Sedat Umran ve Şiirine Dair 10, Edebiyat, Tuğba D. CAN

Sedat Umran ve Şiirine Dair 10 yazısını ve Tuğba D. CAN yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Sedat Umran ve Şiirine Dair 10

20.12.2023 09:00 - Tuğba D. CAN
Sedat Umran ve Şiirine Dair 10

Tuğba D. CAN yazdı...

Gittin Taş Attın Denizlerime Eserindeki Eşya Şiirleri

"Canlı Saat

Bir canlı saat olsun karşımda dursan benim

Gözlerine bakınca anlarım gece olduğunu

Duyarım tik'tak'ını hemen artar güvenim

Sana ayarlıyım ben nasıl anlatsam bunu

Seni kurup kurup işleten o görünmez el

Onarır mı acaba bozulup geri kalsan?

Nasıl yaşanır sensiz ah bilebilse insan

Zamanı yitirmiştim seni bulmadan evvel"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 28)

Umran, saati kimi zaman bir nesne olarak, duvardaki, masadaki,, odadaki, hastanedeki saatler olarak, ele almıştır. Kimi zaman ise bir zaman ölçütü olarak hüznünü, acısını, yalnızlığını, sıkıntılarını, beklentilerini ölçmek için ele almıştır. Zaman, yalnızlıkta boğuşan insan için kimi zaman geçmek bilmeyen bir olgudur. İnsan sevdikleriyle birlikteyken zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmaz. Umran da işte böyle bir karşılaştırma ve duygu durumu ile bu şiirini işlemiştir. Şiirin teması sevgilidir.

"Deniz Feneri

Gururun olsam senin

Dalgalansam burcunda

Issızlığın iki ucunda

Kuşatılmış bir ülkenin

Girilemeyen kalesi

Büyük rüzgârlara açık

Gözlerinin meş'alesi

Saçsa geceye ışık"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 30)

Deniz feneri, yolunu bulmak için yapılan ve geceleri gemilere karanın yerini gösteren, ışık saçan yapılar olarak kimi zaman bir mekan, kimi zamansa bir eşya olarak kullanılır. Umran bu şiirinde deniz fenerini bir eşya olarak kullanmış ıssızlığını, yalnızlığını, sevgilinin gözleri ile giderebileceğini, karanlığının ise sevgilinin gözlerinden yayılan ışıkla aydınlatabileceğini ifade etmiştir. Deniz Feneri bir mekân olarak da değerlendirilebilir.

"Bayramlık Giysi

Kimse onarmaz aşkın yıpranmış kumaşını

tıpatıp biçmiş rûhlarımıza o usta Makastar

eğirip ipliğini göğün mavi ipeğinden

geçirmiş acılarımızın paslanmaz iğnesine

hiç benzemez o umutlarımızın çürük ipliğiyle

teyelliyerek diktiğimiz günlük giysimize

aşk rûhlarımıza giydirilen bayramlık giysi

ışıldar üstünde sevincin elmas düğmeleri

oyulmuş iki ayrı yürekten dökülmüş bir toka

tam bir oturmuşlukla geçer uçları birbirine

Aşktır hor kullanılmadan taşınacak giysi

çünkü bir kez delindi miydi yamanması güç

onu kurnazlığımızla yeniden astarlasak

ters-yüz etsek de kusurları hemen sırıtacak

ölümsüzlük ırmağında yıkanmış bu kumaş

gecenin altın mekikli gök-tezgâhında dokuduğu

umar yok kirlendi miydi çıkarıp atmaktan başka

aşkı özenle saklamalı ve ender giymeli"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 448)

Umran, "Bayramlık Giysi" şiirinde sevgiliyle kendisinin ruhlarının benzerliğinin Allah vergisi olduğunu ifade etmiş, bu ruh kumaşının iplerinin göğün mavi ipeğinden örüldüğünü, acılarını da bir iğneye benzeterek dikişin bu şekilde olduğunu oluştuğunu ve bunların tümünün aslında "aşkın" bir özeti olduğunu ifade etmiştir. Aşkın hor kullanılmaması gerektiğini, tıpkı bir elbise nasıl hor kullanılırsa çarçabuk yıpranabileceği gibi, aşkın da hor kullanıldığında çarçabuk yıpranacağını ifade etmiştir.

"Kumbara

Sevinçlerimin biriktiği

bir altın kumbarasın

kimse bulamaz onu

istediği kadar arasın

İçimin yasak bir yerinde

herkesten gizlediğim

anahtarı üzerinde

şifresini bilmediğim" (Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 49).

Sedat Umran'nın kumbarası, para kumbarası değil, aşk kumbarasıdır. Sevinçlerini içinde sakladığı ve kimselerin bulmasını istemediği bir kumbaradır. Sevinçlerini neden sakladığını belirtmeyen Umran, biriktirdiği sevinçlerini herkesten sakladığını ifade etmektedir.

