Sedat Umran ve Şiirine Dair 14

Altın Eşik Kitabındaki Nesne Şiirleri
Altın Eşik adlı eserinde eşyaya dair şiirleri sıralı olarak aşağıda verilmiştir. "Kara Ayna
Gölgem bakamadığım kara aynası ölümün
Biz onu yok saysak da, tek gerçek, en büyük ün
Bitmez kara mürekkebi yokluğun hokkasında
Biz görmesek de gizlenir her şeyin arkasında
Durur ışığımızda bizi kapkara çizer
Silebilir miyiz onu, hayır, âh ne gezer!..
Ömür tâcımızın o'dur tek taş kara elmas'ı
Düşüncemizin dolup dolup boşalan tası
Basamayız, çünkü ölüme götüren kara eşik
Varlığımızı içten sarmış, sımsıkı birleşik
İstesek de bir türlü ondan vazgeçemeyiz
Bu kara aynada gerçek yüzümüzü seçemeyiz…"(Umran, Altın Eşik, 1999, s. 7).
Gölgesini ölümün kara aynası olarak gören Umran, yine ayna üzerinden hareketle şiirini yazmıştır. Ölümün tek gerçek olduğunu ifade ederek, her şeyin ardında gizlice durduğunu ve zamanı geldiğinde ortaya çıktığını söyler. Her ölümün erken bir ölüm olduğu insanoğlunun zamansızlığından kaynaklıdır. Ölüm hem başucunda hem de olacağanlığıyla uzağındadır. Umrani bu şiirinde ölüm teması üzerinden insanın ölümle olan ünsiyetini ifade etmeye çalışır.
"Altın Eşik
-Mustafa ve Ali Çifter kardeşlerine
Mor halkalar oturdu göz altlarına
Akşam renkten renge girdi, yaşlandı
Gök-sarayını kundakladılar, telâşlandı
Çekilmek istedi en üst katına
Gün, geceye atladı altın eşikten
Denize düşürdüğü kanlı gömleği
Kapışan dalgaların elinde parçalandı!.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 10).
Esere de ismini veren Altın Eşik başlıklı şiir yaşlılığın vermiş olduğu ruh haliyle bir günü de geçirmiş olduğu durumu izah eden Umran, ömür defterinde sayfaların ilerlediğini, güneş ışıklarının denize düşerek kanlı bir gömlek gibi olduğunu, bunun da dalgalar dolayısıyla parçalandığını Ahmet Haşim'e benzer bir söyleyişle aktarmaktadır.
"Örs
Dövdüm duygularımı yüreğimin örsünde
Kuşkuyu dümdüz ettim, törpüledim sevinci;
Bir ânda ışıldadı acılarımın içi
Beni bilmeyen gelsin, bir kerecik görsün de:
Anlasın neymiş çekiç altında yaşamak
İncelttim varlığımı ve girdim bin bir şekle,
Alabildiğine güçlendim içinde ezilmekle
Göğe çıkan merdivenim, acılarım basamak!..." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 16).
Örs şiirinde Umran, duygularını işlediği bir eşya olarak ele almaktadır. Bu çekiçle, büyük sıkıntı ve acıya dayanmakla eş değer görülmüştür. Acılarını içerisinde kimi zaman sıkarak, kimi zaman bunaltıcı bir biçimde bastırarak dizginlemeye çalışır Umran, örs şiirinde bu duygu durumunun yansımalarını aktarır.
"Stres balonları
Niçin şişirmişler insanlar şu balonları
Değil mi ki patlamak, yok olmak sonları
Kısacık yaşamında avunabilsin diye
Boyamışlar her renge: Sarıya ve maviye
Kim olabilir onlara çocuklar kadar yakın?..
Sessizce yaşasınlar dokunmayın, bırakın
Sevinsinler ipiyle bir tavana asın da
Kalakalsınlar bir yükselişin ortasında!.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 24).
Stres Balonları adlı şiirde bu balonların çocukların eline geçmesiyle gerçek amacını ve sevincini bulacağını ifade eder. Çocuklar bu balonlara en yakın olanlardır, renkleriyle bir albeni sağlayan bu balonlar çocukları kendilerine çeker.
Mum ve Kırık Ayna başlıklı şiiri Parmak Uçlarımdaki Yangın eserinde de olduğu için bu eserinde değerlendirmeye alınmamıştır.
