Şairlerle Şiir Soruşturması: Şafak Çelik
M. Hüseyin Özer konuştu...
Bize Şafak Çelik'ten bahseder misiz?
İstanbul'da doğdum, burada büyüdüm ve hâlâ burada yaşıyorum. İstanbul bir merkez. Beni ve düşüncemi de sanırım belirleyen, yönlendiren bir şehir. Çok az İstanbul adını şiirde kullanarak yazmışımdır ama şehir çoğunlukla İstanbul'dur şiirlerimde.
Çok okumaya çalışan biriyim, çok yazmaya çalışmıyorum aslında. Ama yine de çok eser verdiğimi görüyorum geriye baktığımda. Bunun da sebebi düzenli bir çalışma şeklim olması sanıyorum. Analitik düşünürüm, programlıyımdır, çalışmalarım da düzenlidir. Bunun sonucunda sanırım geçen zamanda çokça eser elde etmiş oluyoruz.
Şiir ile ünsiyetiniz nasıl gelişti?
Ağabeyim sayesinde. Radyo dinlerdik çocukluğumda, orada bir program vardı ve programcı sevdiği şiirlerin belli bölümlerini sürekli okurdu. Her yayında bir İsmet Özel, bir Nazım Hikmet, bir Sezai Karakoç şiirinden bölümler okurdu. Tabii şiirin adını ya da şairinin adını söylemiyor. Biz de ağabeyimle o şiirleri kâğıtlara geçirip daha sonra şairini bulmaya çalışıyoruz. Sonrası Kadıköy ve sahaflar.
Şiir ile yaşadığınız hayat arasındaki ilişkiden biraz bahseder misiniz? Hayatınızdan şiiri çektiğinizde geriye ne kalır?
Kırklı yaşlara kadar şiir hayatın tam merkezinde, hayatın tamamını kapsayacak şekilde diğer bütün şeylerin üstüne gerilmiş bir şemsiye gibiydi. Şimdiyse bu kadar kapsayıcı olmadığını görüyorum. Şimdi daha çok hesaplıyorum başka şeyleri. Önem olarak değil ama hayatta kapladığı yer olarak sanki biraz küçüldü ya da şemsiyenin kumaşı inceldi.
Şiir yazım hayatınızda bir ustanız var mıdır? Var ise kimdir ve katkıları nelerdir?
İlk başlarda özellikle şiirin öğretilemezliği anlamında bir ustanın varlığı ve olması gerekliliğine pek sıcak değildim. Fakat bu düşünce o an benim yeteri kadar okumamış olduğum ve gerçek bir hocayı tanımamış olmamdan doğuyordu. 2008 yılında A. Ali Ural hocamla tanıştım ve o günden itibaren büyük etkisi olmuştur. Mesela klasiklere nasıl bakılması gerektiğini ondan öğrendim.
Ustalar konusunda bir de rahmetli Sezai Karakoç'un Edebiyat Yazıları kitaplarında değindiği bir nokta var. Her şair için okuyup etkilendiği bir ustası var. Ustamızla yüz yüze tanışmamış olabiliriz. Ama onun eserinden aldığımız şeyler vardır. Bu noktada çok fazla ustam olduğunu söyleyebilirim.
Şiir, şuur ve şiar üçlemesine bakış açınızı anlatır mısınız?
Üçü de ses ve kök olarak ne kadar yakınlar! Demek ki bir bağlantıları var. Bu bağlantıyı biz romantik bir bakış açısıyla şiir en baştadır diyebiliriz, başka biri çıkıp önce şuur diyebilir. Bir başkası da şiar baştadır diyecektir. Hangisi önde olursa olsun fark eder mi?
Taşra, kasaba, köy ya da metropollerin mekânsal açıdan şiire katkıları nelerdir? Şiirinizde hangi mekâna sığınırsınız?