"Heykelini Yaratabileydim

Olaydım o büyük usta Lionardo da Vinci

çizerdim bir bakışta o uzun ellerini

kusurlu bırakırdım resminin bir yerini

çünkü bütünden daha güzeldir kırık çini

Bir eksik, bir fazlalık kılar onu çekici

alırdım gururumun o soğuk mermerinden

bırakmazdım elimden küsküyü ve çekici

kırardım o mermeri kırılmayan yerinden

Yontardım ince, uzun tam on işlenmiş parmak

onun derin sanatçı rûhuhu vurgulayan

çarpsın diye gözlere mantığımıza karşı yan

bir heykel yaratırdım: Biraz şaşı bakacak"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 62)

byg-shfy-4580

Umran, şiirlerindeki sanatı, eşyanın üzerindeki sanatla karşılaştırarak ortaya koymaya çalışmıştır. Şiirlerinde sürekli olarak benzeten-benzetilen döngüsü içerisinde bir konumlandırma sözkonusudur. Şiirlerinin geneline yayılan bu hava Umran'ın şiirlerinin karakteristik bir özelliğidir. Bu şiirinde Umran, sevgilinin heykelini yapmak istediğini, fakat bir kusur bırakmak istediğini çünkü insanın kusurlarıyla güzelleşebileceğine inanmaktadır. Bu genel kanıdır "hiçbir insan kusursuz değildir".

"Oyuncak

Garip bir oyuncak gibi

Seyre dalarım bazan ellerini

Dokunmağa cesaret edemem

Kıracağım diye bir yerini

Ölçebileydim değerini

Ederdim şiirimle mukayese

Ah bu eller âit olmasaydı herkese

Keserdim, saklamak için bileklerini"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 63)

Sevgilinin ellerine tutkunluğu, Umran'ın bir çok şiirinde kendini göstermektedir. Kırılgan bir oyuncak gibi olan sevgilinin ellerini tutmak isteyen Umran, bu konuda çekingendir. Kırılacak düşüncesiyle sadece izlemek ile yetinir. Bir değer biçemez bu ellere, fakat şiirle mukayese eder, bu bir karşılaştırmadır. Şiirin de en az sevgilinin elleri kadar değerli olabileceğini ifade eder. Çünkü Sedat Umran, şiiri sevmekten öte bir hayat biçimi olarak görmektedir.

"Kırık Sürahi

Saçları yüzüne yansıyan ışık

ipekten bir yumak: Bana dolaşık

bellideğil nerde, başı ve sonu

çözmeğe bir türlü kıyamam onu

dışım dargın olsa, içim barışık

hırçın sözleriyle oynarım aşık

tâ çocukluğumdan kalan oyunu

billûr bir sürahi yüzü ve boynu

ben onun dibinde kara tortuyum

o güzel sürahinin kopuk kulp'uyum"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 67)

İnsanın nesnelerle ile ünsiyeti yeni bir olgu değildir. Umran'da bundan yararlanarak bazen kendisini, bazen de nesneleri kendisi yerine koyar. Ama sürekli olarak bir ünsiyet durumu, bir bütünleşme arzusu kendisini gösterir. Umran, Kırık sürahi ile kendini bütünleştirerek kendi kırgınlıklarını da aslında ortaya koyar. Çocuklukta bu yana yaşadığı, yaşamış olduğu aşk macerasında kendisinin duygu durumunun bir özeti olarak bu sürahinin dibinde biriken siyah tortuyla eşdeğer kılar.

"Sandık

Nasıl gizlese eşsiz incisini istiridye

ben de aşkımı gök-sandığına kilitlerim

kimse görmesin onu, el süremesin diye

geceye:"yıldızlara mühürle ve sus"derim

Şiirim bu kilide uyan altın anahtar

geceden izin alıp sen istersen açarım

içinde anılarım ipek bohçaları var

o kızıl saçlarından bir bukle kıvrım kıvrım

Uçlarını hüznümle işlediğim mendiller

özlemlerinden kesip senin biçtiklerindir

ayrılık ejderhası: Üstünde alev diller

içimin kuytuları o sandık kadar derindir"(Umran, Gittin Taş Atarak Denizlerime, 1990, s. 69)

Sandık, genellikle eşyaların ya da saklanmak istenen eşyaların saklanması amacıyla kullanmaktadır. Umran ise Sandık şiirinde aşkını saklamak istediğini ve bunu gök-sandığı olarak ifade ettiği yerde saklamak istediğini ifade eder. Bu sandığı açacak anahtarın ise yazmış olduğu şiir olduğunu, sandığın açılma zamanının gecenin verdiği bir zamanda olduğunu, içerisinde ise anılarının ve sevgilinin saçlarından bir bukle olduğunu ifade eder.

Kaynakça

Umran, S. (1990). Gittin Taş Atarak Denizlerime. İstanbul: Akabe Yayınları.


Yazar: Tuğba D. CAN - Yayın Tarihi: 20.12.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 22.11.2023 09:13
568

Tuğba D. CAN Hakkında

Tuğba D. CAN

Lisans Öğrenimi Uşak Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamlayıp yüksek lisansı Dumlupınar Üniversitesi'nde Yeni Türk Edebiyatı alanında tamamladı. Bir dönem öğretmenlik yaptı. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik dahil bir çok kademede görev aldı. Avrupa Birliği projeleri dolayısıyla birçok ülkeyi gezip görme fırsatı yakaladı. Okumayı, yeni yerler keşfetmeyi, kedileri ve şiiri sevdi. Evli ve 2 çocuk sahibidir. 

Tuğba D. CAN ismine kayıtlı 21 yazı bulunmaktadır.