Salacak Takvimi Tipolojisi
Yazının Tipolojisine Dair
Yazarlık bir tür virüstür. Bir kişi bu virüse maruz kalmışsa sonraki süreç onun duygu ve düşüncelerini paylaşmak zorunda olduğu bir süreçtir artık.
Yazarlık süreci anlatılacak bir hikâyenin, iletilecek bir mesajın, bilgi ya da fikrin varlığının dışarıya aktarılması sürecidir. Bu aktarım kelimelerle yapılır. Bunu yapmak kişiyi yazar yapar mı? Yapar elbette. Hatta yazmayı seviyor olmak da, her yazının bir okuru olmasına rağmen okur için yazmama mantığı da, iç dünyasını dışarı aktarmanın keyfine yönelerek metin üretmek de kişiyi bir yazar yapar.
Hayatı yönlendiren, insanı hareket ettiren önemli bir eylem halidir yazmak. Bu eylem hali varoluşumuzu, kurduğumuz dengelere ve iş birliğine bağlı tutar. Bu kompoze yapı hayatı ve sosyal yapıyı ıskalamayı da engeller. Peki, bir yazar ne yapar? Yazar. Onun yazması, yayınlaması, okunması ve kabul görmesi, sayıdan bağımsız olarak, yeterlidir. Olma ile yapma arasındaki eylem hali birbirini destekleyen ve iten hallerdir. Bu durum da onun tıpkı hayat gibi gel git içinde oluşuyla ilgilidir. Buna yatay hayatının dikey hayatına karşı direnci denebilir. Kişinin bir yazar olarak kendini var kılması, yaptığı işler ve ortaya koyduğu ürünleriyle ortaya çıkar. Ürettiği bu kimlik de kendisini harekete ve eser ortaya koymaya zorlar. Bir ikilemlerle (ve çelişkiyle) dolu ilişki hayat ve üretme ilişkisidir.
"Neden yazıyorsunuz?" sorusu bir zamanlar, "ıssız adaya düşsen alacağın üç şey" sorusu kadar meşhurdu. Bu soru üzerinden geniş çapta soruşturmalar yapılıyor daha önce verilmiş cevaplar derleniyordu. Mesela G. G. Marquez "Biz yazarların neden yazdığı önemli bir soru. Cevap, hem daha melodramatik, hem de daha samimi olarak şudur: Yahudi veya siyah biri olman gibi bir şeydir yazar olmak." Cevabını verir. Bu cevapta odak noktası bu işin tabi-fıtri oluşuna yapılan atıftır. J. P. Sartre kendi hayatını anlattığı "okumak" ve "yazmak" başlıklı iki bölümden oluşan "Sözcükler" kitabında, okuma ve yazmayı "ihtiyaç" olarak görür. "Bulantı" kitabının final cümlelerinde tüm yaratıcı eylemlerin ve dolayısıyla bunlardan biri olan edebiyatın bir varoluş biçimi olduğunu açıklar. "Bulantı" kitabının kahramanı Antoine şöyle düşünür: "bir gün birisi yazacağı romanı okur ve şöyle der: Antoine Roquentin yazmış bunu, kahvelerde sürten kızıl saçlı bir adamdı." Sait Faik de bu soruya o meşhur cümlesiyle cevap vermiştir. "Söz vermiştim kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım."
Salacak Takvimi'nin Tipolojisi
Yazar Esra Özde Karabatak Dergisi hikâye yazarlarından. Salacak Takvimi kitabı da 2021 yılında Şule Yayınları tarafından çıkarılmış. 24 hikâyeden oluşan 164 sayfalık oldukça oylumlu ve hacimli bir kitap. İlk not olarak bu kitaptaki hikâyelerin klasik anlatı ile modern öykü arasında ve her ikisinden de faydalanan bir sentez olduğunu söylemek gerekir.
