın her alanındaki faaliyetlerim için daima teşvik etmiştir beni. İlk ve ortaokulu Erzincan'da, liseyi İstanbul'da Kuleli Askeri Lisesi'nde tamamladım. On dört yaşımda Kuleli ile başlayan İstanbul serüvenim yirminci yılına varmak üzere. Tam sekiz yıl, boğazın en güzel kıyılarından seyrettim İstanbul'u. Bu yüzden kendimi İstanbullu bir şair olarak görüyorum. İstanbul Üniversitesi'nde İnşaat Mühendisliği okurken, Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliğinde çift anadal eğitimimi devam ettirdim ve Anadolu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde de lisans eğitimimi tamamladım. Devamında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde Proje Yönetimi alanında yüksek lisans yaptım. On yıllık yurt hayatımda, tüm renklerini en yakından tanıma fırsatı buldum Türk insanının. Erzincan ve İstanbul arasında geçen otobüs yolculuklarımda Anadolu bir film şeridi gibi geçmiştir gözlerimin önümden. Halen Marmara Üniversitesi'nde doktora eğitimim tez aşamasında devam ediyor. Lise yıllarında asker, lisans eğitimi yıllarında müzisyen, çalışma hayatında mühendis ve bürokrat olarak katıldım hayatın oyununa. Çok yönlülüğümün odak noktası ise şairlik. Tüm unvanların üzerinde görüyorum şairliği.
Şiir ile ünsiyetiniz nasıl gelişti?
Tüm sanat dallarında olduğu gibi, şiir yeteneğinin de doğuştan geldiğine inanıyorum. Şairlik kumaşı Tanrı'dan, bu kumaşın tasarımını, stilini, rengini ve terziliği yapıyoruz şairler olarak. Bu kumaş ne kadar benzersiz şekilde düzenlenebiliyorsa o derecede de belirlenebiliyor şairlik mertebemiz. Çok erken yaşlarda başlıyor şiirle ünsiyetim. Başta şiirin ses ve ahenk unsurları çocukluk yıllarımda cezbetmişti beni. Devam eden yıllarda, fikir, anlam ve imgedeki yaratıcılık unsurlarını keşfettikçe, buldukça, kullandıkça, kısacası şiir denizinin dibine daldıkça yükseldi şairliğim. Üniversite yıllarımda şiir ve müzik arasında kalmış, hangi sanat dalında ilerleyeceğime şöyle karar vermiştim. Yalnız kaldığım bir an, gözlerimi kapatıp en çok hangi sanat dalına ait hissediyorum, diye sordum kendime. Gözlerimi açtığımda kararımı vermiştim. Elbette şiir olacaktı bu. Şiir. Her şeyden önce şiir.
Şiir ile yaşadığınız hayat arasındaki ilişkiden biraz bahseder misiniz? Hayatınızdan şiiri çektiğinizde geriye ne kalır?
Yaşadığınız hayattan şiiri çekerseniz, şiir burada bir şey kaybetmez. Kaybeden, hayatın anlamı, güzelliği, yaratıcılığı olur. Heykelden taşa, müzikten gürültüye, Taç Mahal'den mağaraya olan dönüşüm gibi keskin bir ilkelliğe götürür insanlığı. Düzen içerisinde hareket eden insan görünümlü robotlar yaratır şiirsizliğin ortamı. Kapitalist despotizm, tüm dünyaya zaten bu durumu reva görmedi mi? Ben sosyal buluşçu şiir düşüncemle; iyiyi, güzeli, doğruyu, yeniyi, fikri, aklı, kalbi, sezgiyi, estetiği, aşkı, kavgayı, barışı, isyanı şiirin içerisine dahil ediyorum. Düşünce yönünden sosyal adaleti, sanat yönünden ise buluşçu (yaratıcı) imgeyi öne çıkararak oluşturuyorum eserimi. Okurken de yazarken de daima büyük şiirin peşinde koştum. Bu koşu, büyük şairlerle aynı pistte koşacak kadar geliştirdi şiir nefesimi. Şiiri yazdığım o sihirli anda özümdeki şair berraklığına erişebildiğimi düşünüyorum. Şiirle meşgul olmadığım anlarda, şiiri değil daha çok -şiirime ters düşmeyen- bir şairaneliği yaşıyorum hayatta.
Şiir yazım hayatınızda bir ustanız var mıdır? Var ise kimdir ve katkıları nelerdir?
