Sedat Umran ve Şiirine Dair 5, Edebiyat, Tuğba D. CAN

Sedat Umran ve Şiirine Dair 5 yazısını ve Tuğba D. CAN yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Sedat Umran ve Şiirine Dair 5

15.11.2023 09:00 - Tuğba D. CAN
Sedat Umran ve Şiirine Dair 5

Tuğba D. CAN yazdı...

Şiir nedir? Bu soru, şairlerin şiirle olan ilgilerinin ilk aşamasıdır. Her şair, şiir anlayışı çerçevesinde bir şiir tanımlaması yaparak eserler ortaya koymaktadır. Bu bakımdan denilebilir ki; şair sayısınca şiir tanımlaması vardır. Şairler, şiir tanımlarını genellikle şiirleriyle ortaya koyar ve şiirin tanımını genişletirler. Özdemir İnce, Şiir ve Gerçeklik adlı eserinde şiirin hammaddesi olan dilden başlayarak açıklama getirir. Ona göre şiir:

"Her sanat dalının kendine özü bir hammaddesi vardır. Şiirin hammaddesi, bilindiği gibi dil'dir. Ama ozan hazır bir hammadde olarak ele almaz dili; onu yazarak oluşturur. Dilbilimciler dil ve sözü birbirinden ayırırlar. Bunların dışında bir de yazı dili vardır. Bir dilbilimci olmadığımıza göre, dil, söz ve yazı dili'nin üzerine gitmeden, 'Bunların dışında bir şiir dili de var mıdır?' diye sorabiliriz. Vardır. Bu şiir dili alanında, özel dil alanları, dil adacıkları vardır. Bu da ozanları birbirinden ayırt etmemizi sağlar. Şiirin dili bireşimseldir: Dil'i, Söz'ü ve Yazı'yı içerir. Bize göre, en çok Söz'e yakın durur"( (İnce, 2001, s. 134)

Şiirin ne olduğuna dair açıklamaların yapıldığı metinlere poetik metinler denmiş ve bazı şairler sadece şiiri, şiirle sınırlı tutmamış, ayrıca poetik metinlerle onun kapsamını ve ne'liğini sorgulamıştır. Tarihsel süreç içerisinde 'poetika' kelimesi farklı anlamlar kazanarak günümüze kadar ulaşmıştır. Sanat ve edebiyat türleri üzerine yazılmış bu türden eserlerin öncesi Aristo'nun 'Poetika' adlı eseri olmuştur. Bu eser, sanat türlerinin kuramsal yönlerine değinen bir eserdir (Çıkla, 2010:19). Çıkla, 'poetika' kavramını ve kavramın tarihsel süreçte neye tekabül ettiğini şu şekilde açıklar:

"Poetika teriminin anlam alanı XIX. yüzyıla yaklaştıkça çoğunlukla "şiir" türüyle ilgili olmaya başlamış ve son iki yüzyılda şair ve yazarlar ya içinde bulundukları bir akımın sanat görüşlerini ya da bireysel olarak sanat, edebiyat ve şiir görüşlerini poetik metinlerde dile getirmişlerdir. Artık poetikanın giderek özerk bir bilimsel disiplin olma yolunda hızla geliştiği bu son yüzyıllarda terim büyük oranda şair ve yazarların estetik, sanat, sanatsal yaratım, sanat dalları, edebiyat, edebî türler ve şiirin çeşitli konuları üzerine görüşlerini içeren metinleri karşılar hâle gelmiştir. Böyle olmakla birlikte bir taraftan da terimin yine çok geniş bir kullanım alanına sahip olduğunu, bu terimin anlam ve kullanım alanıyla ilgili belirsizliklerin hâlâ devam ettiğini söylemek gerek" (Çıkla, 2010:19).

Her şairin bir poetikası olabildiği gibi dönemin baskın poetikası da olabilmektedir. Şairlerin hâkim şiir anlayışına göre şiirler yazması Türk Edebiyatında görülebilen bir durumdur. Dergiler ve gazeteler ekseninde toplanan şairler derginin veya gazetenin belirlemiş olduğu poetika ekseninde Türk Edebiyatının belli başlı dönemlerini oluşturmuştur. Türk Edebiyatı'ndaki yenileşmenin başladığı dönem olarak kabul edilen bu dönem Tanzimat Dönemidir. Bu dönemdeki şair ve yazarlar çağın konjonktürel havasına ve Batı'ya özentili hayat biçimlerine uygun eserler üretmektedir. Fakat "Tanzimat'ın ilk aydınları ve ihtilâlcilerinin oluşturdukları eserler sosyal nitelikte olup tamamen edebiyat açısından değerlendirilmeleri mümkün olmayan eserlerdir" (Enginün, 2012:24). Bu akıma tepkiler gecikmemiş ve "onlara ilk tepki kendileri gibi gazeteci olmayan ama onları üstad tanıyan ikinci nesilden gelir: Recaizade, Hamit, Sezai" (Enginün, 2012, s. 24) gibi isimlerle Tanzimat Edebiyatı devam ettirilmiştir. Tanzimat Edebiyatı'nın ilk dönemi daha çok toplum için sanat anlayışını güderken ikinci dönemde bu sanat için sanat anlayışına dönüşmüştür. Tanzimat Dönemi'nden sonra Servet-i Fünun dönemi başlar. Mehmet Kaplan, Servet-i Fünun edebiyatını açıklarken şunu aktarır:

