Sedat Umran ve Şiirine Dair 10
Tuğba D. CAN yazdı...
Gittin Taş Attın Denizlerime Eserindeki Eşya Şiirleri
"Canlı Saat
Bir canlı saat olsun karşımda dursan benim
Gözlerine bakınca anlarım gece olduğunu
Duyarım tik'tak'ını hemen artar güvenim
Sana ayarlıyım ben nasıl anlatsam bunu
Seni kurup kurup işleten o görünmez el
Onarır mı acaba bozulup geri kalsan?
Nasıl yaşanır sensiz ah bilebilse insan
Zamanı yitirmiştim seni bulmadan evvel"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 28)
Umran, saati kimi zaman bir nesne olarak, duvardaki, masadaki,, odadaki, hastanedeki saatler olarak, ele almıştır. Kimi zaman ise bir zaman ölçütü olarak hüznünü, acısını, yalnızlığını, sıkıntılarını, beklentilerini ölçmek için ele almıştır. Zaman, yalnızlıkta boğuşan insan için kimi zaman geçmek bilmeyen bir olgudur. İnsan sevdikleriyle birlikteyken zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmaz. Umran da işte böyle bir karşılaştırma ve duygu durumu ile bu şiirini işlemiştir. Şiirin teması sevgilidir.
"Deniz Feneri
Gururun olsam senin
Dalgalansam burcunda
Issızlığın iki ucunda
Kuşatılmış bir ülkenin
Girilemeyen kalesi
Büyük rüzgârlara açık
Gözlerinin meş'alesi
Saçsa geceye ışık"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 30)
Deniz feneri, yolunu bulmak için yapılan ve geceleri gemilere karanın yerini gösteren, ışık saçan yapılar olarak kimi zaman bir mekan, kimi zamansa bir eşya olarak kullanılır. Umran bu şiirinde deniz fenerini bir eşya olarak kullanmış ıssızlığını, yalnızlığını, sevgilinin gözleri ile giderebileceğini, karanlığının ise sevgilinin gözlerinden yayılan ışıkla aydınlatabileceğini ifade etmiştir. Deniz Feneri bir mekân olarak da değerlendirilebilir.
"Bayramlık Giysi
Kimse onarmaz aşkın yıpranmış kumaşını
tıpatıp biçmiş rûhlarımıza o usta Makastar
eğirip ipliğini göğün mavi ipeğinden
geçirmiş acılarımızın paslanmaz iğnesine
hiç benzemez o umutlarımızın çürük ipliğiyle
teyelliyerek diktiğimiz günlük giysimize
aşk rûhlarımıza giydirilen bayramlık giysi
ışıldar üstünde sevincin elmas düğmeleri
oyulmuş iki ayrı yürekten dökülmüş bir toka
tam bir oturmuşlukla geçer uçları birbirine
Aşktır hor kullanılmadan taşınacak giysi
çünkü bir kez delindi miydi yamanması güç
onu kurnazlığımızla yeniden astarlasak
ters-yüz etsek de kusurları hemen sırıtacak
ölümsüzlük ırmağında yıkanmış bu kumaş
gecenin altın mekikli gök-tezgâhında dokuduğu
umar yok kirlendi miydi çıkarıp atmaktan başka
aşkı özenle saklamalı ve ender giymeli"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 448)
Umran, "Bayramlık Giysi" şiirinde sevgiliyle kendisinin ruhlarının benzerliğinin Allah vergisi olduğunu ifade etmiş, bu ruh kumaşının iplerinin göğün mavi ipeğinden örüldüğünü, acılarını da bir iğneye benzeterek dikişin bu şekilde olduğunu oluştuğunu ve bunların tümünün aslında "aşkın" bir özeti olduğunu ifade etmiştir. Aşkın hor kullanılmaması gerektiğini, tıpkı bir elbise nasıl hor kullanılırsa çarçabuk yıpranabileceği gibi, aşkın da hor kullanıldığında çarçabuk yıpranacağını ifade etmiştir.
"Kumbara
Sevinçlerimin biriktiği
bir altın kumbarasın
kimse bulamaz onu
istediği kadar arasın
İçimin yasak bir yerinde
herkesten gizlediğim
anahtarı üzerinde
şifresini bilmediğim" (Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 49).
Sedat Umran'nın kumbarası, para kumbarası değil, aşk kumbarasıdır. Sevinçlerini içinde sakladığı ve kimselerin bulmasını istemediği bir kumbaradır. Sevinçlerini neden sakladığını belirtmeyen Umran, biriktirdiği sevinçlerini herkesten sakladığını ifade etmektedir.
