Savaşın Öznesi/Öznenin Savaşı

Resul BULAMA yazdı...
Dünyanın gördüğü en büyük ordulardan biri Moskova kapılarına dayanmışken, bir ülkenin kaderi midir önemli olan? Yoksa öznesi insan mıdır, bu bitmeyen kavganın? Bunu usta bir yazar anlatsa tarihe mi benzer anlatılan, yoksa romana mı?
Komutanlar birliklerini denetlerken biz de onlarla birlikte bir göz atalım isterseniz saflara. Tolstoy sanki kalabalık bir karakter grubunu dronla izler gibi gösteriyor bize. O halde biz de biraz aşağı inip bakalım savaş meydanına; her evde ayrı bir acı bırakan ölüm toplu halde sıradan görünür belki…
Madem ki kitabın adı “ Savaş ve Barış”. Biz de kitabın tarihsel yönünü savaş açısından, insani yönünü de tahliller ve çelişkiler açısından incelemeye çalışalım o halde. Zaman zaman savaş meydanındaki can pazarına dönelim yüzümüzü, bazen de insan dediğimiz canlıya. Her biri ayrı bir tasa içinde, yaşadıkları ve yaşamadıklarıyla hayata tutunmak isteyen insana.
Bu kadar hacimli bir kitap bize savaş ortamını anlatırken; yazarın ilk önce tarih teorisi ve arşivler konusunda çok ciddi bir çalışma yapmış olduğunu ve kitabın hazırlanma aşamasında defalarca değişikliğe gidecek kadar titiz bir emek verdiğini vurgulamamız lazım öncelikle. Eserde savaş anlatılır ama sadece sayılardan bahsetmez bize. Savaşın nasıl kazanılıp kaybedildiği ve hangi psikolojik faktörlerin buna etki ettiğini kalabalık karakter kadrosuyla bütün detaylarıyla izlememize olanak tanır. Bundan sonrası savaş psikolojisi ve can pazarıdır kurulmuş olan.
Savaşla insan arasında geçişler yapacağız sık sık, öznenin kim olduğunu unutmadan. Çünkü bazen kahramanın başının üzerindeki ölüm, ülkenin üzerine çökmüş gibi gelir. Biz bilemeyiz savaş nerdedir, öznesi kimdir bu savaşın? Yazar her iki boyutu görmemiz için usta bir dil kullanıyor çünkü. İlk önce ordunun kendi içindeki çekişmelere, görüş farklılıklarına ve ailelerdeki yansımalarına giriş yaparak, insani boyutunu yansıtıyor bize. Ve tam usta olduğu alana, yani insanın tereddütlerine ve karmaşık yanına ayna tutuyor.
Savaş
Benim özellikle 500 bin kişilik bir orduda iletişimin ve lojistiğin nasıl sağlandığı hep ilgimi çekmiştir mesela. Yazar bu iletişimin çok kusursuz işlemediğini, çok defa kontrolden çıkıp başka faktörlerin etkisi altına girdiğini anlatır bize tüm detaylarıyla. Bunlardan biri de savaşta başkomutanın bağımsızlığının son derece kısıtlı olması. Birbirinden farklı sayısız bilgi bombardımanı altında, son derece hızlı kararlar vermek zorunda kalması. O hengâmede üst ve ast arasındaki iletişimin ve sağlıklı bilgi akışının mümkün olmayışı. Ve başkomutan ne emir verirse versin, cephede “ordu morali” kavramıyla ifade edilen itici gücün belirleyici olduğu ve çok defa sayıca az olan orduların daha büyük ordular karşısında kazanmış olmasına yapılan ısrarlı vurgular… Bunu çok dikkat çekici buldum ve katılıyorum. Bizim kullanmış olduğumuz vatan savunması ve iman gücü gibi kavramlarla da benzerlikleri olduğunu söyleyebiliriz.
