Şairlerle Şiir Soruşturması: Sami Uluğ
M. Hüseyin Özer konuştu...
Bize Sami Uluğ'dan bahseder misiniz?
İlk, orta ve lise tahsilimi Kırıkkale'de tamamladım. Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi mezunuyum. Memleketin farklı illerinde öğretmen olarak çalıştım. Halen mesleğimi İstanbul'da yapmaya devam ediyorum. Çocukluğumda çobanlık, gençliğimde esnaflık yaptım. Toprak işlerinden de anlarım.
Şiir ile ünsiyetiniz nasıl gelişti?
Ortaokul yıllarımda kafiyeli dizeler yazardım veya söylerdim. Bunlar dörtlük şeklinde olurdu ve unutulur giderdi. İlk ve ortaokulu köyde okumuştum dolayısıyla ders kitaplarından ve 'Cin Ali' serisinden başka kitap görmemiştim. Lisede ilk kez para verip bir kitap almıştım. Aldığım kitap Necip Fazıl'ın Çile'siydi. Günlerce Çile'yi okuduğumu hatırlıyorum. Benzer şiirler yazmaya çalıştım. Sonra lise ikinci sınıfta edebiyat dersimize Cahit Yeşilyurt isimli bir öğretmen geldi. Birkaç ders sonra şair olduğunu öğrendim. Evet, merhum şair Cahit Yeşilyurt'la vefatına kadar şiir hakkında çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim. Allah rahmet eylesin. Üniversite yıllarımda takip ettiğim bazı yerel ve ulusal dergilere şiirlerimi gönderdim. Gönderdiğim şiirlerden bazıları Türk Edebiyatı, Kırağı, Öncü Edebiyat ve Martı gibi dergilerde yayınlandı.
Şiir ile yaşadığınız hayat arasındaki ilişkiden biraz bahseder misiniz? Hayatınızdan şiiri çektiğinizde geriye ne kalır?
Aslında siz bu soruyla birazda şiir poetikamı sormuş oluyorsunuz. Ben şiir veya şairlik serüvenimi iki döneme ayırırım. Bu iki dönem arasında bir tane bile şiir yazmadığım koca bir on yıl var. Ama şiirden ve edebiyattan asla kopmadım. Yine dergileri takip ediyordum. Birinci dönem şiirlerim söz sanatlarının ön plana çıktığı; aşk, sevgi, hasret, ayrılık, acı, ölüm gibi duygusal konuların işlendiği şiirlerdi. Bu şiirlerimi 'arabesk şiir' olarak da isimlendirebilirim. Daha fazla tekilliğe ve bireyselliğe kaçan bir şiir. O zamanlar beslendiğim kaynaklar ki bunlar; okuduğum kitaplar, dinlediğim şarkılar, baktığım kişiler, gezdiğim arkadaşlar, yaşadığım toplum, paylaştığım ailem vb. tüm bunlar şiirin böyle yazılması gerektiğini söylüyorlardı sanki. Oysa şimdi bugünden o günlere baktığımda iki şey bu tür şiir yazmamı sağlıyormuş: Bir, sezgide zayıflık; iki, yazmada kolaylık. İlk şiir kitabımın ismi de bunu doğrular niteliktedir: 'Sana Şimdi Aşk Yazamam'. Bu kitaptaki şiirlerime kötü şiirler demiyorum ama 'sıkı şiir'ler de değiller.
Yıllar sonra yeniden şiire döndüm. Bu benim ikinci dönemim. Kendimi yazmaya mecbur hissettim. Bu dönemde ne yazmam, neyi yazmam gerekir sorusunu sorarak şiir yazmaya başladım. Kierkegaard'ın meşhur sorusuna cevap olarak şiirler yazmalıydım. Neydi o meşhur soru: Tanrı beni yaratmakla ne kastetmiş olabilir? Kendimi ve sonrasında hayatı anlamlandırmak, varoluş sebebini sorgulamak, kendi gerçekliğim ile toplumun gerçekliği arasındaki bağın zayıf ve kuvvetli noktalarını görmek ve tüm bunları şiirin, sanatın imkânlarından yararlanarak şiirler yazmaya çalışıyorum artık. Yani az önceki sorudan hareketle kendime şiir bittikten sonra 'Ben bu şiiri yazmakla neyi kastettim?' diye soruyorum. Öyleyse şiirimi okuyan okuyucu da kendine sormalı: Şair bu şiiri yazmakla neyi kastetmiştir?
