Sedat Umran ve Şiirine Dair 6
Tuğba D. CAN yazdı...
Sedat Umran'ın şiire yaklaşımı çeşitli zamanlarda yazdığı yazıları Şiirde Metafizik Gerçek ismini koyduğu eserinde derlenip toplu bir biçimde sunulmuştur. Bu eser üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Şiirde Metafizik başlığı altında şiirdeki metafiziksel durumun nasıl oluştuğunu, kendisinin şiir ve metafizik anlayışa dair duygu ve düşüncelerini anlattığı bölümdür. Bu bölümde şiire de çeşitli biçim ve usullerde tanımlar getirmiştir.
Metafizik dünyamız Umran'a göre dört duyu alanımızın dışında kalan dünyadır. Algılanamaz, görülemez, hissedilemez, tadılamaz, duyulamazdır. Ona göre "beş duyu alanıyla yetinmeyen, aklı aşan daha doğrusu ruhun derin katmanlarına nüfuz etmekle bir şâir hoş güzelden yüce güzele uzanır" (Umran, 2004:9). Şiiri, ilahi bir unsurmuşçasına ilham ile bağlantılı olarak ele alan Umran, onu din ile kıyaslar. İkisinin de metafiziksel ortaklık gösterdiğinden bahseder. Şiir nasıl yazılır? sorusuna cevap ararken Umran, şiir yazarken kafamızda ve gönlümüzde başka isteklerin olmaması gerektiğini ifade eder, şairin mizacının şiir yolunun en kestirme yolunu tercih ettiğini, şiiri içten fethetmek için çabaladığını vurgulamaktadır (Umran, 2004:18-19). Umran, örneğin bir aşk şiiri yazıldığında bunun için muhakkak bu serüvenin riskli yanlarını da göze almak gerektiğini söyler, fakat şairin enerjisini hangi yöne sevk edeceğini bilme ve yönlendirme beceresine sahipse bunda korkulacak bir şeyin olmadığını ifade eder (Umran, 2004:18-19).
Şiiri metafiziksel gerçeklik üzerine oturtmaya çalışan Sedat Umran, yaşadığı dönemin şiir anlayışına tepkilidir. Özellikle İkinci Yeni akımına dair yazılarında yoğun bir şekilde eleştiriler getirmektedir. Şiirimi Tehdit Eden Tehlike başlıklı yazısında Umran, şiirin güçlü olabilmesi için sesin keskin, ifadenin gür ve hayâllerin vazıh olması gerektiğinden (Umran, 2004:25) bahsettikten sonra İkinci Yeni'ye bir eleştiri getirir:
"Şiirimize getirdiği değişik hava ve yeni boyutlar yanında şiiri imgelere ve birtakım deformasyonlara boğmak suretiyle kötülük eden İkinci Yeni denen akımın kalıntıları şiirimizde hâlâ sürüp gitmektedir, eline kalemi alan her genç şâir adayı, ya da eskilerden bazıları şiir atmosferinde belirsizliği öne çıkararak şiirdeki amacına varabileceğini tevehhüm etmekte ve şiirin lirik akışını, her şeyden önce bir söz sanatı olan şiirin mahiyetine ters düşen bir tavırla tıkamaktadır ve şiirin psikolojiye sıkı bağlantısını ve duyguların analizini gözardı etmektedir" (Umran, 2004:25).
Aynı yazının devamında Umran, İkinci Yeni akımının takipçilerinin şiirde belirsizliği ön planda tuttuklarından bahsederek beş duyunun onlara sunmuş olduklarıyla yetinmelerinden dem vurur, ona göre İkinci Yeni'nin bu şairleri "bulanık suda balık avlamak istercesine akıllarınca okuyucuyu kandırabileceklerini sanmışlardır, oysa birçok şeyde birçok şeyi gizlemek mümkündür, ama şiirde asla!" (Umran, 2004:26) ifadesini kullanmış ve "mizaçları icabı metafiziği savsaklayan şâirler, bütün çabalarına rağmen şiir cevherlerinin güçlü olmaması dolayısiyle geleceğe kalmak şansını hiçbir zaman elde edemeyeceklerdir" (Umran, 2004:27) diyerek metafiziği öncüllemiş ve metafiziği es geçen gerçeği es geçmiştir ve bu gerçeğin de Tanrı'nın varlığından bir parça olduğunu ifade etmiş, dolayısıyla da ölümsüz gerçekten uzakta duran bu şairlerin geleceğe bir şeyleri iletemeyeceklerini belirtmiştir. Kendisiyle yapılan bir söyleşide Umran, şiiri hakkında ifadelerini aktarırken bu işin bir felsefesi olduğunu, gerçekliğin şiirde kendini ne derece kaybetmişse, o kadar kalıcı ve nesnel bir şiir elde edeceğimizi ifade etmektedir (Umran, 2004:258-259). Realiteyle haşır-neşir olan bir kimsenin şiir yazamayacağını hatta şiiri anlayamacağını ifade eden Umran, bunun sebebinin ise soyutlamalardan uzak olmasına bağlamaktadır (Umran, 2004:258-259). Şiir üzerine benzetme yoluyla bir çok tarifin yapıldığını, kavramın daima değişmesi karşısında tarifinin imkansız olduğunu vurgulayan Umran, sabitelerin genellikle tarif edilebildiğini, şiirin de sabit olmadığından dolayı tarifinin mümkün olmadığını ifade etmiştir (Umran, 2004:258-259). Şiirin dünü, bu günü ve yarını konusunda bir çerçeveye nasıl sokulabileceği üzerine düşüncelerini aktaran Umran, diyalektik bir sürece tabii olduğunu, içerisinde çelişkileri barındırdığını ve bu barındırmanın onun özünü/çekirdeğini oluşturduğunu vurgulamaktadır (Umran, 2004:258-259). Umran ayrıca şiir ve şair üzerine aktarımlarını şu şekilde devam ettirir:
Şâir gözlem gücünü kullanırken ruh tabakalarının derinliklerini de sondajlamak iradesini göstermelidir. Böylece insan varlığının bilinmeyen bir köşesi daha aydınlığa kavuşturulur. Bu açıdan bakıldığında şâiri şiiri insanı anlamak denemesidir. O bunu dil içinde bir ikinci dil olan şiir diliyle yapar; bu şiir dilinin kurulması gerçek şâirin sözcüklere olan sempatisiyle mümkün olur" (Umran, 2004:258-259).