Toplumsal ve tarihi olayların liderlerin kararlarından çok, sayısız toplumsal etkiler altında gerçekleşip bu sonuçlarda lider paylarının çok yüksek olmadığının iddia edildiği bölümü de son derece dikkat çekici buldum. Yazarın buna bizim düşünmemiz için vurgu yapmış olması çok olumlu. Fakat ne yazık ki ben buna fazla katılmıyorum. Elbette liderlerin kararlarını ve uygulamalarının sonuçlarını etkileyen birçok faktör vardır. Fakat benzer şekilde bu faktörler de liderlerin verdiği kararlardan etkilenmektedir. Yazarın gösterdiği yönün tam tersinin daha etkili olduğunu düşünüyorum. Cengiz han veya Büyük İskender’i ortaya çıkaran, onların önünü açan birçok toplumsal faktör vardır elbette. Ama bundan daha önemlisi bahsettiğimiz liderlerin zalimliği, cesareti ve liderlik gücü daha belirleyicidir. Dünyanın tamamını fethedebilecek kadar özgüvene ve güce sahiptirler ama kendileri aniden öldüğünde hedefleri yarım kalmıştır. Oysa toplumsal faktörler birden ortaya çıkmadıkları gibi birden kaybolmazlar. Bu faktörler o an için vardır fakat uygulayacak liderlik sonradan onların yerine geçen komutanda yoktur… Savaşla ilgili başka dikkat çekici anlar da vardır elbette:
- Savaşan askerlerin sadece kendi durumlarını görebildikleri, savaşın gidişatı ve genel durumunu kestirebilmekten son derece uzak olmaları.
- Bilgi akışının dedikodu ve varsayımlardan ibaret olması ve askerlerin sürekli savaşın gidişatı ve mevcut durum hakkında konuşması.
- Çatışmayla ilk karşılaşma, askerlerin savaş öncesi haliyle korku ve panik halini çok güzel yansıtıyor eser. Korkudan kaybolan bilinç hali, ölüm ve kargaşanın askerliğin en temel konusu üstün emirlerine itaatin bile umursamaz bir tavırla karşılanması.
- Askeri birliğin kendi ordusunun nakliye birliğini soyacak kadar ölüm-kalım noktasına gelmiş olması. Gerçekten hem kaçan hem de kovalayan orduların en büyük derdi yiyecek bulma sıkıntısıdır. Köylerin orduya yardım etmekten çok onlardan dilenme noktasına gelmesi, hastanelerde yokluk ve ümitsizlik gibi detaylar savaşın acı boyutunu tüm çıplaklığıyla anlatıyor bize.
Ama dedik ya, hep sayılardan bahsetmeyeceğiz size, insanın kendi içindeki savaşa döneceğiz sık sık yüzümüzü…
İNSAN:
Hep savaş mıdır, bize anlatılmak istenen? Savaşın öznesi olan, kendine hükmedemeyen insanın ordulara hükmetmeye kalkışması belki de asıl konumuz...
Savaşın en yoğun olduğu dönemlerde (Özellikle bir bölüm başlar veya biterken) birden yazarın farklı bir detaya takılır gözleri. Bizim görmemizi istediği için ya kendi işaret eder ya da bir kahramanının zihninden geçer. Bazen tarlaların üzerinden bir karga sürüsü geçer, bazen de kılıç bileyilenme sesinden bir orkestra kurulur. Metalin birbirine sürterken çıkardığı ahenk başka başka yerlere götürür bizi. Ama bunların arasında gökyüzü ve bulutların anlatıldığı bölüm bence en güzeliydi. Bir de meşe ağacının anlatıldığı bölüm. Ben o bulut ve meşe ağacında takılı kaldım. Tolstoy bunu yapıyor işte, bir tarihi film izler gibi kitaba daldığımız zamanlarda gözü bir yere takılıyor, işte o yer yazarın bizim görmemizi istediği yer... Ve bizi buradan bambaşka dünyalara götürür. Benim en çok beğendiğim anlar yazarın kahramanını konuşturduğu böyle anlardı. En çok buralarda alıntı yaptım. Eser buralarda farklılaşmaya başlıyor çünkü ve biz tarih okumanın dışında yazarla birlikte derinlere iniyoruz… Tolstoy ne zaman savaştan biraz başını kaldırıp bize başka bir şey gösterse acaba bu sefer ne anlatacak diye merakla bekliyorum artık. Yazar hangi özneye merceğini tutsa, biz onu şaşılacak kadar yakından tanıma imkânı buluyoruz. Sanki bahsettiği bir yan karakter değil de hikâyenin merkezinde bir aktör gibi yoğunlaşıyoruz ona. Buna vurgu yapmamın sebebi; nasıl oluyor da bu karakterleri biz bu kadar canlı bir şekilde görebiliyoruz?
Tolstoy bize insanı anlattığında onun bir anlık halini gösterip kolayına kaçmıyor çünkü. Yazar bir karakteri okura gösterdiğinde o kadar canlı izliyoruz ki, karakterin her savruluşunda bu kez burada kalıcı olarak son halini aldığını sanıyoruz. (Özellikle inanç, masonluk, zenginliğe bakış ve aşk gibi konularda) Oysa hayat devam ettiği sürece bu dönüşüm devam ediyor. Biz de yazarla birlikte kahramanı izleyerek bu dönüşüme şahitlik ediyoruz. İşte eseri bu kadar canlı tutan da bu geniş gözlem olanağıdır sanıyorum.
