Sancaklı Salih: Salih Akgül Hacıfeyzoviç
Salih Akgül Hacıfeyzoviç'in 'Asla Umutsuz Olma' isimli kitabını sipariş ettim ve gelmesini heyecanla bekledim. Acaba nasıl bir üslupla yazılmıştı? İçinde anıları var mıydı? Ya iş dünyası! Neticede o sıfırdan zirveye kendi çabasıyla gelmiş önemli bir girişimciydi ve bunca sorunun kafamda dolaşması boşuna değildi. O biz Balkan göçmenlerinin medarı iftiharı iş adamlarındandı. O bizi bize ve de dünyaya anlatan bir modeldi. Zira ondaki girişimci ruh, az veya çok tüm Balkan göçmenlerinde bulunur. Babamda vardı örneğin. Ömrü boyunca türlü türlü işler denedi rahmetli babam…
Panayır ve festivallerde Balkan köftesi satmışlığı da var, eskiden 'çerçi' bazen de 'yolcu' dedikleri seyyar satıcılık yapmışlığı da var babamın. Ekru burunlu, yeşil brandalı emektar Anadolu'yla köy köy gezen ve bir eve lazım olabilecek her şeyi satan bir seyyar satıcı olduğu yıllar… Tozlu köy yollarında onunla satış yaptığım günleri bu gün gibi hatırlıyorum. Gün gelmiş grand tuvalet giyinerek hemen her gün farklı renk ve modeldeki otomobillerle eve gelmişti. Çünkü o vakitler araç ticaretiyle uğraşmaktaydı. Tabii bu sıraladıklarım kısa ömrüne sığdırdığı işlerden sadece birkaçı. Demem o ki, yolunu gözlediğim bu kitap bir bakıma bana babamı da anlatacaktı. Tüm sorularım ve onların gölgesi olan beklentilerim iki kapağın arasana sığdırılmış sayfalarda olmalıydı.
Sonunda bir öğlen vakti kitap geldi, başladım okumaya. Ama ne okumak; 'soluksuz' derler ya işte öyle. Bir gün nasip olur da kendisiyle tanışma fırsatı bulursam kitabına imza alacağım ve de hemen her sayfasına yazdığım kargacık burgacık notlarımı göstereceğim kendisine. Bazen işe gidiş geliş yolunda toplu taşımada, bazen öğlen molasında bir parkın bankında bazen de bir fincan kahvemle balkonumuzda okurken öyle çok not almışım ki! Şimdi bu notlardan hangisini yazsam, nasıl derlesem, nerden başlasam diye kara kara düşünmekteyim. (Hatta laf aramızda bazısını okuyamıyorum. Sanki başkası yazmış gibi.) Fakat sonra dedim ki kendi kendime; "Amman bre Necla, ne düşünürsün arpacık kumrusu gibi. Salih Akgül Hacıfeyzoviç'i tanıtarak başla işe, gerisi gelir, sen hiiiç tasalanma!"
Öyleyse bu sese kulak verip başlayalım…
Salih Akgül Hacıfeyzoviç Kimdir
Kitabına sade ve kulpsuz fincanda kahve içtiğine değinerek başlayan Salih Akgül Hacıfeyzoviç okurla arasındaki bağı acı kahvenin 40 yıllık hatırıyla şekillendirir. Öyle ki ağırlıklı olarak Boşnakların kullandığı kulpsuz fincanın fotoğrafını da ilave eder bu başlangıca. Sözlerine eskilerden, çok eskilerden başlar. Beşi tifo salgınında olmak üzere aynı yıl içinde yedi kardeşinin vefatıyla nasıl sarsıldıklarını, "Allah verdi, Allah aldı" tevekkülüyle yaşayan evlatları için ayakta kalmaya çalışan anne babasını ve daha birçok acı tatlı anıyı sıralar. Bir ömrün sığdığı sayfalarda anlatılanları sığdırmaya, kelimelere "Asla Umutsuz Olma" fistanını giydirmeye çalışacağım.