Hayatımdan şiiri çekip aldığınızda geriye şairler kalır. Şairleri dinlemek, onları yakından veya uzaktan takip etmek kalır. Bunlardan arta kalan zamanlar da ise roman kalır, hikâye kalır ki bunların da çoğu kurgudur. Kurgu üzerine bir hayat sürüp gidersiniz. Oysa şiir gerçektir.
Şiir yazım hayatınızda bir ustanız var mıdır? Var ise kimdir ve katkıları nelerdir?
Yukarıda bir başka soruda buna kısmen de olsa cevap vermiştim ama biraz daha açmakta fayda görüyorum. Merhum şair Cahit Yeşilyurt benim şiir hakkında bire bir fikrine başvurduğum büyüğümdü. Ustam denilebilir mi? Tam manasıyla evet, diyebileceğim bir usta çırak ilişkimiz yoktu. Lise ve üniversite hatta mesleğimdeki ilk yıllarımda sık sık buluşur başta şiir, edebiyat olmak üzere lüzum görülen her konuda sohbetler ederdik. Önerdiği kitapları okur tavsiyelerine uyardım. Katkısı elbette olmuştur. Şiirlerimi okuyup acımasızca eleştirdiğini hatırlarım. Şiirin; kafiyelere ve edebî sanatlara boğulmaması, bir önermesinin olması gerektiğini uzun uzun örneklerle anlatırdı. Şiir hakkında kulağıma şu küpeyi de o takmıştır: 'Şiirde kelime israfı yapma.' Mekânı cennet olsun.
Şiir, şuur ve şiar üçlemesine bakış açınızı anlatır mısınız?
Bu üç kelime de 'şair' kelimesinde birleşirler, buluşurlar. Şimdi bu üç kelime kullanılarak derin manalar içeren birden fazla cümle kurulabilir. Ben birini söyleyeyim, gerisini size ve okuyucuya bırakayım. Kendisine erdemi şiar edinmiş şuurla şiir yazan kişidir, şair.
Taşra, kasaba, köy ya da metropollerin mekânsal açıdan şiire katkıları nelerdir? Şiirinizde hangi mekâna sığınırsınız?
Ömrünün yarısını taşrada geçiren biri olarak sorunuza cevap veriyorum. Taşra, yazan insanı beslemez; taşra, çöl gibi verimsizdir. Köy, kasaba hakeza böyledir. Bedenen ve ruhen daha yalnızsınızdır taşrada. Bunun yanında büyük şehirler, metropoller ise her türden insanın ve olayın yaşanabileceği yerlerdir. Daha canlıdır. Daha fazla görsel zenginlikleri vardır. Taşrada bir ömür görmeyeceğiniz olayları metropollerde bir günde görür, yaşarsınız. Bu çeşitlilik sizin şiirinize de yansır. Elbette benim de şiirlerimde ekseriyetle yaşadığım şehrin izlerini görürsünüz. Özellikle ikinci dönem şiirlerimde. Caddeler, sokaklar, binalar, AVM'ler, inşaat alanları, ATM kuyrukları, banka faizleri, işçiler, patronlar, travestiler, işportacılar… Özel, kamu, sosyal hayatın bize kattığı ve bizden alıp götürdü ne varsa onları yazmaya çalışıyorum. Sadece yaşananlar bakımından değil şehir, mekânları aynı zaman da dili de zenginleştiriyor. Somut mekânlardan daha somut şiirler çıkar. Ben demiyorum ki taşrada edebiyat, şiir olmaz. Zenginlik bakımından şehirler edebiyat için daha verimlidir. Bildiğim ve söylediğim budur. Taşrada köpek beslemenin anlamı ile Nişantaşı'nda köpek beslemenin anlamı farklı olduğundan taşra ile şehrin şiiri de farklı olacaktır.