"Bozuk gramofon
Değer değmez hızlanır içimin iğnesine
Ama hep boşa döner sıkıntının plâğı
Kim bilir kim bırakmış, yok ki kırılacağı
Alışamadım gitti cızırtılı sesine
Sıkıntının plâğı bir türlü durduramam
Kim takıp çıkarıyor, hangi el, belli değil
Bir gramofon içim, duymak istersen eğil
Çalınması bitse de ters çevirip kuramam!.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 31).
Bozuk Gramofon şiirinde, içinde bulunduğu ruh halinin sıkıntılı, bunaltıcı ve krize varan bir biçimde psikolojik olarak zor durumda olduğunun bir ifadesi olarak yansıtılmaktadır. Sıkıntısını bir çeşit plağa benzeterek içinin bir gramofon gibi bu sıkıntıyı çoğalttığını, çaldığını ifade etmektedir.
"Kristal sürahi
Masa, sandalye, dolap hem yalan, hem de sahi
Suyunda intiharlar taşıyan şu sürahi
Benden daha zengindir, bilmese de vallahi
Dolmakla boşalmanın mutluluğundan gayrı
Onun da yazgısıymış herkesten uzak, ayrı
Yaşamak tek başına saydamlaşmış bir içle
Paramparça etsek de kocaman bir çekiçle
İçinde ölenlerden bir şey kalmaz geriye
Yıllar boyu alışmış bir müthiş gösteriye
Sen de korkaklığından soyun da orada kal
Sevincin renklerini yansıtan saf kristal
Mutlu olursun seni içine almış diye!.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 32).
Kristal Sürahi, gösterişi, şaşaayı yansıtan bir ifade olarak, ölse bile kırılsa bile bu şekilde kalabileceğini yansıtmaktadır. Kristal Sürahiyi kendinden şanslı gören Umran, onun o gösterişli durumundan hiçbir şey kaybetmeden yıllar boyu yaşadığını ifade etmektedir.
"Gönderilmemiş Mektupların
Ben gönderemediğim mektuplarımda varım
Onlarda bir bütünüm, yazdıklarımda yarım
Gönderdiğim dış yüzüm, yolladığım astar
Eli hiç titremeden biçmiş usta Makaslar
Kopuk ve çürük değil onlarda his ipliği
Her birinde ruhumun hüznü ve garipliği
Titizlikle saklarım, asla yırtıp atamam
Bölük-pörçük olsa da bana göre tastamam
Eksik olan nedir ki, bir pul mu, yoksa zarf mı?
Beni ele verecek, bir hece, ya da harf mi?.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 44).
Mektuplar geçmiş zamanda önemli iletişim araçlarından olup yoğun olarak kullanılmaktaydı. Günümüzde ise artık artan iletişim teknolojisi nedeniyle gittikçe azalan bir hale bürünmüştür. Umran ise ulaşılmaz aşkların adamı olarak sevgiliye gönderilmemiş mektupların yasını tutar. Onlarla eksikliğini tamamladığını ifade eder, her birine iplik iplik nakışlarla kelimelerden ördüğü duyguları vardır. Bir tür içini dökme seansı yaşar mektuplarla, sevgiliye gönderemediği, söyleyemediği tüm duygu ve düşünceleri bu mektuplara yazmaktadır.
"Kaleydoskop[1]
Köşe kapmaca oynar renkler aralarında
Hangisinin yeneceği hiç belli değil
Birbirinin içinden çıkan acayip motifler
Bazen halı deseni olur, bazen de mendil
Sanki görünmez biri var, ansızın üfler
Çiçek dürbününün o daracık dünyasına
Köşeli ve adsız çiçek şekillerini
Sonra muziplik olsun diye "püf" der
Yeni biçimlere dönüşür söndürdükleri
Her kıpırtı şimdi bir başka şekle gebe
Çiçek dürbününün çadırında göçebe
Alacalı bulacalı bir aile oluşturur
Git derseniz gider, dur derseniz durur
Erguvan, mor, yeşil, al, turuncu renkli
Bazısının ortası ufacık kara benekli
Bazen bir fiyonk, bazen de dikdörtgen
Çok sayıda, düşünme, istediğini beğen
Parlak kanatlarıyla yabansı böcekler
Tedirginler, çünkü hemen yitecekler
Belki bir ozan anlıyabilir onları
Yazmak isteyip de yazamadığı bir şiiri
Yansıtır çiçek dürbünü o renkli ve iri
Köşeli şekillerden harflerle bir cama
Anlamsız görünseler de yakınlar dünyama
Dökülür irili ufaklı renk renk çiçekleri
Bir boya ağacının görünmez dallarından
Her silkmede düşerler pıtrak pıtrak
Bakışlarımızın gizli köşelerine dolar
Renkler silinirler birden taklak atarak.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 45).