Yazarın ailesiyle birlikte Türkiye'ye yerleşme sürecini ve çalışma hayatını aktardığı "Asla Umutsuz Olma" 2020 yılında okurla buluştu. 'Nikad Ne Gubi Nadu' ismiyle Boşnakça dilinde yayımlanan eserin yazarı Salih Akgül Hacıfeyzoviç 1946 yılında Yugoslavya'nın Priyepolye şehrine bağlı, Novi Pazar'a 80 km uzaklıktaki Miloşev Do köyünde doğdu. Bu köy onun atalarının 300 yıl boyunca hayat sürdüğü yerdi. Bu yerde var olan dağlık bölge Boşnakçada 'Süleymanova stiyena' yani 'Süleyman'ın ormanı' denilmekte ve binlerce çam ağacına yurt olmaktaydı. Minik patikaları olmasına rağmen zirvesine çıkmaya müsaade etmeyen sarplıktaydı. Aile geçmişinde bu dağa tırmanmak isteyen birçok kişi hayal kırıklığına uğramıştı ki konu hakkında bilinen tek istisna yazarımızın babası Tahir ve amcasının oğlu Sabriya 'nın dağın zirvesine tırmandığıydı. Yazarımız da henüz yaşı iki basamaklı sayılara erişmemişken dağın zirvesine erişmeyi denemiş fakat muvaffak olamamıştı.
Daha bir çocukken kendisine büyük hedefler belirleyen yazarımızın kitabını okurken onun bu dağı metaforlaştırarak hayatına adapte ettiğini sıklıkla düşündüm. Girişimci ruhuyla geliştirerek ürettiği ve dünyaya tanıttığı dağ bisikletleriyle o dağın zirvesine çıktığını düşünüyorum. Hatta sadece kendisi değil daha birçok amatör ve profesyonel bisiklet severin kendi zirvelerine ulaşmasına da katkı sundu. Nitekim kitabın kapağındaki dağa tırmanmakta olan bir bisikletli var. Dağın zirvesindeyse Türk Bayrağı... Günümüz siyasi haritasında Miloşev Do'daki bu dağ Sırbistan sınırları içinde kalmaktaysa da kitabın kapağındaki dağın zirvesinde Türk bayrağının bulunması Balkan göçmeni olan yazarımızın Türkiye'yi içten benimseyişine, onu daima zirveye taşımak isteyişine ve iki vatanlı her fert gibi her iki ülkeyi olumlu iletişim içinde görme arzusuna bağlamaktayım.
Amcası Sabriya'nın ölüm döşeğinde vasiyet olarak mal mülk taksimi yerine yazarımızın babası Tahir Bey'i işaret ederek ailesine; "Tahir nereye göç ederse siz de oraya göç edeceksiniz" demesi o zamanın koşullarını anlatmakta önemli bir gösterge bana kalırsa. Bu vasiyet üzerine Sabriya Amca'nın çocuklarıyla birlikte genişleyen aile Syenitsa'ya göç eder. Aynı vasiyet, yazarımızın dedesi Ahmet Aga tarafından oğlu Tahir'e de intikal etmiş idi. Tahir Bey 1923, 1924 ve 1958'de Türkiye'ye göç etme teşebbüslerinden olumlu sonuç alamayınca umutsuzluk hissetmiş olacak ki 140. sayfada; 'Görüyorsunuz ki üç defadır Türkiye'ye gitmeye çalışıyorum. Babam Ahmet Aga bizlere Türkiye'ye yerleşmemizi vasiyet etmişti. Eğer ki ben bu emaneti yerine getirmezsem burada hepinizin önünde bu emaneti oğlum Salih'e bırakıyorum. Ben yapamasam da inşallah o bunu gerçekleştirir.' diyerek mukaddes ve çok kıymetli bir aktarımı tanıklar huzurunda oğluna teslim etmişti. Atadan toruna nakledilen bu aile vasiyetleriyle Sabriya Amca'nın ailesiyle birlikte önce Makedonya sonra Türkiye'yi gösteren rotada birlikte olurlar.
