Sen İstanbul‘dan Daha Güzelsin

Loş ışıklandırmasıyla bir parça karamsarlığa çokça da gizemin içine iten bir dekor var sahnede… Görmüş geçirmiş, hayli yıpranmış binalarıyla bu bir şehir silueti. Üst üste yığılmış izlenimi veren kapkara binaların hissettirdiğinin karamsarlık oluşuna şaşmamak gerek. İlerleyen dakikalarda İstanbul olduğunu anladığımız bu siluette bir acayiplik var çünkü İstanbul İstanbul gibi değil hiç. Uğruna şiirler yazılan, şarkılar bestelenen, ışıl ışıl caddeleriyle, pırıl pırıl boğazıyla yedi tepesini şenlendiren mis kokulu erguvanlarıyla tablolara, sarayların duvarlarına, kadınların yelpazelerine nakşedilen güzeller güzeli İstanbul bu olamaz. Oysaki Macar Bilim Enstitüsü, Beyoğlu'nda faaliyete geçtiğinde kurumda çalışmaya başlayan Mimar Karoly Kos hiç de böyle bir siluet çizmemişti. Şehre dair izlenimlerini kaleme aldığı "İstanbul" isimli kitabında şehrin silueti hakkında "İstanbul'un dışarıdan, uzaktan manzarasında, siluet dışında renkler ve şehrin görüntüsündeki lekeler önemli yer tutmaktadır. Hatta renkler olmadan da sadece tonlarla bile birinci sınıf bir görüntüdür. Tonlardan biri gökyüzü, diğeri şehir ve sonuncusu da denizdir. Şehri oluşturan tondan bir tek camilerin açık renk lekeleri yükselmektedir." diyordu. (Kos, 2017, s. 149) Acaba bu siluet İstanbul'un hangi dönemine aitti? Neden böyle karalar bağlamıştı? Dekor hakkında düşüncelerim zihin koridorlarımda ayaklarını sürüklerken gözlerim eski püskü üç ahşap iskemleye takılıyor. O anda ışıklar sönüyor ve üç kadın bu üç iskemlede yerlerini alıyor. Gelenler bir aileden. Anneanne ortadaki iskemleye, kızı ve torunu ise iki başa oturuyor.
Geçmişin, şimdinin ve geleceğin iç içe geçtiği bir metinle başlıyor tiyatro. Bizler de Ayfer, Başak ve Melis'in hikâyesini dinlemeye başlıyoruz. Anlatı geleneğinin tiyatronun çağdaş araçlarıyla harmanlandığı oyunda aynı anda bir şeyler söyleyen 3 adet anlatıcıyı hem izleyip hem de dinlerken 1 adet kurguyla karşılaşıyoruz. Bu kurguda bazen yerinde sayan bazen de bir kuşun kanadında oradan oraya uçuşan üç hikâye dinliyoruz. Dakikalar geçtikçe hikâye birleşiyor ve tek bir ''kadın hikâyesi" ne dönüşüyor.
Zaman ilerledikçe kadının değişmeyen yazgısını bir değil üç defa dinliyoruz. Erkeklerin yapayalnız hatta eksik bıraktığı yaşamlarında birbirlerine sırtını dayamak isteğinde olan üç kadın. Çünkü üçünün de yazgısı ortak. Aynı mekânda, aynı dilde, neredeyse aynı şiddette. Oyun ilerledikçe söylenenlere, boğazda düğüm olup parça parça sese bürünenlere, dile gelemeyip akıldan geçenlere kulak veriyoruz. Bazen de sadece susan oyuncuların içlerinden sessiz sedasız geçen cümleleri onlar söylemiş gibi anlamaya çabalıyoruz. Kadınların farkına pek varmadıkları şey ise giderek birbirine benzedikleri. Özellikle yaş almış kadınların hayattan itilmemesi gerektiğini düşünüyor insan oyunu izlerken. Onların hayat enerjilerinin yazıya dökülmesine, sahnede canlandırılmasına aracılık edilmesine gerek var. Çünkü kadınlar hayatı daha yoğun ve derin yaşıyorlar. Anlatmaya ve anlaşılmaya değer.