Herkes evine sığınır bence. Tabii ev neye işaret eder ona bakmak lazım. Yunus Emre'nin evi İsmet Özel'in eviyle aynıdır bana göre. Ben de eve sığınanlardanım. Ama sizin sorunuzda kastedilen şehirleşme anladığım kadarıyla. Her ne kadar olumsuzluklarını şiire taşıyor olsam da ben yaşamını metropolde kuran ve geçiren biriyim. Dolayısıyla benim için şehir merkezde. Şehir dediğimizde de akla ilk gelen İstanbul tabii.
Günümüz şiirine olan ilgi ve iştiyakı yeterli buluyor musunuz? Bulmuyorsanız bu durumun sebepleri sizce nelerdir?
Fazla olduğunu bile düşünüyorum. Herkesin farklı amaçlarla şiire yaklaşımı var. Mesela gençler karşısındakini etkilemek için yaklaşıyor. Sonrasında amacı değişse de şiire bulaşmış oluyor bir kere. Mesela bir dizide Mevlana, Yunus Emre, Rilke, Oscar Wilde okunuyor. Herkes o etkiyle şiire ve şaire ilgi duyuyor. Şiirin kolay elde edilir görünüyor olması kişiyi kendinde hemen yaparım, ben de yazarım yanılgısına düşürüyor. Bir kere denedinizse bitti zaten, zehirlenmiş oluyorsunuz.
Gelenek mi, modern mi? Lirik mi, epik mi? Hece mi, serbest mi? İlham mı, deney mi? Ya da?
Hepsi olabilir. Günümüzde bu saydıklarınızın yetkin örneklerini dergilerde görebiliyoruz. Şiiri arama yeriniz değişebilir. Sürekli aynı alanda olmak istemeyen şairler var. Ya da ömrünün bir anında her zamanki tavrının dışında hatta karşısında bir şiir yazabiliyor.
Günümüz Türk şiiri poetik ve teknik açıdan yeterli ölçüde eleştiriliyor mu? Eleştiri kültürümüze bir eleştiriniz var mıdır?
Elbette yeterli diyemeyiz. Eleştiri ülkemizde olumsuzlama olarak algılanıyor. Kritik etme, inceleme, detaylarına vâkıf olma, künhüne varma olarak bakmıyoruz. Eleştiri, sanatçının ne yapmak istediğini anlayıp bunu ne kadar başarılı olarak eserine taşıdığını gösterir olmalı.
Bir okuyucu ve yazar olarak dergilerle ilişkiniz nasıldır? Dergilerin şiir dünyamıza katkısı açısından neler düşünüyorsunuz?
Elbette takip etiğim, etmeye çalıştığım, göz attığım, önemsediğim dergiler var. Dergi bir zaman aralığından bakmak gibi geliyor bana. O zaman aralığında edebiyat ya da sanat dünyasında neler yapılıyor görebiliyoruz. Mesela bir teknoloji dergisine baktığınızda o zaman aralığı çok anlamlı değildir. Üzerinden zaman geçtiğinde, bir sonraki sayı geldiğinde teknoloji yenilenmiş, önceki sayıda tanıtılan ürün eskimiş, daha ileri bir modeli çıkmış oluyor. Ancak sanat ve edebiyat dergileri için bu geçerli değil. Geçmiş sayılar baktığınızda bir birikimi görebiliyorsunuz. Hem geçmişte hem şu anda hem de gelecekte olanı gösteriyor diyebilirim. Bilmem açıklayıcı oldu mu?
Sadece üç şairi okuma hakkınız olsa bu şairler kimler olurdu? Sadece üç şiir okuma hakkınız olsa bu şiirler hangileri olurdu?
Bu sorunun cevabı, söylenecek üç ismin dışındaki diğer ustaları yok saymak gibi olacak. Böyle bir seçim yapmak benim için de imkânsız gibi. Kimi söylesem diğerinde aklım kalacak. Hangi şiiri öne alsam diğerinde bir yön öne çıkıp aklımı kurcalayacak. O yüzden bu soru için beni mazur görün. Çok teşekkür ederim ilginiz için.
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 31.08.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 03.09.2024 22:39