Kitabı okuduktan sonra, yazar Esra Özde'nin Yenişafak gazetesinde çıkan söyleşisi olduğunu fark edip okuyunca Adalet Ağaoğlu'nun "…hep severek yazdım. Yazmadan duramıyordum. Yazarak öğrendiğim kadar hiçbir şeyden öğrenmedim." Cümleleri geldi aklıma. Esra Özde Yenişafak gazetesinin 15 Eylül 2021 tarihli sayısındaki söyleşide "…edebiyatın dünyasına sıradan bir izleyici olarak değil elimde defter, kitap, önlüğü ütülü, saçı taralı heyecanla girmek; iyiyi kötüden, kalıcıyı geçiciden, edebiyatı diğerlerinden ustam A. Ali Ural'ın rahlesinde ayırabilmek; sonra bu kıymetli birikimle hayat nehri içinde yüzerken yolumuzu tıkayan o kayaları aşmaya çalışmak, benliğimi kazanmak…" şeklinde konuşmuş. Adalet Ağaoğlu'nun bakışına ek olarak Esra Özde hayatın tıkadığı yolu yazarak aşmak, eklemesini yapmış. Bu yaklaşım sanatın oyun oluşu, hayatın gerçekliğinden üst bir gerçekliğe-sanata kaçma anlamında önemlidir.
Bu kitap kapsamında yazılan her cümle eksik kalacaktır. Bu notu şunun için düştüm: anlatı baştan sona birkaç katman ve yöne sahip. Hayatın gerçekliği bir renk, bu gerçekliğin bir kahramanın hayatındaki travmalara değen yanı başka bir renk ve bu esnada etraftaki eşya ve nebat ve de hayvanlar diğer renk. Böylece üç katman tamamlanıyor. Esra Özde'nin yalnız yetenekli bir kalem olması değil mesele. O hikâyelerinde okurla mektuplaşıyor, mailleşiyor ve yazışıyor. Sohbet-söyleşi türünün gelişmiş bir sürümü adeta bu metinler. Okurun "bizi yazmış" diyeceği hassalar üzerinden gelişiyor onun metinleri. Ben de dâhil herkesin kendinden bu kadar parça bulabildiği, okuru anlayan ve özdeşim kuran bir kitap. Bu noktada Mustafa Kutlu ustanın "Kambur Hafız ve Minare" hikâyesi gelip dayanıyor kapıya…
Kitaptaki farklı hikâyelerde, ebeveyn eksikliğinin acı ve kekre tadı, sevdiği ya da ilgi duyduğu ve hatta ilgi gördüğü adam tarafından anlaşılmama sorunu yaşayan kadınların hayal kırıklığı, merhamet, suskunluk ve suskuyla çok şey anlatabilme hususları belirgin şekilde farklı hikâyelerde görülüyor.
Salacak Takvimi'nde bulunan hikâyelerdeki tipleri şöyle somutlaştırabiliriz: Kalbini avucunda bir serçe gibi taşıyanlar, sevginin kelâmını portakal çiçeklerinde bulan yetimler, yalnızlığı reçel dolu kavanozlara dolduran anneler, üniversite sınavına hazırlanan gençler, apartmandaki seslerden şikâyetçi ama aslında sese hasret yalnız çağ kadınları, müziğinin bir notasını bile ailesine layık görmeyen ilgisiz babalar, okumak için tek umudu olan ağa dedesine türkü ile tutunan kız çocukları, sevdiği için harnup bahçesini gül bahçesine çevirenler, en çok da üzülen, eziyet edilen, sevdasını kalbine gömen, suskunluğa mahkûm edilen kadınlar… Birkaç alıntı yaparak yazarın dil ve anlam hâkimiyetinin yaratıcılığını ortaya koymasını ve anlam dünyamızdaki referanslarını örneklemek istiyorum:
"-Rabbim sen bu kızın dünyada gözünün kaldığı neyse cennette ona iki mislini ver. -Bir şeye heves ettiysen olmaması için ilk adımı attın demektir. -Seni sevdim, demişti bu sabah. Ben böyle sevilmek istemiyordum ki. Ağrı kesici gibi. Faydalı bir sebze, özel günlerde dolaptan çıkarılan bir takım elbise, rahat bir ayakkabı gibi. Ben böyle sevilmek istemiyordum. Canın isteyince yanına gittiğin bir dost gibi. Ben böyle sevilmek istemiyordum. -En sevdiği tarafından terk edilen biri, çivili yatakta uyur gibi tavşan uykularıyla tedirgin rüyalara dalarken, hayatı boyunca pamuklara sarmalanmış, huzurla uyumuş bir diğeri onu ne kadar anlayabilir? -Hayatın boyunca herkesi kızağına doldurup önden çeken bir geyik olmuşsan ayağının sızlamasıyla durman bile o kızaktan gürültü çıkarır. - Sessizliğin sihirli bir yanı var. Bütün gürültüleri duyabiliyorsun, hiç söylenmeyenleri bile."