Günümüz şiirine olan ilgi ve iştiyakı yeterli buluyor musunuz? Bulmuyorsanız bu durumun sebepleri sizce nelerdir?
Elbette yeterli bulmuyorum. Şiire olan ilginin azalmasının sebepleri arasında İkinci Yeni şairlerinin ve şiirlerinin üzerine Türk şiirine yön verecek veya ses getirecek şairlerin dolayısıyla şiirlerin çok az oluşu -ki onlar da cılız- veya hiç olmayışı gösterilebilir. Bir diğer sebep ise son yirmi yılda teknolojinin hızlı gelişimiyle insanların ilgilerinin başka alanlara kanalize olmaları söylenebilir. Ayrıca şu da ayrı bir tespitimdir ki az önce söylediklerimi çürütmüş olayım; günümüzde her yerde, her ortamlarda şair çok, şiir yok! Herkes kendisinin şairi…
Gelenek mi, modern mi? Lirik mi, epik mi? Hece mi, serbest mi? İlham mı, deney mi? Ya da?
Harika, bu sorduklarınız benim şiir serüvenimin cevabı aslında. Daha önce de söylediğim gibi ben şiir serüvenimi iki döneme ayırıyorum. Birinci dönem yazdığım ve 'Sana Şimdi Aşk Yazamam' isimli kitabımda topladığım şiirlerim; gelenekçi, lirik, hece ölçülü, ilham beklenilerek veya alınarak yazılan şiirler diyebilirim. Oysa ikinci dönem yani on yıl sonra yazdığım şiirlerimin çoğu modern, epik, serbest ve deneye dayalı şiirlerdir. Bunların içerisinden şiir yazarken yaslanmayacağım tek şey 'ilham'dır. Diğerleri az veya çok şiirlerimde yer bulabilirler.
Ya da: Neoepik, ironik, nesirşiir şiirler de yazılabilir.
Günümüz Türk şiiri poetik ve teknik açıdan yeterli ölçüde eleştiriliyor mu? Eleştiri kültürümüze bir eleştiriniz var mıdır?
Şiir eleştirecekseniz eğer önce kendi görüşlerinizi çok net olarak ortaya koymalısınız. Okuyucu senin hakkında gelgitler yaşamamalı. Sonra şiirin teknik, biçim, kelime işçiliği ve mana bakımından eleştirisi yapılmalıdır. Kullanılan imgelerin yerli yerinde olması, söz örgüsünün disipline edilip edilmediği, kelimelerin ifade kuvveti, işçiliğin gerekli seviyede olup olmadığı ve tüm bunların şiirin manasına kattığı derinlik tek tek eleştirel olarak ele alınmalıdır. Günümüze dönüp bakıldığında şiirin çok, eleştirinin ise buna oranla çok az olduğunu görüyoruz desek yanlış olmaz. Eleştiri azaldıkça şiir nicelik olarak daha da çoğalacaktır. Bir de iyi eleştirilerin iyi şairlerce yapılacağını düşünüyorum. Türkiye'de hangi alanda, hangi konuda olursa olsun eleştiriyi ve eleştirilmeyi beceremiyoruz. Genelde eleştirenin dayanaksız, eleştirilenin ise hazımsız olduğunu söyleyebilirim. Mecrasına göre eleştiri değil sanatına, şiirine göre eleştiri gelişmedikçe eleştiri kültüründe bir yol alamayız. Ya büyük bir hınçla eleştirip öldürüyoruz, ya da büyük bir övgüyle eleştirip şişiriyoruz.
Bir okuyucu ve yazar olarak dergilerle ilişkiniz nasıldır? Dergilerin şiir dünyamıza katkısı açısından neler düşünüyorsunuz?