"Servet-i Fünun edebiyatı, Tanzimat'ın başından beri gelen edebiyatın kazançlarından (Hamid'den bilhassa Recaizade Ekrem'den) istifade ettiği gibi, 1885 den 1895 e kadar, bugün isimleri pek hatırlanmayan bir kafile şair ve yazarın hazırladıkları edebî atmosferden de faydalanmış, II. Abdülhamid devrinin hususî şartları içerisinde, Hâlid Ziya, Cenap ve diğer şahsiyetlerin ortak çalışmalarıyla ayrı bir duyuş tarzına ve üsluba sahip edebî bir devir olmuştur" (Kaplan, 2010:41).

yazısının devamında Kaplan şunları aktarır:

"Servet-i Fünun şair ve yazarlarında ortak bir duyuş ve tabiat görüşü vardır. Bu ortak duyuş tarzı, içinde yaşadıkları devir ve çevre ile ve okudukları kitaplarla yakından ilgilidir. Bu duyuş tarzı kendisini umumî olarak iki tem altında gösterir: I –Gerçekten nefret: II – Hulyâdan hoşlanmak; daha kısa olarak hakikat ve hayal tezadı. Bu temi, muhtelif şekiller altına bütün Servet-i Fünun şair ve yazarlarında görebiliyoruz. Servet-i Fünuncuların tabiat görüşleri, eski nesillere nazaran daha renklidir. Onlar tabiatı ekseriyetle bir hulyâ yeri telakki ederler. Tabiat manzaraları çok defa kendi müşahedelerinden değil, kitaplardan ve resimlerden gelmedir" (Kaplan, 2010:56-57).

Kenan Akyüz ise Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri adlı eserinde Servet-i Fünun Edebiyatının kapsamını anlatırken bu isim altında toplanan gençlerin büyük bir sanat aşkına sahip olduğunu, Türk edebiyatını batılılaştırmaya çalışan bir önceki dönem şair ve yazarları gibi Fransız edebiyatını takip edip onu önde tutarak Türk edebiyatının gelişmesine, çağdaşlaşmasına çalıştıklarını ifade eder (Akyüz, 1995:90). Servet-i Fünûn şairleri parnasyen ve sembolist akımlarla ilgilenmiş, Fransız romancılarının tarzını, üslubunu dikkatle takip etmişlerdir (Akyüz, 1995:90). Dergileri kısa süre içerisinde hem şekil hem de içerik açısından tamamen Avrupaî şiirler, hikâyeler, roman parçaları ile dolup taşmaya başlamış, bir yandan Tevfik Fikret'in eliyle görüş, öneri ve düşünceleriyle Fransız edebiyatındaki akım, şahıs ve düşünceler tercüme edilerek aktarılmaya çalışılıyordu (Akyüz, 1995:90). Cafer Şen ise Servet-i Fünûn'un oluşum ve gelişim aşamasını aktarırken Fecr-i Âti'ye değinir, 1896 -1901 yılları arasında Servet-i Fünûn Dergisi etrafında toplanan yazar ve şairler Servet-i Fünûncular adıyla anılır, bu grup dışında dönemde kendi faaliyetlerini yürüten klasik edebiyat taraftarları da varken bu iki grup arasında da Mutavasıttîn adlı yeni bir edip grup da eserleriyle o dönemde etkisini genişletmiştir (Şen, 2006:1-2). Servet-i Fünûn'un atmosferi yeni bir söylem ve hareket tarzı olsa da içerisinde bulunan şair ve yazarları kimi zaman zorlayan hatta onları belirlemiş oldukları ölçütler dahilinde kısıtlayan bir okuldu. Nitekim Tevfik Fikret mevcut dönemde bağlı olduğu Servet-i Fünûn ve mevcut siyasi yönetim dolayısıyla yazamadığı/yayınlayamadığı Sis ve Bir Lahza-i Tahattür şiirleri elden ele dolaşarak halk nezdinde kabul görmüş şiirleridir (Şen, 2006:1-2). Dönemin konjönktürel havası ve hareket tarzı otoriter bir yapıda olduğu için rahat hareket edemeyen yazar ve şairler Fecr-i Âti'yi hazırlamıştır. Nitekim Şen'in de ifade ettiği üzere: "İşte bu dönem ileride Fecr-i Âti Encümenini oluşturacak gençler de dahil olmak üzere bütün aydın-edip kadrosu, mevcut siyasi atmosferin değişmesi noktasında büyük umutlara kapılır" (Şen, 2006:1-2).