Padişahın yaptığı çağrıyla şahadet şerbetini içmek için gözünü kırpmadan cepheye koşanların olduğu yazarın köyü Miloşev Do, kitap ilerledikçe daha çok ayırdına varılacağı üzere 'geniş yürekli' insanların meskeniydi. Bu 'geniş yürek'; birlikte hareket etmeyi, birbirini koruyup kollamayı, birbirinin iyiliğini düşünmeyi, aynı şarkılarda gözyaşı dökmeyi, aynı bayram sabahına sevinçle uyanmayı içeriyordu. Miloşev Do köyü sakinlerinde yoğun olarak bulunan bu hasletler o topraklardan kopup gelenlerin çoğuna doğuştan kodlanmıştı. Tıpkı bitap düşüp zayıflamış mandaları yerine kendisini pulluğa koşarak topraklarını süren Vize'nin Aksicim Köyündeki göçmen evladı Muharrem'in genlerinde olduğu gibi. Kitapta hikâye ve kahramanlarıyla detay verilerek anlatılan bu ve benzeri birçok konu okuru duygudan duyguya sürüklerken biz dönelim yazarımızın hayatına.
İlköğrenimini lezzetli peynirleriyle nam salmış olan Syenitsa'da tamamladı Salih Akgül Hacıfeyzoviç. Hatta ilk bisiklet deneyimini; bu şehirde 1 Mayıs 1961 İşçi Bayramı kutlamalarında Recep Huriç'in siyah renkli 'Rog' marka bisikletini cömertçe ona birkaç tur atması için verdiğinde yaşadı. Bisikletten düşmesiyle sonuçlanan ve hasar gören bisikletini Recep'in tamir etmesinin ona yaşattığı hayranlık duygusunuysa daima hatırında tuttu.
1961 yılında ailesiyle birlikte Üsküp'e göç ettiklerinde babası 55, annesi, 51, ablası Nura 18, yazarımız 15, kardeşleri Saliha 13, Bekir 11 yaşındaydı. Baba Tahir Bey, Üsküp'te Karayolları Müdürlüğünde işe başlar başlamasına ancak öğlen molasında namaz kıldığı için işten çıkartılır. Ardından icra ettiği bir birinden farklı işler içinde onu en çok zorlayan 70 kg lık un çuvallarını taşıdığı değirmen olur. Zira bu zahmetli işle tırnaklarının arasından kanlar akarak ailesine bakmaya gayret eder. İki sene içinde yedi evladını, anne babasını, ağabeyini ve amcasını toprağa veren Tahir Bey, eskiden kilerlerinden yiyecek eksik olmayan ve ellerindekileri dini ırkı her ne olursa olsun konu komşusuyla paylaşmakta beis görmeyen bir aile reisiydi. Şimdiyse, içinde kıyma bulunmayan 'yalancı dolma' yı ve toz şekerini suda eritip içine doğradıkları ekmekle beslenerek Üsküp'te iki yıl boyunca hayatta kalmaya çalışıyorlardı.
Salih Akgül Hacıfeyzoviç zor koşullar altında olsa da ailesine hem destek olmaya hem de teknik lisede öğrenim görmeye başladı. Takvimler 8 Mart 1963 'ü gösterdiğinde ise; Sirkeci Garı'na, 'ilk defa deniz ördüğü' şehre yani İstanbul'a göç ettiğinde 16 yaşını sürüyordu.
İstanbul Yılları
Salih Akgül Hacıfeyzoviç İstanbul'da akrabalarının yardımıyla bir motor fabrikasında işe başlar. Bu fabrikada üç sene çalıştıktan soma Yugoslavya'da yarım bıraktığı teknik lise eğitimini tamamlar. Aldığı tek eğitim bu değildir. Yıllardır gelmek istedikleri ülkede kendisini tam anlamıyla ifade edebilmek için düzgün bir Türkçe ve telaffuza sahip olması gerektiğini düşünerek Sultanahmet Akşam Sanat Okulu'na yazılır. Bu noktada çalışkan ve ufku açık Balkan insanı gün ışığına çıkmıştır. Nitekim yıllar sonra dünya çapında işler yaptığında, sözleşmeler imzalayarak fuarlara katıldığında yabancı dil bilmenin önemini başta kendi çocukları olmak üzere dünyanın kalanıyla iş yapmak isteyen tüm girişimcilere hatırlattığı yegâne şey; 'Bir lisan bir insan, iki lisan iki insan' olur.