Yazar bu gözlemleri yaparken nasıl tarafsız bir gözle yazmışsa ben de öyle okumaya gayret ettim elimden geldiğince. Ama yalan yok, idam sırasında sıra Piyer’e gelmeden bir şeyler olmasını istedim. Dünyanın bütün kirliliğine rağmen insanı ayakta tutan, adına umut dediğimiz bir şey…
FİLM:
İncelememizin sonuna doğru biraz da BBC yapımı 6 bölümlük diziden bahsetmek isterim. Bu çok emek verilmiş tarihi diziyi kitapta okuduğum yerle paralel olarak izledim. Karakterlerin ve atmosferin yerli yerine oturması için çok faydalı olduğunu söyleyebilirim. Bu kadar uzun bir metni sahneye aktarıp aynı hisleri yansıtabilmek kolay değil. Sayısız sahne arasından hikâyeyi ve karakterleri en ideal şekilde aktarabilecek seçimler yapılması gerekiyor. Bu açıdan çok faydalı oldu. Bir taraftan okumaya devam ederken diğer yandan videolarla savaşın tarihi ve teknik yönlerini görmek ve karakterlerin de kitapla tam bir uyum içinde yansıtılması çok dikkat çekiciydi.
SON SÖZ:
Kitabın savaş yönünü gösterebilmesi açısından, daha önce bahsetmiş olduğum müthiş bir emek ve arşiv ortaya koyduğunu vurgulamak lazım öncelikle. İnsan yönü zaten Tolstoy’da okumaktan heyecan duyduğum bir konu.
Tolstoy’un bu eserinde büyük bir orkestrayı yönetme gücünü göstermesi açısından bir ustalık denemesi gördüm. Başlangıçta karakterleri takip edebilmek için liste tutuyordum. Bir süre sonra bununla baş etmenin mümkün olmadığını görerek bıraktım. Ana karakterlerin dışında 500-600 civarında yan karakter olduğu söyleniyor çünkü. İlginç olan şu ki, bu kadar kalabalık karakterler ordusu içinde kaybolmuyorsunuz ve hiçbiri diğerine karışmadan kurgunun içinde yerini alıyor. Evet kesinlikle bu zor işin altından başarıyla kalkmıştı. Ama bir karşılaştırma yapmam gerekirse ben tarihe hiç takılmadan ustalığını gösterme imkânı bulduğu Anna Karenina’yı tercih ederim. Bir başka Tolstoy eserinde tekrar buluşmak ümidiyle…
SON MESAJLAR
Kitap hacimli olunca ne yazsak eksik kalacak ama şunları da vurgulamadan geçmek istemiyorum:
1. Kitabı İş Bankası kültür yayınlarından okudum. Anlatı içindeki Fransızca bölümlerinin çevirilerinin sayfa altında verilmesi tercih edilmişti. Sayfa altında verilmiş olması kesinlikle bölüm sonunda verilmesinden daha iyi. Tolstoy Fransa ile savaşıldığı halde, aristokrasinin her aşamasındaki Fransız etkisine vurgu yapmak istemiş sanırım. Keşke bu kadar yapmasa biz yine anlayabilirdik her şeyin Fransız olduğunu.
2. Rus aristokrasisi ve yaşam tarzı hakkında küçük bir not ilave etmem gerekirse; Uşakların efendilerini giydirmeleri bana hep komik gelmiştir. Burada uşaklara değil efendilerine acıyarak söylüyorum, zor bir durum olmalı …
3. Evlilik- çeyiz ve zenginlik kavramı arasındaki bağların hep para ekseni etrafında dönmesi oldukça dikkat çekiciydi. Bunda Napolyon’un etkisi var mı bilemiyorum
4. Savaş sonrası herkes günlük yaşama döndükten sonra insan nasıl da günlük hayatın karmaşasına kapılıp gidiyor diye düşünmeden edemiyorum. Natalie bile ev kadını olup aile kavramına bağlanmışsa olmayacak iş yok…
5. Aslında Prens Andrey’in savaş meydanında vurulduğunda bulutlara bakarak neler düşündüğünden bahsetmek isterdim ama şimdilik bahsetmeyeceğim, en çok zihnime takılan bulutun şarkısını bırakacağım buraya..
Keyifli okumalar
Yazar: Resul BULAMA - Yayın Tarihi: 23.12.2020 09:00 - Güncelleme Tarihi: 19.12.2020 17:05