Seküler Bir Din Yaratma Girişimi Olarak Fransız Devrimi

Fransız Devrimi şüphesiz insanlık tarihinde bir dönüm noktası, etkileri günümüze kadar gelen birçok yeniliğin başlangıcıdır. Devrim, hayatımızı o kadar derinden etkilemiştir ki etkilerini hala hissedebiliyoruz. Bugün dilimizden düşürmediğimiz, eşitlik, kardeşlik, özgürlük gibi sloganlardan genel oy hakkına, medeni kanundan eğitime, cumhuriyetten şimdilerde Türkiye'de tartışılan laiklik ilkesine kadar birçok olgu ve kavram Fransız Devrimi'nden bize miras kalmıştır. Sadece somut şeyler değil aynı zamanda o yıllarda yaşanan birçok olay efsaneye dönüşerek gelecek kuşaklara aktarılmıştır. İnsanlık tarihinde ilk defa sıradan bir halk kendisini yöneten mutlak rejime başkaldırmış, onu yıkmış, özgürlük yolunda büyük bir adım atmıştır. Bu anlamda Fransız Devrimi diğer devrimlere göre halk tarafından gerçekleştirilmiş bilinçli ve politik bir eylemdir.
Ne var ki bu devrimin siyasi ve sosyal yönü üzerinde çok durulurken dini yönü üzerinde pek durulmaz. Hâlbuki siyasi devrim olmanın yanında aynı zamanda dini bir devrimdir. Özellikle adına "Terör Dönemi" denilen ve ülkeyi ünlü jakoben Maximilien Robespierre'nin yönettiği dönemlerde din alanında uygulanan bazı yöntemler tarihte ilk defa görülecektir. İlginçtir, sonraki zamanlarda Mustafa Kemal'den Mussolini'ye Lenin'den Hitlere kadar birçok büyük lider de Robespierre'in izinden gidip dini alanda radikal devrimler yapacaklardır. Onur Atalay'ın "Türk'e Tapmak" kitabında dediği gibi; "Fransız Devrimi, genelde din, özelde ruhban karşıtı tutumu ve verili dine karşı paralel bir seküler maneviyat yaratma çabası ile, kendisini takip edecek tüm devrimlerin ana laboratuvarı işlevi görmüştür." (Atalay,2018, s. 23)
Fransız devrimcilerinin geleneksel dine karşı seküler maneviyat ya da Rousseaucu anlamda yeni 'sivil din' çabasının kökeninde akılcı ve seküler bir toplum yaratma hedefi yatar. Vatan, millet, özgürlük gibi kavramlar yeni dinin, seküler maneviyatın kutsalları olacaktır. Devrimcilere göre yeni hayat eski dinin kutsallarıyla yaşanamazdı. Bunun için hızlıca birtakım reformlara giriştiler. Bunları kısaca özetleyecek olursak: Kamusal alanda dini tören ve seremoniler yasaklandı, takvim değiştirildi, Pazar günü ayinleri kaldırıldı, kiliseler kapatıldı ve topraklarına el koyuldu, yeni rejime bağlılık yemini etmeyen 3000 rahip giyotine gönderildi, bütün vatandaşlara din ve vicdan özgürlüğü tanındı, evlilikler medeni kanuna göre yeniden düzenlendi, kadınlara boşanma hakkı verildi. (Atalay, 2018, s.23) Bunlarla da kalınmaz, 1791 Anayasası'yla ilan edilen "İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi", bir milli ilmihal halini alır ve ona iman edilmesi emredilir. Anayasa'yı kabul eden Meclis, "Bütün komünlerde, anavatana bir kurban taşı dikilmesi ve üzerine de Haklar Beyannamesi'nin ve 'Vatandaş vatan için doğar, vatan için yaşar ve vatan için ölür' yazısının kazınmasını" emreder. Artık askerlerin mezar taşına "Mort pour la patrie" (Vatan uğruna öldü) yazılmaktadır.(Hayes, 2010. s.70-71)
Robespierre, esasında ateist bir politikayı desteklemekten yana değildir çünkü insanların büyük bir güce inanmaya ihtiyacı olduğunu düşünür. Ama onun indinde bu üstün güç Hristiyanlığın tanrısı olamazdı. O buna "Yüce Varlık" adını vermişti. Ateist arkadaşları ise bu üstün güce "Akıl Tanrısı" ismini verdiler. Dinin adı da "Akıl Dini" olmalıydı. Ünlü Jakoben artık işi en uç noktasına götürür. Notre Dame Kilisesinde akla tapınma ayini düzenler ve Paris'te bu yüzden yüksek bir tapınak kurar. 1794'ün 8 Haziran'ında yapılan törende dağa benzer bu tapınaktan tıpkı Musa gibi iner. İzleyenler şöyle bağırır: Bu adam kendini ne sanıyor, Tanrı mı yoksa kral mı? Arkadaşları Robespierre'in akıl sağlığından şüphe etmeye başlarlar.