Türkiye'ye ilk geldiğinden "Atam izindeyiz" cümlesindeki 'izin' kelimesini yıllık izin ve günlük izin gibi algılayarak mahiyetini anlayamadığını yahut tavukgöğsü tatlısını yemek sandığı için garsona 'ben tatlı değil tavuk istemiştim' demesiyle etrafındakilere ve bittabi okurlara tebessüm ettiren Salih Akgül Hacıfeyzoviç, Türkçeyi layıkıyla konuşmak için yoğun emek sarf etmişti. Nasıl ki 246.sayfada konu hakkında şunları söylemektedir; 'Biz gibi göç eden kimselerin işi çok zordur. Göç etmemiz yeni vatanımızda hem yeni bir yurda alışmamızı hem de çok çalışmamızı gerektirir. Hâlbuki burada dünyaya gelenlerin, burada okul üniversite okuyanların çevreleri daha geniştir.'
İlk işinden sonra taş motor üretmek üzere ayrılsa da, kendisi dışında gelişen bazı nedenlerle hedefini gerçekleştiremez. Bir arkadaşının desteğiyle su tulumbaları üreten Şelale Su Tulumbaları Fabrikasının üretim sorumlusu olur. Kendi markası olan Salcano'nun temellerini ise, doğduğu topraklara yapacağı seyahat için patronunun verdiği bin mark(Almanya'nın eski para birimi) ile atar. Vize alamayınca seyahati gerçekleşemez ve elindeki bin markla yıllardır düşündüğü işi yapmaya koyulur. Sanayi sektöründe çeşitli fabrikalarda çalışmaya başlamasının ardından kendi teşebbüsü ile bebek arabası ve bisiklet üretmeye başlar. İlk atölyesi 1975 yılında kurduğu 16 m2 lik küçük bir dükkândır. Geceleri ve hafta sonları kendi atölyesinde gündüzleriyse Topkapı Maltepe'deki Gümüşsuyu Şelale Su Motorları Fabrikasında çalışır. İlerleyen süreçte bebek yürüteçleri, çocuk karyolası, çocuk arabası ve ütü masası üretmeye de başlar. Zamanla üretim yerini 90 m2 ye çıkartır. Başlarda kumaş dikiminden 23 yaşında evlendiği eşi Münire Hanım'dan destek alır. Yıl 1985'e eriştiğinde Salko Bisiklet markasıyla kendi ürettiği bisikletlerini piyasaya sunar ve bundan sonra sadece bisiklet üreterek hayat yoluna devam eder.
Bisiklet sektöründe hızlı adımlarla ilerlerken 90'lı yıllarda dünyada yaygınlaşmaya başlayan dağ bisikletlerinin Türkiye'de ilk üreticisi oldu. Salcano Bisiklet markasıyla 300 metrekarelik dükkânında ürettiği bisikletleri çok rağbet görünce İstanbul Arnavutköy'de 16.500 metrekarelik fabrikasını kurar. Temelleri 1991 yılında atılan fabrikadan sonra 45.000 metrekare büyüklüğündeki bisiklet fabrikasını Kırklareli Büyükkarıştıran'da inşa eder. Pek çok ülkeye bisiklet ihraç eden ve Türkiye'yi hem ticari hem de sportif alanda destekleyip temsil eder konuma gelmiştir.
Halen Salcano Bisiklet markasının yönetim kurulu başkanlığını, Sancak bölgesinde gerçekleştirilen çeşitli sosyal faaliyetleri organize etmek amacıyla kurduğu 'Sancak Dostları Platformu'nun başkanlığını sürdüren Salih Akgül Hacıfeyzoviç 2019 yılı itibariyle Edirne Sırbistan Fahri Konsolosluğu görevini üstlenmiştir. Onu tanıyanlar; kibar, mütevazı, dürüst, ahlaklı, çalışkan, güvenilir, açık sözlü ve girişimci ruhuyla anlatırlar. Bir bakıma tipik Balkan göçmeni özellikleriyle. Verdiği konferanslara katılan öğrenciler, onun aktardığı tecrübeleriyle artı değerle ticarete ilişkin belki de yıllarca unutamayacakları bilgileri eker hafızalarına. Yazarın kitabına bir makaleyle katkı sunan sağlık eski bakanı Mehmet Müezzinoğlu'nun söz konusu makalesinde 'Balkan kökenli soydaşlarımızın özellikleri' olarak sıraladığı 'merttirler, merhametlidirler, mütevazıdirler' sözcüklerini okumakta olduğunuz paragrafa ilave etmek isterim.