Lise yıllarımda aylık olarak takip ettiğim iki dergi vardı. Dergiler o yıllarda daha çok gazete bayilerinde satılırlardı. Takip ettiğim dergilerin biri Varlık, diğeri ise Türk Edebiyatı'ydı. Varlık dergisinin dili o yaşta bana ağır gelmesine rağmen takip ederdim. Türk Edebiyatı dergisi ise nispeten biraz daha anlayarak okuduğum ve kendime dolayısıyla şiirime daha yakın hissettiğim bir dergiydi. İlk şiirim Türk Edebiyatı dergisinin 'son iki sayfasında yer alan 'Genç Kalemler' diye bir bölüm vardı, orada yayınlanmıştı. Sonra imkân buldukça yeni dergiler takip ettim. Kimisi kapandı, kimisi hâlâ yayın hayatına devam ediyor. Kapanan dergilerin yazarları, şairleri bir araya gelip yeni dergiler çıkardılar. Bunlar arasında Atlılar'ı ayrı bir yere koymalıyım. Atlılar'ın yeni sayısını sabırsızlıkla bekler onu bulabilmek için Ankara'nın Kızılay ve Sakarya çevresindeki bilinen tüm kitapçıları gezerdim. Güzel ve heyecanlı günlerdi. Edebiyat dergileri, edebiyata ilgi duyup yazanların çoğunlukla isimlerini ilk kez duyurdukları, yayınlanan eserden sonra tekrar heyecanla bir sonrasını yazmaya teşvik eden mecralar diyebilirim. Şimdi bazen görüyorum hiçbir dergide ne bir hikâyesi ne bir şiiri yayınlanmamış yazarların(!) kitapları basılıp satışa sunuluyor. Bunlar yazan için ego tatmini, kitabı yayınlayan için ise tamamen ticarî olan şeyler. Okuyucu olarak da dergilerin önemi bir başka. Geçmişine, ismine, genel yayın yönetmenine ve yazar kadrosuna bakarak okunan, takip edilen dergiler var. Var olsunlar da.
Sadece üç şairi okuma hakkınız olsa bu şairler kimler olurdu? Sadece üç şiir okuma hakkınız olsa bu şiirler hangileri olurdu?
Issız bir adaya da gidecek miyiz? Bu sınırlayıcı bir soru dolayısıyla cevabı da sınırlı olacaktır. Vereceğim cevap, vermeyeceğim cevaptan daha büyük ve önemli değildir. Cumhuriyet dönemi şairlerinin yaklaşık yüz yıllık süre içerisinde farklı akımlar ve poetikalar oluşturduklarını görürüz. Bu süreci kronolojik olarak bilmek, Türk şiirinin izini sürmek önemlidir. Dönemsel olarak seçmek isterdim ama o zaman da erken veya geç doğmuş şairin suçu ne, diye kendime sorardım. Sadece üç şairi okuyarak kendinize ait şiirinizi, sesinizi inşa etmeniz mümkün görülmemektedir. Velev ki öyle olsun istiyorsanız -ki öyle istiyorsunuz-okuyacağım üç şair; Sezai Karakoç, İsmet Özel ve Hakan Arslanbenzer olurdu. Nedeni ise sorduğunuz sorunun bana sunduğu hak gibi görünse de aslında bu biraz da adını andığım şairlerin hakkı.
Okuyacağım üç şiir ise bunda pek zorlandığımı söyleyemem çünkü beğendiğiniz şiir veya şiirler sizin iç dünyanızla bağ kuranlardır. Dördüncüsü benim yazdığım şiir olması kaydıyla; Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak, İstiklâl Marşı ve Karacaoğlan'ın Üryan Geldim Yine Üryan Giderim şiirleri.
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 10.08.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 03.09.2024 22:38
Değerli Sami Hocam şiir ve edebiyata susamış insanlar için sen değerli bir kaynaksın. İyi ki varsın. Selam ve saygılar.