Fakat bu yeni din büsbütün yeni değildir. Eskisiyle birtakım biçimsel benzerlikler taşır. Fransız bayrağının üç renkten oluşması ya da üç önemli sloganın (özgürlük, eşitlik, kardeşlik) olmasıyla Hristiyanlığın kutsal üçlemesinin benzerlik göstermesi, İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi'nin tıpkı On Emir gibi 'vatan sunağına' bırakılmış iki tablete kazınması yeni dinin eski dinden birtakım ilhamlar aldığının göstergesidir. Ünlü sosyolog Durkheim daha da ileri giderek, Fransız Devrimi'nin bütün ilkelerini yeni bir dinin iman şartlarına benzetir. Nasıl ki Hristiyanlık dininin iman şartları varsa "Akıl ve Üstün Varlık" dininin de iman şartları benzer şekilde vardır. Durkheim, "Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri"nde şöyle der:
"Toplumun kendisini tanrı düzeyine çıkarma ya da tanrılar yaratma yeteneği, hiçbir yerde Fransız Devrimi'nin ilk yıllarındaki kadar göze çarpacak biçimde olmamıştır. Gerçekten de o sırada genel coşkunun etkisi altında, Yurt, Özürlük, Akıl gibi tam anlamıyla laik nitelikteki şeyler kamuoyunda kutsal şeylere dönüştürüldü. Kendine özgü inakları (dogmaları), simgeleri, tapınakları ve bayramları olan bir din kendiliğinden kurulmaya koyuldu. İşte bu içten gelen özlemlere, "Akıl" ve "Üstün Varlık" dini, resmi yoldan bir tür doyum sağlamaya çalıştı" (Durkheim, 2010, s.299).
Bu yeni seküler dinin ömrü pek uzun sürmez. Robespierre'in iktidardan düşmesinden sonra terör dönemi sona erer. Kiliseler tekrar açılır, din adamları eski haklarını kazanırlar. Bir zaman sonra devrimci hükümetin uyguladığı dinsel tapınma yöntemlerinden eser kalmaz. Böylece geleneksel/yerleşik dine karşı seküler bir din yaratma çabası da hüsranla sona erer. Peki neden siyasal/seküler dinler kadim Tek Tanrılı dinlerin yerini alamadı? Aslında ideolojik dinler de bir süre işe yaradılar. Özellikle 20. yüzyılda Kapitalizm, Marksizm, Faşizm gibi büyük ideolojiler birer siyasal din olarak ortaya çıktılar. Fakat onlar da insanların derin manevi ihtiyaçlarına uzun süre cevap veremeden yıkılıp gittiler. Burada geleneksel/kadim dinlerin seküler/yapay dinlere göre daha kalıcı ve üstün olmasının çeşitli nedenleri var. Birincisi, geleneksel /kadim dinlerin insanlar tarafından icat edilmekten ziyade doğaüstü bir güç tarafından insanlara gönderildiğine inanılmasıdır. İkincisi de geleneksel dinlerin insan ruhunun ölümsüz olduğunu ileri sürmeleridir. Tabii olarak ölümden sonra ebedi bir hayatın olduğu fikrinin insanları rahatlatan bir tesiri vardır. Ruhun ölümsüzlüğüne iman etmek, hayata da anlam katar, ruh dünyamızı çeşitli hastalıklardan korur. Ayrıca seküler dinler, geleneksel dinler gibi içinde yaşadığımız atmosferi çepeçevre kuşatamaz. Bu yüzden başarısız olmaları mukadderdir. İlk defa Fransız Devrimi'nde denenen bu teşebbüsler de başarısız olmuştur.
Kaynakça
Atalay, O. (2022). Türk'e Tapmak; Seküler Din ve İki Savaş Arası Kemalizm. İstanbul: İletişim Yayınları
Durkheim, E. (2010). Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri. (Ö. Ozankaya, Çev.) İstanbul: Cem Yayınevi
Hayes, C. J. (2010). Milliyetçilik: Bir Din; Batı Siyasal Düşüncesinde Ulusalcılık Tasavvuru. (M. Çiftkaya, Çev.) İstanbul: İz Yayınları
Yazar: Mustafa BUĞAZ - Yayın Tarihi: 20.01.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 13.01.2025 10:24