Ailesiyle zor koşullar altında önce Üsküp'e sonra İstanbul'a göç eden Salih Akgül Hacıfeyzoviç alnının teriyle helalinden çalışır. Güven verir, terfi eder. Yoluna şaşırmadan, şımarmadan devam eder. Tutumludur. Asla har vurup harman savurmaz. Kazancını sağda solda hiç uğruna harcamaz. İnşa ettiği mütevazı aile yaşamını her ne olursa olsun istikrarla sürdürür. Onun için hayatta en önemli iki şeyden biri aile diğeri iştir. Tehlikeli hırslara meyil vermemiş, kötü alışkanlığı olamayan, girişimci ruhuyla kolay yoldan köşeyi dönmek için türlü çeşit düzene alet olmamış, etik bulmadığı ve sosyal hayatta kabul görmeyen şeylerle iştigal etmemiş biridir. İşte sırf bu sebeplerle kitabı okurken onu tanıyormuş gibi hissettim. Çünkü o biz Balkan göçmenlerinin yakından tanıdığı bir profile sahipti. Yazımın girişinde belirttiğim gibi en yakınımda ömür tüketmiş rahmetli babamı örnek verebilirim bu bahiste. Hasılı kelam; erdemli, bilinç ve prensipli iş anlayışıyla ülkemize global anlamda değer katan, istihdam yaratan Salih Akgül Hacıfeyzoviç İngiltere, Hollanda, Almanya ve Afrika'ya yaptığı ihracatlarla ülkemize gurur vermektedir.
Balkan ülkelerine ihracat yapan Salcano, Balkanlar'da yapılan spor organizasyonlarına ve oradaki takımlara destek vererek Balkanlar'daki kardeşliği de pekiştiren her organizasyonda yerini almaktadır. Salcano'nun Bosna Hersek'in Tuzla şehrinde düzenlediği Salcano Dağ Bisikleti Kupası'nda, Türk sporculardan Bilal Akgül birincilik, Semra Yetiş ikincilik kürsüsüne çıkarken millet olarak yaşadığımız mutlulukta Salih Akgül Hacıgeyzoviç'in büyük payı bulunmaktadır. Söz konusu yarış sonrası yaptığı açıklamada, 2012 yılında gerçekleşen etkinliğin Bosna Hersek'te düzenlenen ilk uluslararası dağ bisikleti yarışı olduğunu söyleyerek; 'Kardeş ülke Bosna Hersek'te düzenlenen ilk uluslararası dağ bisikleti yarışmasının organizatörü ve sponsoru olmaktan gurur duyuyorum. Burada alınan puanların, Türkiye'yi olimpiyatlara taşımaya katkı sağlayacak olması sevincimizi daha da artırdı' dedi. Konuşmasının devamında Bosna Hersek'te benzer iki yarış daha organize edeceklerini belirterek bu yarışlardan birinin Saraybosna'da, diğerinin ise Banya Luka şehrinde olacağını kaydetti. Böylece; 'ben yaptım, oldubitti, başkaları devamını getirsin' diyerek kenara çekilmek yerine iş hayatındaki istikrarını sosyal ve sportif faaliyetlerde de sürdüreceğini beyan etmiştir.