Kaleydeskop, gösteri amaçlı, renklerden ve desenlerden aynalar yardımıyla çeşitli görüntüler sunan genellikle boru şeklinde yapılan bir tür eşyadır. Dürbüne benzer fakat belirli bir görüntü sunan bu eşya, insanları hayal dünyasına çağırır. Görülen her şekil ve desen insanın hayal dünyasına göre şekillenmekte, anlatılamayan, görüntüyle ifade edilen bir tür hayale çağrı eşyasıdır. Umran da şiirine buna değinerek bu değişik eşyayı anlatmaya çalışmıştır.
"Topaç
Kim bilir kaç bin kez
dolandı kendi çevresinde topaç;
devinimsiz durmayı sevmez
yutar mesafeleri açözlü aç!..
Dönmeyi edinmiş alışkanlık
ama bulamaz kişiliğini
hırsı emdikçe emer iliğini
kavuşamaz erince bir ânlık!.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 47).
Çocukluğumuzun bir oyuncağı olan topaç, Sedat Umran'ın ifadesiyle mesafeleri yutan bir aç gözlüdür. Dönmeyi kendine alışkanlık haline getiren bu eşya binlerce kez dönmesine rağmen bu dönüşünden vazgeçmez. Döndükçe daha çok dönesi gelen bu eşyaya Umran insana ait duyguları yükleyerek tasvir eder.
"Salıncak
Bir ip kalır geriye
Sallanmasını alıncak
Gidemez daha ileriye
Atamaz bir adım salıncak
Tutsağı olmuş kolan vuruşun
Kendi kendisiyle yarıştığı
Görülmemiş bu acayip kuşun
Maviliklere karıştığı
Kucak dolusu sevinç
Boyuna göğe taşıdığı
Kopması olsa da dinç
Tâ içinden ışıdığı!..
Ülkesi gökle yer arası
Üşümez çıplak olsa da yaz-kış
Ne öncesi var, ne de sonrası
İkisi "Şimdi"sine karışmış!.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 50).
Yediden yetmişe herkesin bir şekilde bildiği çoğunlukla da bindiği bir vakit geçirme aracı olan salıncağa Umran, herkesten farklı anlamlar yükleyerek yaklaşır. Ona göre salıncak iplerle tutuklanmış bir kuştur. Ülkesi gökle yer arasında bir yerdedir.
"Garip Aynalar
Yaşıyorlar yanyana
Kavgasız, gürültüsüz
Ne gelin, ne kaynana
Garip aynalar öksüz
Belli değil genç yaşı
Gergin, pürüzsüz bir yüz:
Buruşmaz ten kumaşı
Olsa bile ütüsüz!.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 51).
Aynaları şiirlerinde yoğun olarak kullanan Umran, bu şiirinde aynaların başka aynalarla yan yana olsalar dahi yalnız bir yaşam sürdüklerini ifade eder, yaşları belli olmayan bu aynalar camdan oluştuğu için buruşmaz tenleri.
"Çocuk ve emziği
Bir çocuk annesinin koynunda mışıl mışıl
Uyumakta, ağzında unuttuğu emziği
Aralanan gözleri bakıyor ışıl ışıl
Odur yaratıkların en suçsuz, en eziği
Minicik elleriyle yokluyor her bir şeyi
Çekiyor kuyruğundan ansızın bir kedinin
Farkında değil kim ne diyecek, ne dedinin
Canlı sanıyor gözsüz, kulaksız bir gölgeyi!.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 55).
Umran, hemen hemen her eşya hakkında şiir yazabilme yeteneğine sahiptir. Onun eşyaya bakışı diğer insanlardan farklı olduğu için her tür eşyayı kendine şiir konusu edinebilir. Bu şiirinde çocuk ve emziğine odaklanarak çocuğu öncelemiştir. Emzik ise çocuğun bir tür aksesuarı olarak yansıtılmıştır.