Daha önce çeşitli dergilerde yayımlanan poetik metinlerimde de ifade ettiğim gibi, kendi şiirim için hiçbir şairi kendime usta olarak görmüyor, benden daha genç hiçbir şairi de çırak olarak kabul etmiyorum. Usta-çırak ilişkisi zanaatta işe yarayabilir muhakkak ama sanatta bazen olumsuz sonuçlar da verebiliyor. Etrafımız, kendini usta sayanların etrafında toplanan küçük kendine göre 'bir liderimsi etrafında cemaatleşmiş' yapılarla dolu. Böyle gruplarla; şöhret, para, reklam vb. kazanımları kimileri elde edebilir. Ama henüz bu tarz oluşumlardan gerçek bir şiirin/şairin çıktığını görmek mümkün olmamıştır.
Taşları Yemek Yasak'ta "Türkiye düşünce dünyasına uşak olarak değil de öğrenci olarak girebilmiş olsaydı hem öğrenciliğin sona erdiği bir zaman gelecek, hem de bütün öğrendiklerini kendi özgün düşünce sistemi içinde bir yere oturtabilecekti." diyor İsmet Özel. Bu sebeple kültür emperyalizminin uşaklığını reddederek, yirmili yaşlarımda doğu şiirinin de batı şiirinin de öğrencisi olmayı tercih ettim. Geniş çaplı okumalarda, yüksek algı düzeyiyle, ön yargısız bir yaklaşımla her kesimden, dünyanın tüm dillerinde yazılan şiirlerden şiir hakkında edindiğim bilgi kendi sesimi oluşturmamda faydalı oldu. Tabi, bilginin yorumlanması da şairliğin vasıflarından. Türk edebiyatında da dünya edebiyatında da sevdiğim şairler ve yazarlar muhakkak var. Yaşamakla, Türk ve dünya şiirinden devraldığım mirası daha ileriye taşıyabileceğimi düşünüyorum.
Şiir, şuur ve şiar üçlemesine bakış açınızı anlatır mısınız?
Bu üç kavram, şair vasfı taşıyan bir Türk aydınında bir arada bulunmalı elbette. Ama sadece şairlik üzerinden bir değerlendirme yaparsak bu üç kavram birbirinden ayrışabilir. Söz gelimi şiir, şuurun üstünde bir seviyede. Bu konuda, şiirde aklın bilerek aşılması gerektiğini düşünüyorum. Şiar kavramına gelince bu hususta şiarın hangi kavramı işaret ettiğini düşünmek gerekir; ülkü mü, yoksa ayırıcı özellik mi? Şair benimsediği bir ülküye hizmet edebilmek için yeni şiirler yazabilir. Ama tek başına bir ülkünün benimsenmesi kişiyi şair yapmaz. Şairlik, -hiçbir ek şart aranmaksızın- 'şiir içi' ispatla mümkün.
Taşra, kasaba, köy ya da metropollerin mekânsal açıdan şiire katkıları nelerdir? Şiirinizde hangi mekâna sığınırsınız?
Mekânlar şaire yeni alanlar açabileceği gibi şairin şiirine ket vurabilir de. Bu durum şaire göre de değişebiliyor. Bazen zıtlıklardan, baskılardan da beslenilebiliyor sanatta. Kasaba ve köy sanat filmlerinde kaldı artık. Bu sözü kasabayı veya köyü aşağılamak için söylemiyorum. Doğrusuyla, -çoğu zaman- yanlışıyla köyden kente göçle sosyal bir dönüşümü yaşadı Türkiye. Özellikle metropollerde kimlik ve kişilik karmaşasının yüksek seviyede olduğu mutant bir dönüşüm söz konusu. Kendi adıma köylüleri de kentlileri de öldürmeye gerek yok diye düşünüyorum şiirde. Yine de şehrin insanı olduğumu söyleyebilirim. Tabiatı seven, anlamaya, anlamlandırmaya ve işlemeye gayret eden biri olarak eserlerimin şehirli bir şairin kaleminden çıktığını belirtmeliyim.
Günümüz şiirine olan ilgi ve iştiyakı yeterli buluyor musunuz? Bulmuyorsanız bu durumun sebepleri sizce nelerdir?
Türkiye'de de dünyada da şiire olan ilgiyi asla yeterli bulmuyorum. Bu durumun başlıca sebebi, sadece bir ekonomik sistemi değil, aynı zamanda tekilleşmiş bir hayat tarzını da insanlığa dayatan KAPİTALİZM'dir. Kapitalizmle hesaplaşmadan fikir ve sanat yönünden yapılan hiçbir eleştiriyi yeterli bulmuyorum.
Gelenek mi, modern mi? Lirik mi, epik mi? Hece mi, serbest mi? İlham mı, Deney mi? Ya da?
Türkiye'de eğer vatanınızı seven bir aydınsanız, içinde yaşadığınız topluma ve insanlığa karşı sorumluluk duygunuz varsa, hangi görüşten olursa olsun muhakkak bir sentez arayışında oluyorsunuz. Doğu ile Batı, akıl ile kalp, sanat ile bilim, şiir ile felsefe, kültür ve teknoloji arasında kurduğumuz bağlarla yeni yorumlar getirebiliyoruz topluma. Kendimi, geleneği bilen modern bir şair olarak görüyorum.