Dünya Kalp Günü Kalbin İçin Pedalla Halk Turu etkinliğinde, Türkiye Bisikletliler Federasyonu ve Kalbin İçin Pedalla Grubu'yla işbirliği içinde olan Salcano, Sakarya Büyükşehir Belediyesi ev sahipliğinde Dağ Bisikleti Dünya Maraton Şampiyonası'na sponsor olmuştur. Sakarya Büyükşehir Belediyesi'nin dünya bisiklet şehirlerinden birisi olma vizyonunu ortaya koyduğunda, Sakarya Büyükşehir Belediyespor Bisiklet Takımı ile Salcano firması arasındaki sponsorluk anlaşması yapılarak takımın adı Salcano Sakarya Büyükşehir Belediyespor Bisiklet Takımı olarak kabul edildi. Aynı zamanda dünyada marka haline gelmiş Rus Bisikletçi Anton Syntsov'un takımın kadrosuna alınmasında pay sahibidir.
Arama motorlarına bir iki dakikalığına şöyle bir bakılırsa Salcano'nun bisiklet sporuna verdiği destek kolaylıkla görülür. 'Salcano Kapadokya Bisiklet Festivali, Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, Rusya, İran, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Sırbistan'tan 500'e yakın sporcunun katılımıyla bugün Uçhisar'da başladı.' Karşılaşılan sonuçlardan sadece biri olacaktır. Bir diğeri ise; '56. Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'nun kötü hava koşulları ve aniden bastıran yoğun kar yağışı nedeniyle iptal edilen Nevşehir - Kapadokya etabının yerine yarın Konya'da 80 kilometrelik bir etap koşulacağı kararlaştırıldı.' olur.
Tüm bunların zor olduğu kadar mecbur kalınan bir vedanın ardından uzun ve yorucu bir göç hikâyesiyle başladığına inanmak zor olsa da onun serüveni elle tutulacak kadar gerçek. Sancaklı Boşnak Salko hayat onu ne kadar yorsa yorulmamayı öğreniyor/öğretiyor. Atalarının eski, kendisinin yeni vatanında yorulmak bilmeden çalışıp üretiyor. Evinin alt katından dünyaya yayılan bisikletleriyle yüz binlerce insanı bir yerden bir yere ulaştırıyor. İnovasyon ve yeni fikirlerle bisikletlerini geliştirmeye/dönüştürmeye kafa yoruyor. Tüm bunları yaparken Türkiye ve Balkanlar arasında hayır köprüleri inşa etmeyi de ihmal etmiyor. Girişimci ruhunun meşalesiyle meraklı gençleri aydınlatmayı da. Dünya dönüyor, kuşlar uçuyor ve Salko hiç yorulmadan çalışmaya deva ediyor.
Kitaba Dair Kısa Kısa
Kitap yedi bölümden oluşuyor. Göç ve Öncesi, Yeni Bir Vatan, Bisiklet Sektörüne Giriş, Avrupa'dan ve Dünyadan Piyasa Gözlemelerim, Türkiye'nin Üretim Tecrübelerine Dair Gözlemlerim, Yüreğimin Diğer Yarısı: Sancak'a Dair Umutlar ve Piyasa Tecrübelerinin Öğrettikleri isimlerini taşıyan bölümler çok sayıdaki alt bağlığıyla gökkuşağı gibi. Her rengin her tonu mevcut. Tıpkı bir ömrün acı tatlı anılarının/hatıralarının film rulosuna sıralanışı gibi. Şimdi kitabı okurken aldığım notların küçük bir bölümünden derlediğim notları sıralayacağım. Esasında hepsini yazmak isterdim fakat yazımın okunabilir büyüklükte olmasını teminen kısa paragraflarla değinmek isteğindeyim.
Öncelikle belirtmeliyim ki kitabı okurken öğrendiğim yeni kelimeler oldu. Bildiğim fakat unuttuğumu fark ettiklerimi hatırladığım da. Majo(majko): anne, Tetka: teyze, Brate: kardeş, Aco: amca, Dayo/dayko: dayı, Haco: hacı bu kelimelerden bazıları.