Türk edebiyat tarihi açısından Servet-i Fünûn edebiyatından sonra gelen dönem kısa da olsa Türk edebiyatında önemli bir yer edinmiş Fecr-i Âti edebiyatından da bahsetmek Sedat Umran'ın şiirlerinin daha anlaşılır olmasını sağlayacağı için kısa bir anlatım olsa Fecr-i Âti edebiyatı bahsini gerekli gördük. Fecr-i Âti edebiyatı konusunda önemli bir çalışmaya imza atmış olan Cafer Şen'e göre bu dönem:

"Fecr-i Âti Encümeni, döneminde oldukça yeni bir tavırla manifesto niteliği taşıyan bir beyanname ile varlığını duyurur. Bu beyannamede encümen üyelerinin "sanat şahsi ve muhteremdir" ilkesini benimsedikleri ilan edilir. Onlar bu ilkedeki sanatın şahsi oluşu yorumuyla sanatın neye konu edileceği hususunda sanatçıya tam bağımsızlık tanırken, yine de sanatın özel bir yapısının olduğunu, herhangi bir konunun ancak bu özel yapıyla işlenmesi halinde sanat eserinin vücut bulacağını da sanatın "muhterem" olması yorumlarıyla ortaya koyar" (Şen, 2006: 1671).

Aynı yazının devamında Şen, edebiyatın iki kesime bir tepki niteliğini taşıdığını belirterek, edebî eserde aranan özellik konu ne kadar büyük ve yüce olsa da önemli olan o eserde alınan zevk, heyecan ve estetik değerdir (Şen, 2006:1671). Fecr-i Âti edebiyatında en çok kullanılan ve üzerinde durulan tür şiirdir. Bu bakımdan bu edebiyatın bütün unsurları kendisini şiir üzerinden şekillendirmiştir. Bu dönemdeki şiirde ise Batı'da oluşumunu tamamlayan parnas ekolüyle sembolist şiir anlayışının yansımaları gözlemlenmektedir (Şen, 2006:1671). Fecr-i Âti dönemi şairlerinde görüleni değil, algılananı işleyen empresyonist bir tavır gözlemlenmektedir. Görülenden ziyade görülen karşısında hissedilen önemlidir (Şen, 2006:1672).

Fecr-i Âti dönemi edebiyatından sonra Milli edebiyat dönemi başlamış, bu dönem edebiyatı Osmanlı'nın yıkılış dönemine tekabül etmektedir. Osmanlı'yı kurtarmak için çeşitli görüşler ortaya atılmış bu görüşler çeşitli biçimlerde ifade edilmiş ve takipçi toplamıştır. Milli edebiyat dönemi, toplum olarak zorlukların, sıkıntıların yaşandığı döneme tekabül etmektedir. Bu bakımdan bu dönem edebiyatı ekseriyat toplumsal konuları kendine mesele edinmiştir. Bu dönemden sonra başlayan dönem ise Cumhuriyet dönemi edebiyatı olarak anılmaktadır. Bu dönem 1923 ile 1940 arası dönemi kapsamaktadır. Edebi eserler sosyal olay ve olguları incelediği için edebiyat tarihine de bakıldığında yazılan veya aktarılan eserlerin çoğunda eserin yazıldığı dönemin yansımaları olarak sosyal, siyasal ve sanatsal veriler elde edilebilir (Can, 2017:20). Bu dönem edebiyatları da dönemin konjönktürel durumundan etkilenmiştir. Türk Edebiyat tarihinde 1940-1960 döneminde Garip Hareketi, Hisarcılar ve Nazım Hikmet çizgisini devam ettirenler mevcuttur. Daha sonra 1960 ve sonrası İkinci Yeni şiiri baş göstermiştir. Sedat Umran'ın şiirini anlayabilmek için yaptığımız bu kısa Türk edebiyatı girişi önemli görülen unsurlar belirtilerek bir anlatım yapılmıştır.