Yazarın parçalı kurgu üzerine yoğunlaştığı "Sen İstanbul'dan Daha Güzelsin" in ilk halinde karakter isimlerini Beliz, Elit ve Melis olarak belirlediği biliniyor. Sonrasında isimler değişmiş Ayfer "anane", Melis "torun" ve Başak "anne" karakterine verilmiş. Oyuna ismini veren replik Melis'ten işitiliyor. "Sen İstanbul'dan Daha Güzelsin" isimli bir TV dizisinde görev aldığını söyleyen Melis 'in yanı sıra kentsel dönüşüm ve rant için yok edilen şehir için kaygılanan anneanne Ayfer, gittikçe artan bina katlarını tek tek sayarken "Boğaz havasının içine ettiniz!" diye haykırıyor. Ve sonra diyor ki; "Gel kız eve gidiyoruz, sen İstanbul'dan daha güzelsin." Oyunun adı da bu iki replikten geliyor.
Murat Mahmutyazıcıoğlu'nun yazdığı oyunda tek parça bir mekân varsa da paramparça olmuş 3 hayat var. Ve de ufalanmakta olan bir şehir. Sahnelenen ilk oyunu "Şekersiz" in oyuncu kadrosunda da yer alan Murat Mahmutyazıcıoğlu "Sen İstanbul'dan Daha Güzelsin" in hem yazarı hem de yönetmeni. Çağdaş oyun yazarlarından biri olan Mahmutyazıcıoğlu genel anlamda kadın hikâyelerine eğiliyor. Kadın hikâyesi orijinde olmayan eserlerinde ise (örneğin Kader Can 'da) güçlü kadın karakterleri eklemliyor anlatısına. Bu güçlü kadın karakter yerine göre "anne", "kız arkadaş" veya "akraba" oluyor.
Oyunun dili onu dinlemeye ve anlamaya çağırıyor. Kafa yormaya, durup düşünmeye ve "Burada neler oluyor?" sorusunu sordurarak anlamaya teşvik ediyor. Üç kuşağın yaşadığı şehir olan İstanbul, bu üç kuşak tarafından kuşatılan bir şehirdir. Bir anlamda şehir de onları kuşatmış. Kapanan Kadıköy 'deki kumpirciyle şehre karşı bir aidiyet kavramı ele alınıyor örneğin. Üç kuşakta şehrin değişiminin altı çiziliyor. Durdurulamayan bir zamanda, sıradan insanların hayatı, duygusu ve kalbi konulmuş oyunun orta yerine. Özetle; zamanın ruhu şehir dekorunda, kadın dilinde anlatılıyor diyebiliriz.
Izdırap Korosu" projesiyle İKSV tarafından Gülriz Sururi-Engin Cezzar Teşvik Ödülü'nü alan yazarın çok iyi bir kadın gözlemcisi olduğunu söyleyebileceğimiz Murat Mahmutyazıcıoğlu, ilk yazdığı oyun "Fü" ile birlikte kitaplaştırmış "Sen İstanbul'dan Daha Güzelsin" i. Ayrıca kapağını da kendisi tasarlamış. Sözsüz ve sessiz oyun yazma çalışmaları içinde olan yazarın bu nitelikteki oyununu ve orada anlatacaklarını merakla bekliyoruz. "
Kaynakça
Kos, K. (2017). İstanbul. İstanbul: Yeditepe.
Yazan /Yöneten: Murat Mahmutyazıcıoğlu
Sahne Tasarımı: Almila Altunsoy
Kostüm Tasarımı: Aysel Doğan
Işık Tasarımı: Murat Özdemir
Efekt Tasarımı: Gökhan Balsoy
Oyuncular: Başak: Esin Umulu, Ayfer: Şebnem Köstem, Melis: Yeliz Şatıroğlu
Yardımcı Yönetmen: Yağmur Damcıoğlu Namak
Yönetmen Yardımcıları: Fatma İnan, Gözde İpek, Köse Oğuzhan Oğuz
Dekor Uygulama: Gökhan Usanmaz
Kostüm Uygulama: Sibel Usanmaz
Süre: 80 Dakika / Tek Perde
Yazar: Necla DURSUN - Yayın Tarihi: 09.01.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 09.01.2023 11:51