Matematik dehası Hasan Tahsin Abakan'ın hayatını konu alan 'Makedonya'dan Esen İmbat' adlı kitabı okurken başkahramana aile içinde 'Hasko' denildiğini okumuştum. Bu kitapta ise Salih'e aile içinde 'Salko' denildiğini. 'Salko' ve 'Salcano' artık Salih Akgül Hacıfeyzoviç'in ürettiği bisikletlerin ismi olarak tüm dünya tarafından biliniyor. Nitekim kitapta böyle değişikliğe uğramış çok sayıda isim var. Şükrü: Süçro, Ramazan: Ramo, Mustafa: Muyo, Hüseyin: Huso, Hasan: Hasko, Kosova Türkeçsini anımsatan Şaçir (Şakir) ve Çamil (Kamil), Rıza: Rizo, Bahtiye: Bahta, Fatma: Fata, Zeynep: Zino örneklerin bazıları. Hatta günümüzde pek tercih edilmeyen (bir kısmı kullanılmı devam eden Türkçe isimleri çağrıştıran) adlar mevcut: Sadika, Ramiza, Muradiya, Hayro, Beyta, Emina, Hayro, Bahta, Nusreta, Hamdiya, Mukadesa, Hayra gibi. Hatta 'Fatka' adını okuyunca Kim Mehmeti'nin 'Üsküp Dilencileri' adlı kitabının etkin karakterlerinden biri olan 'Fatka' geldi aklıma.
Yanı sıra bu güne dek okuduğum kitaplardan varlığını öğrendiğim, Balkan seyahatlerimizde bizzat görme şansını yakaladığım yerlerin isimlerini okumaktan mutluluk duydum. Kaşan, Prisoya, Derventa, Kaçevo, Siyenitsa, Tuzla, Novi Pazar, Leskova, Priyepolye, Tutin, Trebinye, Gonya, Karaula, Halinoviçe, Rojaye ve Koprivne gibi.
Kitabım 'Roman ve Coğrafya' nın içindeki başlıklardan biri olan 'Coğrafya Kader midir?' e bir göndermeyle karşılaşınca buraya alıntılamadan edemedim. Bu soruya Yugoslavya'daki baba ocağından yuva kurmak için uğurlanan Cemile ve Meryem içi 52.sayfada kuruluyordu ve adeta soruma cevap niteliğindeydi: 'Kader şimdi Hacıfeyzoviçlerin iki kızını buradan başka bir yere taşıdığı gibi daha sonrasında da tüm bir aileyi doğdukları yerden sürgün edecekti.'
Bununla birlikte diğerkâm bir yazar var karşımızda. Dört yüz sayfayı aşan bir kitabın sahibi olsa da, Sancaklı Boşnaklar hakkında bilgi temin etmek için "kıymetli eser" diyerek Murat Yılmaz'ın "Sancak: Kimlik Oluşumu ve Otonomi Sorunu" adlı eseri önererek adres göstermektedir. Ayrıca bu gösterdiği tek adres değildir. Amcasının oğlu Emin'in yazdığı "Miloşev Do'nun Hatıraları" isimli kitabı da öneriyor okurlarına.
Akışa katkı sunan dokunuşlar da mevcut eserde. Örneğin 91.sayfada bir paragraf 'tarihsel sürece ilişkin olarak anlattığımız hususlara kaldığımız yerden devam edecek olursak', 105.sayfadaki "o güne şahitlik eden bazı kişilerden bu hususu birkaç kez dinlemiştim" ifadelerinin konuya bütünlük sağlayan bağlaç görevi görmeleri gibi.
İletişimin sınırlı olduğu zamanlarda Türkiye'ye göçen fakat neresine yerleştiği bilinmeyene eş dost hısım akrabaların izleri ya duyumlara dayanarak sürülmekteydi yahut kendileriyle çarşı pazarda, düğünde dernekte tesadüfi olarak karşılaşılmaktaydı. Nitekim 'Huso'nun Türkiye'ye Göç Etmesi' başlığını taşıyan bölüm bu konuya örnek teşkil etmektedir. Bana, üç yaşındaki hatıralarını dahi hatırladığını söyleyen Samiha Ayverdi'yi hatırlatan bu bölümde Salih Akgül Hacıgeyzoviç'in de kişisel tarihinde bu kadar eskiye gidebilmesi şaşkınlık verici oldu. Örneğin daha bir ilköğretim öğrencisiyken Novi Pazar'da kurulan 'Vesna' ve 'Raşka' tekstil fabrikalarının isimlerini, aynı dönemde Recep Huriç'in siyah renkli bisikletinin markası 'Rog' u ve çalıştığı 'Metalno' fabrikasının adını, Üsküp'te kaldıkları kısa süre içinde babasının çalıştığı 'Stopansko' firmasının adını, 1975 yılında Hüseyin Bursalı'dan adlığı kumaşın birim fiyatının 150 TL olduğunu hatırlaması gibi. Hangi birini saysam bilemedim. Kitabı okuyan herkes eminim ki bu noktada "bu nasıl oluyor?" diyecektir. Bu kadar detayı, ismi, mekânı, olayı hatırlamak öyle kolay iş değil.