"Garip aynalar
Ne denli kurcalasan açamazsın içini
Aynalar korktuğumuz Pandora'nın kutusu
Gizliyor tâ dibinde sayısız kötü cini
Orada sessizliğin hapsolan uğultusu
Birbirinin ardından sökün etti nesneler
Masa, iskemle, dolap, duvar ve hatta tavan
Görünmeyen süzgeci yorgunluğumu eler
Aynam kurar eşyaya bir büyük taht-ı revân
Atarlar sularında kulaç üstüne kulaç
Yine de yüzemezler yerinde kalır hepsi
Aynalar sessizliği sunan bir büyük tepsi
Gizli sancılarımı yatıştıran tek ilâç!.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 57).
Aynı kitapta aynı isimde aynalara değinen Umran, aynayı Pandora'nın konusuna benzeterek kötü cini içinde sakladığını ifade etmektedir. Bu kutunun içinde bir çok nesne bulunmaktadır. Ayna bütün bu eşyaları içinde barındıran bir eşyadır.
"Kum saati
Ben bir kum saatiyim ve sen kum taneleri
Seninle biriktirdim içimde seneleri
Can-evimde hissettim dolup boşalışını
Bir mevsime sığdırdım yazını ve kışını
Yok olarak yaşadım birden silindi zaman
Birbirine karıştı ufacık ve kocaman
Seni içime aldım ve bir bir istifledim
Kendimde bütünledim, sonra çözdüm lifledim
Duydum derinliğime sessiz dağılışını
Bir el ters-yüz etti de içini ve dışını
Umut ve umutsuzluk dolmak ve boşalmaktı
Çözülen zerrelerin bir biri içime aktı!.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 58).
Cam bir huni içerisinde akan kumlarla zamanı ölçmeye yarayan kum saati, Umran'ın bakış açısıyla seneleri içerisinde biriktirir. Zaman üzerine odaklaşarak bütün umut ve umutsuzluklarını bu kum saati eşliğinde hesaba çeker. Bir tür sorgulamaya girişir, yalnızlığını ve sessizliğini bu dolup boşalan cam huni eşliğinde duyar ve dinler.
"Mantar
Dalgaların dört yana savurduğu bir mantar
Dur desem de kendime dinletemem sözümü
Kimse istemez beni, şişe tükürür atar
Yoksa hor görülüşüm varlığımın özü mü?
Boydan boya umutla kaplı olmasa içim
Sürüklenip giderdim tâ dibine denizin,
Nasıl kalın halatı kıskanmazsa bir sicim
Alın derinlikleri derim ki olsun sizin
Ben sizi hafifliğin terazisinde tartar
Erişirim gücümün aydınlık bilincine;
Ağırlığım azalsa sevincim hemen artar
Dibe batırsanız da üste çıkarım yine!.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 59).
Bir şişe mantarını konu edinen Umran, bu şiirinde kimsenin onu istemediğini en son olarak da şişenin de onu tükürüp attığı bir engel, bir aşama olarak göstermektedir. Oysa o mantar olmasa şişenin, umutların, hayallerin denizin dibini boylayacağından bahseder. Küçük fakat etkili bir eşya olan mantar, bir çok amacın gerçekleşmesini sağlar.
"Obur aynalar
Hiç umurunda değil sindirmenin zorluğu
Açgözlü aynaların o müthiş oburluğu
Ansızın midesine indirir nesneleri
Günleri, haftaları, ayları, seneleri
Eşyanın sularında birden hafiflediği
Görünmiyen bir elin bir bir istiflediği
Yanyana ve üstüste; Masa, sandalye, koltuk
Alabora olacak, batacak diye korktuk
Nasıl girdiyse sessiz öyle siliniverdi
Aynalar yuttuğunu çıkarıp geri verdi!.." (Umran, Altın Eşik, 1999, s. 62).
Aynayı çok farklı biçim ve anlamlarda çağrışımlar uyandırarak anlatmayı yeğleyen Umran, Obur Aynalar şiirinde aynanın bütün görüntüleri içine alarak sindirmeye çalıştığını, ne verirseniz onu aldığını, ona ne sunduysanız onu yansıttığını, bu yüzden de oburluk sıfatıyla yansıtarak ifade etmektedir.
[1] Çiçek Dürbünü
Yazar: Tuğba D. CAN - Yayın Tarihi: 31.01.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 07.01.2024 16:10