Şiir her türlü duygu-durumdan türeyebilir. İster hece ile yazılsın, ister serbest ölçü de olsun şiirde muhakkak ahenk ve iç ahenk unsurunun bulunması gerekiyor.
İlhamla gelen, deneyle -şiir işçiliği gerçekleştirilerek- dönüştürülebilir. Ama tek başına deney, şiiri oluşturmaya yetmez.
Sanat düşüncem, poetik iddiam kısa bir süre önce yayına hazırladığım ikinci kitabımda belirtilen 'sosyal buluşçuluk' üzerine kuruludur. Kıymetli okurlar bu kavramın detaylı açıklamasını ikinci şiir kitabım yayımlandıktan sonra görebilirler.
Günümüz Türk şiiri poetik ve teknik açıdan yeterli ölçüde eleştiriliyor mu? Eleştiri kültürümüze bir eleştiriniz var mıdır?
Bizde eleştiri kültürü yoktur maalesef. Bu yüzden, Türk şiiri dünya şiirinin ileri ucunu temsil edebilecek bir potansiyele sahipken, belki de Batı'ya göre tek ve en belirgin geri kaldığı alanlardan biri olmuştur eleştiri alanı. Türkiye'de övgü ve sövgü -bilerek yergi demiyorum- birbirini kovalar. 'Faydasız bir kavga ortamı' da sürüp gider böylelikle. Okul ve akademi kısmını bir kenara bırakın, bu gün şiirleri ve kitapları basılan insanlardan şiirin ve sanatın gerçek anlamını bilen sahi kaç kişi var? Mevlana'yı Batılı eleştirmenler sayesinde tanıdı Türk sanat kamuoyu. Yunus Emre'nin dahi gerçek değerini anlayabilmek için Batılı eleştirmenlerin yazılarını bekleyen aydınlar var bu ülkede. Eser üzerinden vasatı reddedebilen / dehayı fark edebilen bir eleştiri aklının özlemini yaşıyoruz daima. Ve yıllar geçtikçe bu özlem, yerini giderek koyulaşan bir karanlığa bırakıyor.
Bir okuyucu ve yazar olarak dergilerle ilişkiniz nasıldır? Dergilerin şiir dünyamıza katkısı açısından neler düşünüyorsunuz?
On yıl geçti edebiyat dergilerinde yazmaya başlayalı. Edebiyat dergileri, kaliteli editörleri, genel yayın yönetmenleri bulunduğu, güçlü sosyal ve sanatsal etkileşim ortamı yarattıkları, eser odaklı özgün ve tarafsız bir yayın politikası izledikleri müddetçe edebiyatımıza ve şiirimize katkıları daima olumlu yönde olmuştur. Varlık ve Dergâh dergisi gibi geleneği olan dergileri önemli buluyorum. Dergâh dergisi ile başlayan edebiyat dergileri maceramda çok farklı dergilerde şiir ve yazılarım yayımlandı. Dergâh dergisi dışında, Türk Edebiyatı, Dil ve Edebiyat, İzdiham, Söğüt gibi başka dergilere de şiir ve yazılarımla katkıda bulundum. Dergâh dergisi hem bir okul hem de bir ekol görevini gördü. Bu sebeple dergi birçok şairi ve yazarı da edebiyat dünyasına kazandırdı. Bu hususta büyük hikâyeci Mustafa Kutlu'nun eser yayımlamadaki seçiciliğinin, harcadığı zamanın, emeğin, sanat görüşünün de önemi büyük. Keza, sanat ortamımızdaki çoraklık göz önüne alındığında Türkiye'de para kazanmadan edebiyat üzerine uzun yıllar emek harcanması da ayrıca takdire şayan. Tüm bu sebeplerden dolayı her ne kadar edebiyat dergilerini sıklıkla eleştirsem de varlıklarını değerli buluyorum. Yeter ki hakkaniyetli bir edebiyat eleğini, yayın politikasını oluşturabilsinler.
Sadece üç şairi okuma hakkınız olsa bu şairler kimler olurdu? Sadece üç şiir okuma hakkınız olsa bu şiirler hangileri olurdu?
Zihnimde kalabalık bir şair ordusuyla geziniyorum şiirin koridorlarında. Bu sebeple kimseye haksızlık etmemek adına, bu soruya cevap verebilmem mümkün değil.
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 13.07.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 03.09.2024 22:37
Harika bir söyleşi olmuş yolun bahtın açık olsun seninle gurur duyuyorum