Seslerin Gördüğüdür

Fatih Çetinkaya yazdı...
İnsanın dış dünya ile en büyük bağlantısı şüphesiz ki gözleridir. Sağır olmak, dilsiz olmak, elsiz ya da ayaksız olmak, gözlerin yokluğu kadar mahrum bırakamaz insanı. Peki, gözleri olmayan bir insan gerçekten mahrum mu kalmıştır ya da gözleri olduğu halde göremeyen biri olmak ne derece körlüktür? Jakimowski, İmagine adlı filminde bu sorulara cevap aramıştır diyebiliriz. Hatta bunların yanına bir de âmâ olan insanların özgüvenleri üzerinde durmuştur. Hem âmâ olup hem de değneksiz ve sıradan insanlar gibi yaşamanın sanatını gözler önüne sermiştir.
Bille August’un, Nachtzug NachLissabon adlı film ile aynı yıl gösterime giren bu filmin de çekimleri Lizbon’da yapılmış. Film, görme engelliler için eğitim veren özel bir kuruma yeni gelen öğretmenin hikâyesi üzerinden anlatılıyor. Öğretmenimiz Ian, sıra dışı-alışılmadık uygulamaları olan ve aynı zamanda öğrencileri gibi âmâ bir karakterdir.
Görme engelli bir bireyin yürürken ihtiyaç duyduğu değneğin, bireyin kendisine güvenmesinde bir engel olduğunu düşünen Ian, hem kendisi değnek kullanmaz hem de öğrencilerine değneksiz yürüyebilmenin püf noktalarını; örneğin dil şakırdatarak ya da parmak çıtlatarak –ses yankılanmalarını takip ederek- nesnelerin yerini kestirebilmeyi öğretmek ister.Ancak despot olan kurum müdürü, standart uygulamaların dışında olan bu yöntemleri kabul etmez ve öğretmenin öğrenciler için bir tehlike olduğuna kanaat getirir. Bu açıdan baktığımızda günümüzün az gelişmiş ya da gelişmekte olan toplumlarında gördüğümüz bir sorun ortaya çıkıyor. Kalıplara sığdırılan eğitimler. Çemberi iyice daraltıp kendi eğitim kurumlarımıza baktığımızda, formasyon eğitimlerinde öğrenilen bilgilerin pratikte uygulanabilirliğinin olmadığını dile getirebiliriz. Bu film de işte tam bu noktada –dünya olarak- eğitim anlayışlarımıza bir eleştiri getiriyor. İnsana faydası olan bilgiler ve yöntemler bir ders kitabında yazılmadığında, aykırı mı sayılmalı?Ya da mevcut tüm bilgiler bir ders kitabına sığdırılan tanımlarla mı sınırlıdır? Benzer bir eleştiriyi Peter Weir’in Dead Poets Society adlı filmin daha ilk dakikalarında ve de belirgin bir şekilde görürüz. Öğretmen Keating’inöğrencilere ders kitaplarındaki şiir bölümünün giriş kısmını yırttırarak derse başlar.
Film aynı zamanda, görmenin gözlere ihtiyaç duymadığının filmidir. Filmin daha ilk sahnesinden son sahnesine kadar çok iyi düşünülmüş ses detayları dikkatimizi çekiyor. Köpeğin nefes alışları, kanat çırpan kuşlar, budanan güller, yere bırakılan bir tasın metal sesi ve hatta tastan süt içen kedinin dilinden çıkan sesler… Filmi orijinal dilinden izleyebiliyorsanız gözlerinizi kapatarak da izleyebilirsiniz. Çünkü Ian’ın yaptığı tasvirler duyduğumuz sesler ile birleşince bizi izlediğimiz filmden daha büyülü bir filme/hayale sürüklüyor. Bu özelliği ile de En iyi Ses Dalında Polonya Film Ödülü’nü almıştır.
Filmin neredeyse bütün karakterlerinin görme engelli olmasına karşılık, filmin renk tonları ve aydınlığı da dikkat çekmektedir. Beyaz duvarlar, beyaz önlükler, sürekli açık olan bulutsuz hava, sürekli açılan pencereler ile geniş avlusu olan bir eğitim kurumu… Bu denli aydınlığın görme engelli insanların ışıksız hayatlarındaki umuda imge olduğunu söyleyebiliriz. Karanlık bir odada, yere düşen aydınlığın sıcaklığını fark etmek, görme engelli insanlar için bir anlamda güneşi görmektir.
Şimdiden iyi seyirler.
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 19.12.2016 09:00 - Güncelleme Tarihi: 19.11.2021 12:43