Kulpsuz fincandan sonra kitabın ikinci görseli, yazarın çocukları Yusuf, Bayram ve Mürvet ile olan fotoğraftan; yazarın çevresini kuşatan evlatlarının sevgisi netlikle görünüyor. Yazarın 130.sayfada iştirak ettiği bir düğünün kalabalığı için "kibrit kutusu gibi dopdolu" demektedir. Ben de aynı betimlemeyi hem kitaptaki yoğun bilgi aktarımı hem de bu fotoğraf için yapacağım. Her sayfasını bir adet kibrit olarak kabul edersek içinde 412 kibrit bulunan bu kutu bana Balkan insanının iç ısıtan karakterini çizdiği için yazara teşekkür borçluyum.
Sonuç
Salcano Bisiklet markasının yükselişine öncülük etmesinin yanı sıra kitap ve konferans çalışmaları ile de adından söz ettirmeye devam eden Salih Akgül Hacıfeyzoviç kitabında eski Yugoslavya'daki Boşnakların durumunu ve bu halkın geçirdiği zorlu süreçleri anlatmaya çalışmış. Yugoslavya'dan göç ettirildikten sonra öz vatanları olarak kabul ettikleri Türkiye'nin çeşitli şehirlerine yerleştirilerek ülke kalkınmasına sağladıkları katkıyı 412 sayfada kayıt altına almış. Birlikte yaşam sürdüğü Boşnak ve Rumeli kökenli muhacirlerin ülke genelinde 20 milyon dolayında olduğunu, kendi menfaatleri peşinde koşarak devleti aleyhinde bir işe girişmediklerini, en küçük örnekle devlet arazisi üzerine gecekondu diken bir Balkan göçmeninin görülmeyeceğini dile getirmiştir.
Hayat boyu imrendiği tek şeyin soyadında 'sancak' yahut 'sancaklı' ifadesini taşıyanlar olan mevcutta taşıdığı her iki soyadının da harika olduğunu belirterek yazımın başlığında onun o çok istediği ifadeye yer verdiğimi söylemek isterim. Bunun az da olsa isteğinin yerine gelmesine katkı sağlamasını dilerim.
Doğduğu toprakları unutmayarak ürettiği yeni model bisikletlere Balkan şehirlerinin isimlerini vererek yaşatan 'Hayatımın temel maksadı ve benim yaşam amacım çalışmak ve üretmektir' diyen Salih Akgül Hacıfeyzoviç'in kızı Mürvet'ten altıncı torununun dünyaya geleceği haberini almanın şerefine şekerli içse de esasında sade (ve tercihen kulpsuz fincanda) kahve seven Salih Akgül Hacıfeyzoviç 'in kitabının 'Önsöz' ündeki bir cümleyi yazımın 'Sonsöz' ü olarak kayıt alırken okumaktan da değerlendirmesini yazmaktan da çokça keyif aldığımı belirtmek isterim:
"Nihayetinde hepimizin bildiği ama çoğu zaman unuttuğu eski bir söz vardır: Arayan bulur, çalışan kazanır. Yeter ki yaşantımız boyunca rengimiz solmasın ve umudumuz asla kaybolmasın."
Asla Umutsuz Olma
Salih Akgül Hacıfeyzoviç
Lutka Kitap – 412 sayfa
Yazar: Necla DURSUN - Yayın Tarihi: 05.06.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 28.05.2024 16:36