Şiirde metafizik yaklaşımı savunan Umran, şiirini kurarken temellendirdiği unsurlar nesnelerdir. Umran'ın nesnelere bakışı da metafiziksel boyuttadır. Şiirde metafiziksel yaklaşım sadece Umran'ın bulduğu ve uyguladığı bir yaklaşım biçimi değildir. Türk edebiyatında bunun uzun süreli bir geçmişi vardır. Çıkla, Türk Edebiyatında Manzum Poetikalar adlı eserinde Metafizik Hakikat başlığında Tanzimat'tan bu yana şiirdeki metafizik duyuşlara, dinî tema ve söylemlere her şairin farklı biçim ve miktarda yer verdiği gözlemlenebilir bir durum olduğunu aktarmıştır (Çıkla, 2010:138). Metafiziksel yaklaşımla dini hassasiyetleri ön plana çıkartan ve büyün şiirini büyük oranda bu temel üzerine koyan ilk kişinin Mehmet Akif Ersoy olduğunu belirten Çıkla'ya göre daha sonra Necip Fazıl gelmektedir. Bu iki ismin dışında ise dinin önemli bir yer tuttuğu diğer isimler ise Yahya Kemal Beyatlı, Arif Nihat Asya, Asaf Halet Çelebi, Ziya Osman Saba gibi isimleri sayarak devam etmektedir (Çıkla, 2010:138).
Şiirde metafizik yaklaşımın en iyi örneklerini veren Necip Fazıl; Karakoç'a göre;
"eşyanın ötesini de daha çok insan beninin alınyazısı bakımından düşünmekte ve mutlak hakikati bulma kaygısıyla eşyanın ve evrenin gizlilikler perdesini aralamaya çalışmaktadır. Sembolizm, soyutçuluk ve mistisizm, kimi zaman bir araç, kimi zaman bir ruh hâli, kimi zaman da bir unsur olarak, "ben"in var veya yok olma, yani ekzistansiyel bunalımının nağmeleri ve makamları gibi, Necip Fazıl şiirini bürürler. Şiir, aslında, Necip Fazıl'da sürekli olarak, "ben"in hiçlikle yaptığı ölümüne savaşın en etkili ve belki de tek silâhıdır. Varoluş sırrı, hakikat sırrıdır asıl önemli olan. Zamanın raksı ne içindir? Bir son vardır; bu "ben", bu sorunların etrafında dönüp durmaktadır. Şair, mutlak hakikati arayıp durmaktadır. Kelimeler, sesler, musiki, imajlar onu belli bir anlama ve yoruma götürmektedir, ama bunlar da hemen arkasından yetersizliklerini ona duyurmaktadır. Başlangıçta, daha çok denebilirse, durgun bir mistikle, bir eşya yorumuyla dünyaya ve varoluşa bakan şair, gittikçe bunlara kanmaz olur. Daha ötesini arar. Yaşayışla hakikat arasındaki mutlak bağı tam gerçeğiyle tespit etmek ister" (Karakoç, 1997:87-88).
Bu yaklaşım biçimi şiirdeki metafiziksel yaklaşımın bir tür özeti niteliğindedir. Sedat Umran da Necip Fazıl'ın şiir anlayışından etkilendiği için bu görüş kapsamında kendi görüşlerini oluşturarak ortaya koymuştur. Umran'ın ayrıca Henrich Zimmer'in Hint Felsefesi ve Meister Eckart'ın Tanrı ve İnsan adlı eserlerini Türkçe'ye çevirmesi Metafizik'i önemsediğinin bir başka göstergesi olarak okunabilmektedir. Umran, metafiziği sadece şiirsel amaç için kullanmaz ayrıca felsefesini de yaparak bunun gerekliliğinden bahseder.
Kaynakça
Çıkla, S. (2010). Türk Edebiyatında Manzum Poetikalar. Ankara: Akçağ Yayınları.
Karakoç, S. (1997). Edebiyat Yazıları II. İstanbul: Diriliş Yayınları.
Umran, S. (2004). Şiirde Metafizik Gerçek. İstanbul: İz Yayıncılık.
Yazar: Tuğba D. CAN - Yayın Tarihi: 22.11.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 22.11.2023 09:12