"Heykelini Yaratabileydim
Olaydım o büyük usta Lionardo da Vinci
çizerdim bir bakışta o uzun ellerini
kusurlu bırakırdım resminin bir yerini
çünkü bütünden daha güzeldir kırık çini
Bir eksik, bir fazlalık kılar onu çekici
alırdım gururumun o soğuk mermerinden
bırakmazdım elimden küsküyü ve çekici
kırardım o mermeri kırılmayan yerinden
Yontardım ince, uzun tam on işlenmiş parmak
onun derin sanatçı rûhuhu vurgulayan
çarpsın diye gözlere mantığımıza karşı yan
bir heykel yaratırdım: Biraz şaşı bakacak"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 62)
Umran, şiirlerindeki sanatı, eşyanın üzerindeki sanatla karşılaştırarak ortaya koymaya çalışmıştır. Şiirlerinde sürekli olarak benzeten-benzetilen döngüsü içerisinde bir konumlandırma sözkonusudur. Şiirlerinin geneline yayılan bu hava Umran'ın şiirlerinin karakteristik bir özelliğidir. Bu şiirinde Umran, sevgilinin heykelini yapmak istediğini, fakat bir kusur bırakmak istediğini çünkü insanın kusurlarıyla güzelleşebileceğine inanmaktadır. Bu genel kanıdır "hiçbir insan kusursuz değildir".
"Oyuncak
Garip bir oyuncak gibi
Seyre dalarım bazan ellerini
Dokunmağa cesaret edemem
Kıracağım diye bir yerini
Ölçebileydim değerini
Ederdim şiirimle mukayese
Ah bu eller âit olmasaydı herkese
Keserdim, saklamak için bileklerini"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 63)
Sevgilinin ellerine tutkunluğu, Umran'ın bir çok şiirinde kendini göstermektedir. Kırılgan bir oyuncak gibi olan sevgilinin ellerini tutmak isteyen Umran, bu konuda çekingendir. Kırılacak düşüncesiyle sadece izlemek ile yetinir. Bir değer biçemez bu ellere, fakat şiirle mukayese eder, bu bir karşılaştırmadır. Şiirin de en az sevgilinin elleri kadar değerli olabileceğini ifade eder. Çünkü Sedat Umran, şiiri sevmekten öte bir hayat biçimi olarak görmektedir.
"Kırık Sürahi
Saçları yüzüne yansıyan ışık
ipekten bir yumak: Bana dolaşık
bellideğil nerde, başı ve sonu
çözmeğe bir türlü kıyamam onu
dışım dargın olsa, içim barışık
hırçın sözleriyle oynarım aşık
tâ çocukluğumdan kalan oyunu
billûr bir sürahi yüzü ve boynu
ben onun dibinde kara tortuyum
o güzel sürahinin kopuk kulp'uyum"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 67)
İnsanın nesnelerle ile ünsiyeti yeni bir olgu değildir. Umran'da bundan yararlanarak bazen kendisini, bazen de nesneleri kendisi yerine koyar. Ama sürekli olarak bir ünsiyet durumu, bir bütünleşme arzusu kendisini gösterir. Umran, Kırık sürahi ile kendini bütünleştirerek kendi kırgınlıklarını da aslında ortaya koyar. Çocuklukta bu yana yaşadığı, yaşamış olduğu aşk macerasında kendisinin duygu durumunun bir özeti olarak bu sürahinin dibinde biriken siyah tortuyla eşdeğer kılar.
"Sandık
Nasıl gizlese eşsiz incisini istiridye
ben de aşkımı gök-sandığına kilitlerim
kimse görmesin onu, el süremesin diye
geceye:"yıldızlara mühürle ve sus"derim
Şiirim bu kilide uyan altın anahtar
geceden izin alıp sen istersen açarım
içinde anılarım ipek bohçaları var
o kızıl saçlarından bir bukle kıvrım kıvrım
Uçlarını hüznümle işlediğim mendiller
özlemlerinden kesip senin biçtiklerindir
ayrılık ejderhası: Üstünde alev diller
içimin kuytuları o sandık kadar derindir"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 69)
Sandık, genellikle eşyaların ya da saklanmak istenen eşyaların saklanması amacıyla kullanmaktadır. Umran ise Sandık şiirinde aşkını saklamak istediğini ve bunu gök-sandığı olarak ifade ettiği yerde saklamak istediğini ifade eder. Bu sandığı açacak anahtarın ise yazmış olduğu şiir olduğunu, sandığın açılma zamanının gecenin verdiği bir zamanda olduğunu, içerisinde ise anılarının ve sevgilinin saçlarından bir bukle olduğunu ifade eder.
Kaynakça
Umran, S. (1990). Gittin Taş Atarak Denizlerime. İstanbul: Akabe Yayınları.
Yazar: Tuğba D. CAN - Yayın Tarihi: 20.12.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 22.11.2023 09:13