Şiir, Türk edebiyat tarihinde başat bir unsur olarak sürekli olarak kendini göstermiştir. Özellikle Cumhuriyet döneminden itibaren dönemler genellikle şiir anlayışına göre şekillenmiş ve şiir üzerine uzun uzadıya tartışmalar başlamıştır. Şiir çeşitli unsurlardan müteşekkil bir yapı örneğidir. Nurullah Çetin de buna değinerek şu açıklamalarda bulunur: "Şiirin içeriği 'muhteva', 'içne', 'iç-öz'gibi terimlerle de karşılanır. İçerik, genel olarak şiirin ne söylediği, ne anlattığı, ne demek istediği, hangi unsurları içerdiğinin karşılığıdır" (Çetin, 2015:17). Aynı yazının devamında şunları aktarır:

"Şair bilgiyi, düşünceyi, gündelik yaşantıyı yani bir bütün olarak şiirde kullanılan malzemeyi çıplak hâliyle vermez. Bu birikimin ve malzemenin kendi dünyasında ulaştığı özgün sentezi bir duygu ve heyecan şeklinde, çınlayan, uğuldayan bir ses hâlinde sunar. Malzeme salt bir çağrışım vesilesidir" (Çetin, 2015:17).

Ali K. Metin ise şiirin yaşayan ve yaşatılması gerektiğine dair açıklamalarda bulunurken, bunun nasıl olması gerektiğine dair şunları aktarır:

"Yazılan şiiri, şiiri izleyen ortamdan, ortamı şekillendiren eleştirel yaklaşımların etkisinden izole edilmiş düşünemeyiz. Bu itibarla eleştiri; şiiri yaşatacak, ortaya konan şiir verimlerinin gerçek değerini bulmasına imkân sağlayacak, her türlü spekülasyona karşı yanılsamaları elimine ederek şiir kamusunun doğru şekilde bilgilenmesini sağlayacak bir işlevsellikle temayüz etmeli. Günümüz şiiri üzerine yapılan eleştirilerin böyle bir sorumluluk bilinciyle donatılması şiirin gürleşmesine vesile olacaktır" (Metin, 2015:56).

Umran ise, şiirin son derece öznel bir sanat olduğunu ve onu ortaya koyan itici gücün şairin yüreğinden aldığından bahseder, malzemesini ise beş duyudan alır, bütün bunlarla birlikte ayrıca şiirin zevk vermesi gerekliliğinden bahseder (Umran, 2004:20). Şiirin yazılması için de gerekli olan şartları şu şekilde sıralar (Umran, 2004):

" a) Duyarlı ve izlenimlere açık bir yürek, tabiatın verdiği bir elverişlilik

    1. b) Boş zaman ve o boş zamanı sırf şiir için kullanmaya gönüllü biri.
    2. c) Tehlikelerin içine atılmayacak olan, ama ona teğet geçebilecek bir cesaret.
    3. d) Bütün enerjisini, sevicini ve acısını şiirden alacak olan bir şiir kara sevdâlısı"
    4. bu ifadeler ayrıca Sedat Umran'ın şiirle dolu hayatının bir özeti niteliğindedir.

      Kaynakça

      Akyüz, K. (1995). Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1860-1923. İstanbul: İnkılap Kitabevi Yayınları.

      Can, B. (2017). Kentle Kavga: Mustafa Kutlu Öykücülüğünde Mekân. İstanbul: İzdiham Yayınları.

      Çetin, N. (2015). Şiir Çözümleme Yöntemi. Ankara: Akçağ Yayınları.

      Çıkla, S. (2010). Türk Edebiyatında Manzum Poetikalar. Ankara: Akçağ Yayınları.

      Enginün, İ. (2012). Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat'tan Cumhuriyet'e (1839-1923) (6. Baskı b.). İstanbul: Dergâh Yayınları.

      İnce, Ö. (2001). Şiir ve Gerçeklik. İstanbul: İmge Yayınları.

      Kaplan, M. (2010). Tevfik Fikret. İstanbul: Dergâh Yayınları.

      Şen, C. (2006). Fecr-i Âti Edebiyatı Tespit - Tahlil - Tenkit. Ankara: Gazi Kitabevi.

      Umran, S. (2004). Şiirde Metafizik Gerçek. İstanbul: İz Yayıncılık.


      Yazar: Tuğba D. CAN - Yayın Tarihi: 15.11.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 22.11.2023 09:12
292

Tuğba D. CAN Hakkında

Tuğba D. CAN

Lisans Öğrenimi Uşak Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamlayıp yüksek lisansı Dumlupınar Üniversitesi'nde Yeni Türk Edebiyatı alanında tamamladı. Bir dönem öğretmenlik yaptı. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik dahil bir çok kademede görev aldı. Avrupa Birliği projeleri dolayısıyla birçok ülkeyi gezip görme fırsatı yakaladı. Okumayı, yeni yerler keşfetmeyi, kedileri ve şiiri sevdi. Evli ve 2 çocuk sahibidir. 

Tuğba D. CAN ismine kayıtlı 7 yazı bulunmaktadır.