Bu tipoloji kırık dökük, yılgın ve bezgin modern insanın tipolojisidir ve Türk edebiyatında köklü bir geçmişe sahiptir. Salacak Takvimi'ndeki hikâyelerde üretilen tiplerden yola çıkarak, bu tipolojinin biraz farkla "benmerkezci hikâye" formunun günümüz uzantısı olduğunu söyleyebiliriz.
Bu hikâyeleri okuyunca edebiyatın özel bir alanına yolculuk anlamında şunları yazmak gerekiyor. Hayat ideal ile reel arasında bir düz çizgidir. Bu durum sübjektif bir algı ya da kavrayışı hakikat yerine ikame etmeyle bireyciliğe, egosantirizme dönüşür. Üzerinde ittifak edilebilecek genel geçer doğruların geri plana itilmesi sonucu, sosyal ruh, toplumu bir arada tutan çimento tahrip olur. Herkesin kendi gerçeğini ürettiği bu modern çağda, objektif gerçekliğin ve bilginin ötelenmesi ve yadsınması söz konusudur. Durum nihayetinde hakikatin ve bilginin yadsınmasıyla lumpen eğilimlerin ve kitch ürünlerin başat hale gelmesine zemin hazırlıyor. Bu bağlamın ortaya koyduğu hikâye tarzı, aslında modernizmin ürettiği bir tür hikâye olan "benmerkezci" hikâyeye kapıyı aralıyor. Modern hikâyenin ilk sürümü malum durum hikâyesidir. Durum hikâyesinden bir çıkma olan "benmerkezci" hikâyeye tarzı, tiplerin kendi ruh hali ve hayal dünyasını yansıttığı hikâyelerdir. Bu hikâyelerde olaylar kahraman anlatıcı bakış açısıyla aktarılır. Hikâyenin ana kahramanı yazardır. Yazar, yaşadığı olayları kendini hikâyenin merkezine koyarak, kendisini birey olarak aktarır. Bu hikâye çeşidinde yazar, gözlemlerden ve olaylardan hareket ederek bireysel depresyon ve çıkmazlara yönelir. Esra Özde hikâyelerini bu gözle okumak gerektiği kanaatindeyim.
Sonuç
Esra Özde hikâyeleri "benmerkezci" hikâye tarzına yakın olmakla birlikte bariz bir farkındalıkla ilk sapaktan ayrılıyor. Ayrışma noktası da Esra Özde hikâyelerinde insan ben ya da sen tiplemesi olsa da yanında taşıdığı hakikat bilinci ile öne çıkıyor. Hayvanlara, bitkilere ve eşyaya yüklenen anlamın insana paralel şekilde yüceltilmesine şahit oluyorsunuz. "Benmerkezci" hikâye tarzında ön planda olan kişisel bunalım bu hikâyelerde hayatı ihata eden karışık bir bakışa, bütünleşik bir algıya dönüyor. İnsanın hayvan, bitki ve eşyayla birlikte ele alındığı bir hayat bu.
Esra Özde'nin Salacak Takvimi hikâyeleri "bireyi birey olarak incelemek" yerine "bireyi etrafını kuşatan bütün bir yapı ile" inceliyor. Hikâyelerde karakter oluşturmaktan bilinçli olarak imtina ettiğini düşündüğüm yazar karakterin sıra dışı eylemlilik halinin bu hikâyelerdeki naifliğe zarar vereceğini öngörmüş olmalı. Bu sebeple kahramanların tip olarak kalması bu planlama için daha uygun olmuş. Çünkü yazarın kahramanları, dış dünyayı içinde olduğu ruh durumuna göre algılıyor. Ortaya çıkan gelişmeler karşısında beklenmeyen davranışlar ya da tepkiler vermiyor. Kendi içine dönüyor-sığınıyor genellikle. Kendi içine bakmanın faziletlerini saymak yerine Salacak Takvimi okumayı öneriyorum.
Salacak Takvimi
Esra Özde
Şule Yayınları
164 sayfa
2021, İstanbul
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 21.06.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 18.06.2023 00:09